bc

Başından Beri

book_age12+
126
FOLLOW
1K
READ
revenge
possessive
HE
friends to lovers
comedy
sweet
enimies to lovers
first love
slice of life
passionate
like
intro-logo
Blurb

Mutluluk dedinlen şey nedir ki? Aşık olmak?

Sizi bilmem ama bence aşık olmak demek; onun gülüşüyle gülmek, dediği en ufak şeyi can kulağıyla dinlemek, onunla uyumak, onunla uyanmak. Her şeyinle onun olmak.

Bu tanım mümkün müydü benim aşkım için? Olabilir miydi? Bunu tüm kalbimle istiyordum. Çocukluk hayalimdi bu benim.

Bir insan Başından Beri birini sevebilir miydi? İşte ben sevmiştim.

Daha ne istiyordum ki? İnadım kimeydi? En Başından Beri sorduğum sorunun cevabı şimdi çok beliydi. Ta en Başından Beri olduğu gibi. Sadece görmek için gözlerimi açmam gerekti. Bu faktörüde o halletti.

Selin ve Semih’in çocukluklarından gelen ve bazen çocuklaştıkları aşk hikayesi. İnatları, kararsızlıkları, öfkeleri ve hepsinin üstünde birbirlerine olan tutkuları.

Mutluluk gerçekten de yakalanabilen bir şey miydi?

chap-preview
Free preview
O ve Ben
Başından Beri okuyucalarına     Sevgilerimle  ***  Hepimizin kaçtığı bir şey vardır. Kimimiz olan olaylardan, kimimizde olayı yaratan kişilerden. Bazense sinirle girilen bir iddadan. İstanbul’umun temiz kokusunu bile özlediğimi fark ettim. Buradan kaçmak için zamanında az şey etmemiştim. Sırf hayallerim peşinden gitmeyi istedim diye çok şeyden vazgeçmiştim. Kendim için yapmam gereken buydu. Çünkü hayatta hep bir yere ait hissetmek istemiştim. Aslında seviyordum buraları ancak hayallerimi süsleyen çoğu şey yalnızca gerçekleşmeden gecelerimi mahvetmişti. Ben de bu yüzden kaçmak istedim. Her şeyi, herkesi ardımda bırakarak. Tek başıma da hayata tutunabileceğimi kanıtlamak için. Bir de girdiğim o iddia için tabii. Ne olduğunun, nasıl ve ne zaman olduğunun artık bir anlamı olmasa da o iddia da hayatımın bir parçası olmuştu. Arkamda bırakamadığım yegane şeydi belki de. Bir zamanlar hayal dünyasında yaşayan küçük bir çocuğun o hayal dünyasında kaybolmasına sebep olmuştu çoğu şey. Yanlış anlaşılmalar, küskünlüklerle doluydu geçmiş. Bense bir yıl için gittiğim Amerika'da kendime yeni bir yol çizmiştim. Konuşmamı geliştirmiştim, para kazanmıştım ve kendi kendime de mutlu olabilmeyi öğrenmiştim. Şimdiyse tamamen farklı biri olarak giriyordum ömrümü geçirdiğim mahalleye.  "Evet az önce indim hala, geliyorum." Sabahtan beri beni arayanlar bir susmadı. Herkes aynı evde olsada beni arayıp arayıp duruyorlardı. Her ne kadar İstanbul'u özlesemde bu şey canımı sıkıyordu. Bizim mahallemizde her şey güzeldi ancak insanların üzerindeki baskı boğucuydu. Sadece insanların bakışları değil bir de tekrar onu görecek olmam çok can sıkıcıydı. Nihayet mahalleye geldiğimde aramalar durdu. Mübarek mahalle hala telsiz telefon gibi. Başından sonuna iletişim kurabilirsin. Başta biri gördümü kulaktan kulağa oynar gibi; balkondan balkona yetiştiriliyor. Ama her şeye rağmen mahallem diye demiyorum, İstanbul'un en güzel yeri benim için.  Bizim evimizde mahallenin uç köşesinde. Yürürken yoruluyorsun üstüne bir de üzerinde hissettiğin baskı cabası. Neyin var neyin yoksa biliyor bu insanlar. Dedektif gibiler açıkçası. Ayaklarım yavaş yavaş titremeye başladı. Şu an beni kesen gözlerin haddi hesabı yok. Bazıları dedikoducu kadınlar. Bazıları müptezel erkekler. Beni görür görmez yanındakiyle kulaktan kuluğa konuşanların biri bile halimi hatırımı sormuyor. Varsa yoksa dedikodu. Sessiz konuşsalarda; duyduğum şeyler çok garibime kaçıyor. Anlamıyorum ki nereden uyduruyorlar bunları. Sadece içimden verdiğim cevaplara karşı sırıtmayla dinliyorum.  "Kız kocaya kaçmış diyorlardı. -hayır kim diyor. demiyorki ben uydurdum- Herhalde ayrılmışlar. Kız okulu bırakmış mı bilemem ama kulağıma atılmış diye geldi. -e beşten mi geldi, sahilden mi?- Yok kız hamileymiş kocasıda bir iki güne gelir diyorlar." Bunu duyunca yok artık dedim. Aslında mahallede okumuş etmiş insan sayısı da azınlıkta sayılmazdı ama onlar bile bu buhranda kendilerini kaybediyorlardı. Farklı bir yaşam tarzıydı bu mahallemizin vazgeçilmezdi.  "Ama güzel kızmış. Ben görmemiştim yeni gelindim o zaman. -arada da olsa iltifat iyidir.- Baksana kız bu bayağı güzelleşmiş. Biraz göğüsleri büyük ama bizim oğlana olur, azcık açıkta giyinmese. -aha bir de oğlum diyor- O pantolonun yarısını ne etmiş... Tişortünü kesmişler zavalının. Babası paramı göndermiyordu acep... Aman da havalardan düşmesin insan bir selam verir..."  Bu konuşmalar uzayıp giderdi böyle. Selam vermemi bekleyenleri anlayamıyordum esas yeni gelene selam verilmez mi? Selam versem daha çok konuşucaklar hem. Ve bende bir dakika ayakta dikilecek güç bile yoktu. Bir an önce evime gidip yatmak istiyordum Evimin olduğu köşeyi dönünce yılardır her sabah selam verdiğim Mehmet amcayı gördüm. Dertli gibiydi. Beni görmediği için herhalde; içeri girip gözden kayboldu. Bana her sabah çayını ve yanına getirdiği poğaçasını ikram ederdi. Eski günler çok güzeldi oğluyla bir ara çok yakın arkadaştık. Tabii o güne kadar. Ama yinede severdim Mehmet amcayı. Sonuçta insan evladının her yaptığımı kontrol edemezdi. Akşamları çocuğu eve geldiğinde bu gün bir kalp kırdın mı diye de sormazdı kimse. Bu yüzden Mehmet Amca benim için hala özel bir insandı. Onunla görüşmeyi kafama not edip apartmana vardım. Tabii, Mehmet Amcayı ziyaret ettiğimde umarım o zaman oğlu içeride olmazdı. Onu görmek bana ne hissetirecek bilmiyordum bile. Yine büyük kargaşaya girdim eve. Her geldiğimde yeni bir akrabamı öğreniyordum. Ne çok sevenim varmış desemde halamın yemekleri için geldiklerini biliyordum. Bizim evde özel bir gün olduğunda herkes doluşurdu. Büyük bir kargaşa olurdu fakat severdim bu kargaşayı. Tabii eskiden, artık sevebileceğim şeyler değişmişti. Amerika'daki o uzun bir yıl bana yalnızlığı sevdirmişti.  "Ay benim güzel kızım. Selin'im, meleğim gelmiş." Halam yine sıcakça beni karşıladı. Babam ketum bir şekilde, hala bana kırık olduğunu belli edermişçesine sadece 'Hoşgeldin.' dedi. Yeğenim beni boğmak üzereyken ablam aldı elinden. Ablamla da sarıldık. Abim yine gelmemişti. Hâla barışmamış olmaları çok üzücüydü. Evdeki kargaşa halamın verdiği çayla son bulurken; herkes evlere dağıldı. Arkadaşlarımla yarın uzun uzun sohbet edeceğime söz verdim. Ablam, eniştemden bu gece için izin alıp benimle kaldı. Gece geç saatlere kadar üçümüz sohbet ettik. Bana geçen bir yılımı sordular. Onlara Pierce'tan bahsettim. Harika biriydi Pierce, farklı evrenlerde farklı gerçekliklerde olsak onunla bir hayata sahip olmak isterdim ama o bunu istememişti. Ablam Pierce adında biriyle evlenmem takdirinde babamın kalp krizi geçireceğinden bahsetti. Ben de biliyordum babamın yabancı biriyle evlenmemi istemeyeceğini ama temiz kalpli, kadın ruhundan anlayan biri beni kısa sürede olsa çok mutlu etmişti. Bir an kıyaslamıştım birileriyle Pierce'ı. Sevgili Pierce güzel bir anı olarak kalacaktı geçmişimde. Zaten ben dönmeden kısa bir süre önce nişanlanmıştı. Açıkçası tam da o anda onu sevmediğimi yalnızca karakterindeki birkaç özelliği beğendiğimi fark etmiştim. Ben aşık olamıyordum galiba. Kalbim bir kere kapılarını kapatmıştı ve etrafına ördüğü duvarları yıkabilecek bir şey yoktu. Anlattığım bir kaç komik anının ve sakarlığın ardından ablam ve halam ciddileşti. Aslında uyumaya niyetim yoktu sabaha kadar sohbet edebilirdim ama halamın bu sözlerinden sonra kaçacak bir yer aradım.  "Kızım, bak okumak istedin elin gavur memleketinde, kabul ettik. Biz seni dinledik. Şimdi sende bizi dinle. Babanla ben sana münasip birini bulup evlendirmek istiyoruz."  Yine her zamanki gibi bu şaçma konularda konuşmak canımı sıktı. Evlen diyorlardı ama yanımda birini görünce kıyamet koparıyorlardı. Aramızda hiçbir şey yaşanmamış Pierce'ı onlara anlatırken bile halam kıpkırmızı olmuştu. Oysa ben ne kadar mutluydum. Ablamda, abimde severek evlenmişlerdi bense hoşlandığım insanlardan bile hesaba çekiliyordum.  "Hala, tanımadığım biriyle evlenmem ben."  Sesimin düzeyini her zamanki gibi ayarlayamamıştım. Halam önce yüzüme sertçe baktı. "Abini sevdiğine verdikte ne oldu? Kız ikinci gün altınları çalıp gitti. Sonra ne yaptı belli değil geri geldi. Hala baban küs onla. Sen kalkmış elin gavurunu anlatıyorsun. Babana anlatsan kalbine iner. Ablan zaten koca koca diye çulsuza gitti-" ablam bu sözünden sonra halama sitem etti. "-neyseki çocuk evine iyi çıktı. Ama sen bizim tanıdığımız biriyle evlen istiyoruz kızım. İstedin Amerikaymış neymiş İngilizce diye. Gittin işte okumaya. Şimdi sıra bizim istediğimizde. Sana tanıma demiyoruz. Sadece bizim tanıdığımızla evlen diyoruz."  Bizden büyük olanlar kendi tecrübeleri ile bizim için en iyisini istediklerini düşündüklerinden bize yollar çizerlerdi. Oysa bana göre bizler kendi yolumuzda kendi hatalarımızla vardık. Bu yüzden kesin cevabım belliydi. Elbette hayatı kendi istediklerimle yaşayacaktım.  "Hala neden bu kadar evlemen için bastırıyorsunuz ki? Sanki otuz yaşındayım. Tamam çok genç sayılmam ama yaşlıda değilim. Ben daha yirmi dört yaşındayım." Her zamanki vurdum duymaz tavrımı bekliyorlardı zaten. Halam ve ablam durgunlaştı. Benim bilmediğim bir şey mi vardı anlamıyorum ki. "Baban." dedi halam. Gözleri dolmuştu. Sonra ablam söze girdi. "Babam çok hasta Selin. Doktorlar bir yıl ya yaşar ya yaşamaz diyorlar. Bakma sen onun sana soğuk olduğuna. Annemin son dileğine seni evlendirmek istiyor. Bize yalvardı. 'İkna et kızımı ben gidince tek kalır, olmaz.' diye. Halamla kocasıda ikide bir memlekete gidip geliyorlar. Ben öldükten sonra yanlız kalmasın diyor babam. Seni de evlendiğin adama teslim edip, gözlerini bu dünyaya kapamak istiyor. Her şey seni sevdiği ve anneme olan sözü için Selin. Hala evlenmiyeceğim diyor musum?"  Ablam bunu o kadar soğuk kanlı söylemişti ki; bir an inanmadım. Taki raporları getirene kadar. Tümör, beyninde büyümeye devam eden bir tümör olduğu yazıyordu kağıtlarda.  "Abla, şaka mı bu?" Bir umut şaka demesini istedim. Annemi kaybetiğim gibi, bana küste olsa babamı kaybetmek istemiyordum. Bu çok fazlaydı. Haksızlıktı bir kere. İnsan hep kaybetmek için mi geliyordu bu dünyaya? Yatağa yattığımda ağlamaya başladım. Keşke dedim, kendi kendime. İngilizce öğreneceğim diye inat edip gitmeseydim. Babamla daha çok vakit geçirirdim. Okuduğum okul, öğrendiğim şey. Hiçbiri babamdan daha değerli değildi benim için. Gözyaşlarım pınarlarımı kuruturken uyuya kalmışım. Sevmediğim bir adamla nasıl evlenebilirdim ki? Onların tanıdığı kimse yoktu benim sevdiğim. Ve sevgiye delicesine kapalıydı yüreğim…  Gün yeniden doğarken ben çoktan uyanmıştım. Gece boyu derin bir uyukuya dalamamıştım zaten.  "Baba peki bir çaresi yok muymuş?" Diye sordum babama. Sabah kahvaltıdan sonra benimle konuşmak istemişti. Şu malum evlilik konusu için. Ama önce bu hastalığı öğrenmem lazımdı.  "Evet kızım. Sana küs olmadığımı bil.” Sıcacık elleri saçlarımı okşamak için uzanmıştı. Babamın sevgisini hayatta sahip olduğum hiçbir şeye değiştirmezdim. Bu sevgiyi kaybetmek istemiyordum. Her ne kadar çoğu zaman uyuşmasada düşüncelerimiz yüreklerimiz hep yakındı birbirine. O bizim için çok şeyden vazgeçmişti. Babam sözlerine devam etti.  “Ben sadece beni dinlemeyip gittiğin için sinirliydim. Ama beni bilirsin sinirim saman alevi gibidir. Çabuk tutuşur çabuk söner.” Buraya kadar olan konuşmasında rahattı. Ancak sonra derin bir nefes aldı. Sesinde yorgunluk vardı sanki. Senelerdir daldığı yalnızlığın yorgunluğu. “Artık benim de sürem doluyor annene kavuşmama az zamanım kaldı. Annen ölmeden bana emanet etti sizi. Sakın birilerine emanet etmeden gelme dedi. Kendi yuvaları olsun, kendi kanatlarıyla uçsunlar, bizden sonra kolsuz kanatsız kalmasınlar. Şimdi senden tek istediğim ben bu dünyayı terk etmeden benim münasip gördüğüm biriyle evlenmen."  Babama ne diyeceğimi bilemedim. Münasip biri diyordu. Evlen diyordu. Peki benim hayallerim? Onlar ne olacaktı. Ben sabah kalktığımda öpücüklerle boğulacağım, üzerime titreyen, beni benden daha çok seven birini istiyordum. Babam aklımı okumuş gibi konuşmaya başladı. "Biliyorum kızım. Tanımadığın biriyle evlenmek istemiyorsun. Anlıyorum. Sana tanıma demiyorum ama benim münasip gördüğüm biriyle evlen istiyorum. Bu zamana kadar senden istediğin için ayrı kaldım koca bir yılı aşkın süre. Hayalim dedin, istiyorum dedin,  bir şey demedim. Desem de karşı çıktın. Artık bunu da kabul et. Gözüm açık gitmesin." dedi. Sanki hipnotize olmuş gibi babamı dinliyordum. Sadece onu görüyor onu duyuyordum. Bu söyledikleri aklıma yer etti. Benim için onca fedakarlık yapan adama, ölmeden önceki dileğini yapmayacağımı nasıl söylerdim? Ama bu benim hayatımdı. Evlilik bir kere olurdu. Dudaklarım kendi kendine aralarında sanki. Dediklerimi kendim söylememiştim sanki. Bir robot konuştu sanardınız.  "Ta-tamam baba." Bu cümleyi kurarken içim kan ağlamıştı. Dışıma vurmasını babamın görmesini istemedim. Bana en az bir yıl daha bir yerlere gitmeye niyeti olmadığını söylemişti. Ama ben bir yılda nasıl bulurdum hayatımı paylaşacağım birini? Ablam ve kızı düşüncelerimi böldü. Babamı evde halam ve eniştenle bırakıp dışarı çıktık. Aslında gitmek istemiyordum ama babam git demişti. Ve öyle garip hissediyordum ki babamın dudaklarından çıkan her söz bana verilen bir emir gibi geliyordu. Sonunda dışarı çıktığımızda bu sefer mahalledeki tüm teyzelerle konuştum. Hepsi sanki dün arkamdan konuşmamış gibi davranıyordu. Psikoloji ile ilgili bir sürü kitap okumuştum ama bu insanları çözemedim. Gerçekten farklılardı. Dün aklıma not ettiğim şeyi bu gün yaptım ve Mehmet amcayı gördüm. Beni karşısında dikilirken görünce yüzüne renk geldi. Bize çay ve börek ikram etti. Tedirgindim çünkü oğlu burada olabilir, yada daha kötüsü biz ordayken gelebilirdi. Mideme bıçaklar saplanıyordu bu düşünce her aklıma geldiğinde.  "E güzel kızım. Tamamen bitti mi okulun?" Diye sordu Mehmet amca. "Evet amca, tamamen bitti. Biraz dinlenip çalışmaya başlıyacağım." dedim. Sıcak sohbetimiz devam ederken içeri iki üç kişi girdi. Bize bakmadan arka tarafa geçtiler. İçlerinde Mehmet amcanın oğluda vardı. İçeri girer girmez beni gördü. Şaşırmış gibiydi ama geldiğimi duymamış olması mümkün değildi. Belki de burada oturuyor olamı tuhaf bulmuştu.  Çocukken sürekli kapışırdık onunla. Gıcık pislik hep oyuncaklarımı kırardı. Zaten Amerika’ya da bana 'sen İngilizce öğrenemezsin' dediği için gitmiştim. Bir keresindede şişman demişti. Hep dalga geçerdi. Kaç kere kavga etmiştik. Ama onu severdim taki liseye kadar. Çocukken kavga etsekte beni koruması hoşuma giderdi. Aynı lisede okurken konuştuğum bütün çocukları döverdi. Benimle bu yüzden kimse arkadaş olmak istemezdi. Ve bu sebeple aramız bozulmuştu. O da beni yalnız bırakınca tek kalmıştım koca lisede. Ah düşündükçe sinirlerim bozuluyor.  "Kızım daldın." dedi Mehemet amca. Gülüyordu, oğluna baktığımı anlamıştı. Bende ne diye yiyecekmiş gibi bakıyordum ki? Hala hislerini gizlemeyi beceremeyen biriydim. Bu moralimi bozuyordu.  "Eeee, evlilik düşünüyor musun?" diye sordu. Konu o kadar ani değiştiki affaladım. Ablam sağolsun benden önce çıkıp 'Evet.' diye cevapladı. Münasip biri olursa evleneceğimi söyledim. Bunu istemiyordum. Daha gençtim. İşe bile başlamadan evlenmek istemiyordum ama babam. Bana söyledikleri içime öküz gibi oturmuştu. Ama biliyordumki beni bu mahalleden kimse almazdı. Küçükken adım erkek fatma, çirkef, gevezeye çıktığı için, bir de lisedeyken bütün çıktıklarım dövüldüğü için kimse bana bakmazdı. Aslında bir yönden de lisede olanlar için teşekkür edebilirdim ona. Akrabalardan da bu zamana kadar bana uygun olabileceğini düşündüğüm birini tanımamıştım. Babam da yabancı biriyle evlenmemi istemeyeceği için bu iş yatardı. İnşallah öyle olurdu. Babama hayır diyemiyordum ama evlenmekte istemiyordum. Eğer böyle kimseyi bulamazsak benim için sorun olmazdı. Bizim tanıdık, kendini bilmez, insan ruhundan anlamaz çevreden biriyle evleneceğime evde kalırdım daha iyi.  Bu düşünce içimi azda olsa rahatlattı. "Neyse Mehmet amca kalkalım artık." Sohbetimiz güzledi aslında. Orada saatlerce oturabilirdim ama dolaşmamız gereken onca yer vardı. Ve de Semih -Mehmet amcanın oğlu- ikide bir çıkıp duruyordu içeriden. Onunla her göz göze geldiğimde anlayamadığım bir elektirik akımı bedenimi sarıyordu. Nefret miydi bu yoksa geçmişten gelen onca anının etkisi mi? Akşama doğru bizim mahallenin kızlarıyla parkta dondurma yemeye geldik. Herkes bana garip garip bakıyordu. "Kızım nasıldı Amerika?" Diye soru yağmuruna tutuldum. Herkes bir yılda ne kadar güzelleştiğimden bahsediyordu. Oysa tek yaptığım toksik ilişkilerden sıyrılıp kendime daha çok vakit ayırmaktı. Bunu tabii ki onlara söylemedim. Biz konuşurken masaya peçete gelip duruyordu. İçlerinde şaçma sapan şeyler vardı. 'Seni seviyorum ben.' Bilmem ne hepsi aşk mektubu gibiydi. Ve hepsi bana yazılmıştı. Ulan hepiniz erkek değil misizin? Küçükken çirkin bir kızdım diye benden iğrenenler şimdi bana aşık olmuşlardı. Bu gidişle bana on koca bile bulurduk. Allah’ım dedim kararan gökyüzüne bakarken, bana beni anlayan birini nasip et.  Bunu gören ablam bana gülerek "Desene babam ölmeden torun bile görür." diye dalga geçti. Onu cimcikledim. Yeğenimi elinden çektim ve oynamaya başladım. Bu küçük kız bana huzur veriyordu.  Yeğenim Su'yla, oynarken aklıma bu düşünce geldi. Babam görücülere açık olduğumuzu duyurursa bütün hanzolar beni istemeye gelecekti. Seçeneğim çoktu ama ideal biri yoktu. Bir an kendimi evlilik programında gibi hissettim. Amerika da edindiğim arkadaşlarıma şu an içinde bulunduğum durumu anlatsam onlarla dalga geçiyorum sanarlardı. Ancak dalga geçilen bendim. Bir süre masada dönen konuşmalardan sıyrılıp Su ile oyalandım.  Sonra yan taraftan gelen bir kavga sesiyle irkildim. Semih. Şu benim çocukluk düşmanım, gençlik belam bir türlü kurtulamadığım yaratık adam dövüyordu. "Utanmıyor musunuz lan dondurma yiyen kıza peçete göndermeye. Sizin adamlığınızı ***. Defolun gidin başımı belaya sokmayın."   Bu çocuk benim için adam mı dövüyordu? Hala büyümemiş eski halinden bir adım bile ileriye gidememişti. Onunla bu yüzden kaç kere kavga etmiştik. Hayır sen ne sıfatla bulaşıyorsun bu işlere?  "Ama abi kız bekar. Niye kızdın ki?" dedi biri. Bütün kızlar bana bakarak gülüyor ve kavgayı izliyorlardı. Bu durum benimde hoşuma gitmişti açıkçası. Birinin beni koruması güzel bir şeydi. Ama bunu onun yapması çok saçma.  "Bekar diye sarkıntılık yapmak serbest mi. Dövtürtme bana kendini. Seni severim iyi çocuksun almayım altıma." dedi. Çocuklar bir bir dağılırken beraber oturduğum kızlar Semih'e erir gibi bakıyorlardı. Ayağa kalktım artık çocuk değildik ne de olsa. Onun beni korumasına ya da benim için küçücükte olsa bir şey yapmasına gerek yoktu. Oraya doğru gittim. Üç yıldır ona bu kadar yakın olmamıştım. Üç yıl öncede üniversitedeki bir arkadaşıma daha saldırdığı için artık konuşmayı kesmiştik. Oysa o da harika bir insandı hem uzaktanda olsa akrabamızdı. Hiçbir kötü niyet taşımayan tertemiz bir çocuğa yaptıkları bardağı taşıran son damla olmuştu ve aramızdaki dostluk sonsuza kadar bitmişti. Bu düşünce beni körükledi.  "Ya sen kimsin? Sana mı düştü beni korumak?" dedim, Küfürbaz haydo gibi adama. Sayesinde duymadığımız küfür kalmamamıştı. Kullandığı bu kafa açan sözler midemi bulandırmıştı. Ona iğrenerek bakıyordum.  "Evet. Var mı?" dedi. Bu kendini kim sanıyordu? Eskiden olsa sözlerime bir şey demeden giderdi. İlk kez böyle bir cevap vermişti. Afallamıştım. "Kendini ne sanıyorsun sen ya?" dedim. Yavaşça sırıttı. Sırıtışını görenler hayranlıkla ona baktılar. Bir çoğu bana onunla sevgili olma hayallerini anlatırdı ama o, bu zamana kadar bu mahalleden kimseyle konuşmamıştı bile. Hatta hakında türlü türlü sözler çıkardı. Ne kadar nefret etsemde onu korurdum insanlar bir laf ettiğinde. Ayrıca eskiden arkadaşken bana sevgililerini anlatırdı. Ben de mahalledeki tüm kızlara onun hakkında boş hayallere dalmamalarını söylerdim. Ama bu kendini bir şey sanacak anlamına gelmezdi. Sırıtarak arkasına döndü. Giderken "Hey bir şey sordum, hödük." dedim. Arkasını dönüp bana ters ters baktı. Acaba hödük ağır mı gelmişti? Yani, ama o az önce sokak dilinin yeni favori küfürlerini kulanırken ben hödük diyince mi sinirlendi?  Önce durdu, arkasını döndü. Yavaşça sırıtıp kulağıma eğildi.  "Yarın görürsün." diyip gitti. Arkasından bağırdım çağırdım ama dönmedi. İçimden bildiğim tüm küfürleri savurup evin yolunu tutum. Ablam yol boyu gülerek bana bir şeyler anlatıyordu. Hiçbirini dinledim. Eve geldiğimiz gibi uyudum. Yorgundum, saat farkına da alışamamıştım henüz. Yarın sabah olacakları bilmeden kapanmıştı gözlerim. Sabah ışığı gözümü boyarken babamın dürtmesiyle uyandım. Yüzünde koca bir gülümseme vardı. Salona gelmemi söyleyip gitmişti.   "Buyur baba." Babam yüzündeki gülümsemeyi bozmadan konuşmaya başladı.  "Kızım, benim sevdiğim bir arkadaşım var sen de çok seversin. Mehmet Amcan. Onun oğlu Semih'e seni ister. Dün söyledi. Bende münasiptir dedim. Şimdi senden evlenmeni değil, Mehmet amcanın oğluyla evlenmeni istiyorum. Zaten çocukluktan beri arkadaşsınız. Annen de çok severdi keratayı. İşi gücü yerinde, boylu poslu." Dedi. Sonra ben bir şey demeden halama hazırlık yapmasını söyledi. Bildiğin yarın hayatımın düşmanına isteniyordum. Ona karşı girdiğimiz iddayla Amerika yolcusu olmuştum. Şimdi onun karısı mı olacaktım? Dün o adamları onun için mi dövmüştü? Bu ben de tarif edilemeyen bir his uyandırmıştı ama kabul etmeyecektim tabii. Ölürdümde o hödükle evlenmezdim. Dün bana ukalaca görürsün demişti. Her zaman onun istediği oluyordu. Şimdi bide evlilik konusunda onun istediği olmazdı. Ama babam, ne diyecektim? Ona olan bir sözüm vardı... ***  Hikayeyi nasıl buldunuz? Umarım beğenmişsinizdir. 

editor-pick
Dreame-Editor's pick

bc

KALP HIRSIZI (Hırsız Serisi-2)

read
5.7K
bc

Kalbimin Derininde

read
7.0K
bc

HÜKÜM

read
123.8K
bc

SINIR (TÜRKÇE)

read
12.3K
bc

Leyl Tutkusu

read
300.4K
bc

Ufaklık | Texting

read
1.6K
bc

Yasak İlişki (+18)

read
7.5K

Scan code to download app

download_iosApp Store
google icon
Google Play
Facebook