bc

ABBADON GÜNAH ŞEHRİ

book_age16+
71
FOLLOW
1K
READ
others
dark
badgirl
tragedy
serious
mystery
city
cruel
musclebear
gorgeous
like
intro-logo
Blurb

Tüm ailesini ondan alan şehre dayısı ile intikam almak için giren Nefes, yüzlerce insanın tutkuyla bağlı olduğu Aeris tarikatını yıkmayı başarabilecek mi? Peki, veliahtın tilkilerini kendi tilkilerinin peşine takmayı denerse?

chap-preview
Free preview
⚔️BAŞLANGIÇ
 Elimdeki silahı tekrar alnıma dayadım. Ölümden korkan biri nasıl bir başkasının hayatını elinde tutabilirdi ki? Korku en büyük düşmanımdı, yenemediğim tek düşmanım... Diğer elimi küçük, kırılmış lavaboya yasladım. Kırık aynadan yansıyan aksim bile bana nefretle bakıyordu. Namlunun ucu, şakağıma delik ve kan bırakması gerekirken, sadece iz bırakmıştı. Silahı alnımdan çekip diğer elimi de lavaboya dayadım. Başımı eğip elimdeki soğuk metale baktım. Beceriksizliğime söverken Arat kapıyı yumrukladı. Zaten emanet duran kapı Arat'ın darbesiyle yıkılacak gibi oldu. "Nefes, hadi gidiyoruz çık artık." "Geliyorum." Buzdan sarkıtlar halinde çıkan sesim, güçsüzlükten eğreti kapıya çarpıp bana geri dönmüştü. Elimdeki silahı belime takıp, deri ceketimle kapatıp görünmediğine emin oldum. Viraneden farkı olmayan benzinliğin tuvaletinden çıktığımda Arat çoktan arabadaydı. Arat'ın arabasının yanına gidip bozuk olan kapısıyla uğraşmak yerine, iki elimle arabanın üstünden güç alıp vücudumu açık camdan içeri soktum. Koltuğa yerleşmeden önce belimdeki Safari Arms Matchmaster'i çıkarıp, anahtarı üzerinde olan torpidonun içine koydum. Torpidonun içinden iki sigara alıp zincire bağlı kilidi çevirdikten sonra anahtarı boynuma astım. Benim azazilim olan bu silah, kıymetli olan tek eşyamdı. Korumam gereken tek eşyam. Sigaralardan birini Arat'a uzatırken, kendi sigaram çoktan dudaklarımın arasındaydı. Arat elindeki çakmak ile önce benim sigaramı sonra kendi sigarasını yaktı. "Yine mi?" "Bir gün sen bedenimin üzerinde bebek gibi ağlarken, ruhum sana kıçıyla gülüyor olacak." Sesli bir kahkaha attıktan sonra arabayı çalıştırdı. "Hiç bir zaman yapamayacaksın bebeğim. Beni bırakıp gitmezsin sen." Devamlı siyah makyajın çevrelediği gözlerimi devirdim sadece. Kırmızı rujumu dudaklarıma iyice yedirdikten sonra sigaramı tüttürmeye devam ettim. Arat modeliyle asla ilgilenmediğim havalı arabası ile dayıma yetişmeye çalışıyordu. Ben ise koltuğuma iyice yayılmış yolculuğun tadını çıkarıyordum. Sigara ciğerlerimi yaktıkça bedenim dumanın hazzını çekiyordu. Günahın şehrine gidiyorduk. Dünyanın dipsiz çukuruna, ölüler dünyası Abbadon'a. Bu şehir tek başına tüm dünyanın günahını üstlenen şehirdi. Diğer bir adı da Melekgirmez'di. Uyuşturucu, cinayet, gizli açık tüm tarikatlar, kumar, her türlü pisliğin kaynadığı büyük bir kazandı. Benim için ise, bana ilk nefesimi veren, ailemin de son nefeslerini alan şehirdi. Doğduğum bu yerde ikinci bulunuşumdu. İlkinde mahvolan hayatım, şimdi başkalarının hayatını mahvetmek için gidiyordu bu şehre. Hayatların söndüğü yer... Bu kez baş rolde ben vardım. Bizzat kendim mahvedecektim insanların hayatını. Bunu sadece zevk için yapacak olmam beni kötü bir insan yapmazdı. İntikam ve zevk aynı kaynağa bağlı değil miydi? Ne demişti Freude saldırganlık ve zevk bağlantılıdır. Zaten içine çektiği ilk nefes Abbadon'un havasına ait olan biri nasıl bir melek olabilirdi ki? Ancak düşmüş bir melek. Gece, Abbadon'a yaklaştıkça olduğundan daha karanlık olmaya başlamıştı. Şehrin içindeki günahların kasveti yüz kilometre öteden insanın içindeki şeytanı uyandırıyordu. Korku, şehvet ve cesaretle harmanlanan duygular artık insanı bir günahkar yapmaya hazırdı. Şimdi tek yapmanız gereken yüz kilometre sonra karşılaşacağınız şehre tüm mahremiyetinizi açmaktı. Yıllarca hikayesini dinlediğim bu yerde olmak vücudumda sinsi bir yılanın dolanmasına sebep oluyordu. Şehrin içine girdiğimizi, yolun iki tarafına dikilmiş devasa insan bedenli, keçi başlı heykellerden anlayabiliyordum. Keçilerin ateş saçan kırmızı gözleri karanlığı daha da koyulaştırıyordu. Cama yansıyan kırmızı gözler araba ilerledikçe iki kırmızı noktaya dönerken, gözümün önünde bıraktıkları parlaklık benimle geliyordu. Dayımın ayarladığı eve gelene kadar arsız ve acımasız sokakları incelerken içimdeki intikam ateşi harlanıyordu. Arat arabayı durduğunda, geldiğimizi anlayıp arka koltukta duran çantamı elime aldım. Kilidi boynumda olan torpidoyu açıp içinden silahımı aldıktan sonra, yarım saattir arabanın içinden izlediğim karanlığa ilk adımımı attım. Esen rüzgar zaten dağınık olan topuzumdan çıkan saçları uçuştururken silahımı belime yerleştirdim. Arabanın kapısını kapatıp Arat'ın peşinden yürümeye başladım. Birkaç metre sonra yüzeyi tamamen siyaha boyanmış, üzerine kırmızı boyayla şehrin girişinde bulunan keçilerin suratları çizilmiş, harabeden hallice bir binaya girdik. Dar ve temkinsiz, dışıyla aynı boyanın kaplandığı merdivenlerden çıkıp ikinci kata geldiğimizde karanlık kadar derin sessizliği bozmadan dayımın açtığı kapıdan içeri girdik. Arat ilk olarak evi kontrol edip kimsenin olmadığına emin oldu. Sonra ışık olan tek odanın içinde ki, eski ve yıpranmış kanepenin üzerine kendini attı. Mum ışığı kadar cılız bir ışığa gözlerimi alıştırmaya çalışıyordum. Dayım, siyah kalın perdelerle örtülü pencereye yaklaşıp kendine küçük bir aralık bırakarak dışarıda kimse olup olmadığını kontrol ederken ben, Arat'ın uzandığı kanepe kadar pis olan diğer kanepeye ilerledim. "Daha temiz bir yer olamaz mıydı?" "Baba, bu kız daha şimdiden sızlanmaya başladı." Elimin altına gelen kumaş parçasını ona fırlatırken "Kes sesini köpekçik." dedim. Artık isimlerimizi kullanmayı bırakıp lakapları kullanma vakti gelmişti. Arat'ın başı olduğu çete de lakabı Kurt'tu. Fakat bu lakap bana gelene kadar kurt olarak kalabiliyordu sadece. Tam suratına isabet eden kumaş parçasının ne olduğunu fark ettiğimde hain gülüşüm dudaklarımda iyice genişledi. "Bu! Bu bir boxer mı? Ah iğrenç!" Onun bu haline daha fazla sırıtmam mümkün değilken dayım bize bakıp kaşlarını çattı. "Çocuklar! Herkes odasına. İlk nöbet benim." Dayımın otoriter sesiyle beraber ikimizde ciddiyetimizi takınıp zifiri karanlıktaki odalara, elimizde ki küçük fenerlerin ışığıyla ilerledik. İçinde sadece kendi ağırlığını bile zor kaldırıyormuş gibi görünen bir somyadan başka hiçbir şey olmayan odaya girip çantamı tozlu zeminin üzerine attım. Arat sayesinde yüzüme oturan misafir gülümseme geldiğim odada kalırken, odalara kilitlediğim kasvet yine nefretimin kokusunu alıp kendince bana yarenlik etmeye gelmişti. Belimdeki silahı çıkarıp ortamdaki pisliğe nazaran daha temiz görünen yastığın altına yerleştirdim. Ceketimi de yerdeki çantamın yanına gönderdikten sonra hem insanların hem de üzerinde yaşanan çeşit çeşit duyguların ağırlığıyla yıpranmış somyaya uzandım. Ailemin hayata başladığı bu yere ben, başlanmış hayatları sonlandırmak için gelmiştim. İntikamın insan suretine bürünmüş hali olan bedenim, bu hesaplaşma için her gün eğitilmiş, intikam ateşinin kara dumanından oluşan zihnim, bugünler için gelişmişti. Yastığımın altında deseni üzerine ustaca işlenmiş silahımı, aynı desen üzerine dövmelenmiş ve bu dövmeyi gizlemek için eldiven taktığım elime aldım. Eldiveni çıkarıp silahı çıplak elimle tuttuğumda, bedenimin tamamlanışını hissettim. Bu haz hiçbir duygunun tattıramadığı, ruhumun büyük çoğunluğunu oluşturan şeytani dürtünün, tatmin oluşundan aldığı hazdı. Artık metal yığını olmaktan çıkıp bedenimin bir parçası haline gelen aile yadigarı silahımı öptükten sonra en güvenli yere, yattığım yastığın altına koyup eldiveni tekrar elime geçirdim. Yorgun vücudumu daha fazla zorlamadan gözlerimi de kapatıp kendimi boşluğa bıraktım. Kalın siyah perdeler arkasından güneşin doğduğunu anlamak mümkün değildi. Arat beni uyandırana kadar deliksiz bir uyku çektim. Nöbet için uyandırdıklarını düşünürken, aslında planı tekrar edip uygulamaya geçirme vakti gelmişti. Silahımı belime koyduktan sonra mutfak gibi görünen neyden bozma olduğu anlaşılmayan yere girdim. Dayım sözde mutfakta bulabildikleri ile çay demlemiş, bardaklara dolduruyordu. "Mutfak bu haldeyse banyoyu görmek istemiyorum. Yüzümü burada yıkayabilir miyim?" "İstediğin yerde yıka. Kahvaltını yap planı tekrar gözden geçirelim. Bu akşam içeri giriyoruz." Ağızmın içinde kelimeleri yuvarlayarak başımı salladım. Mutfak lavabosunda elimi yüzümü yıkadıktan sonra masaya oturdum. Havlu diye adlandırdıkları yıpranmış bez parçasını yüzüme sürmek istemediğim için, kağıt havludan fazlaca alıp yüzümü kuruladım. Ben dayımın aldığı poğaçaları yemeye başlamak üzereyken o çoktan planı masaya koydu. Sessizce poğaçamdan ısırığımı alırken dayım ve Arat'ın konuşmalarına dikkat kesildim. "Sevgilin olduğuna inanmaları gerek." dedi Arat çayını karıştırırken. Dayım ağzındaki lokmayı çiğnerken başını salladı. "Bunu yapabiliriz. Daha önemli olan İs'in kim olduğunu anlamamaları." Arat da başını salladı. "Eldiveni çıkmadığı sürece anlamazlar." Sonra bakışları beni buldu." İs, eldivenine sahip çıkmalısın." Konu bana yöneldiğinde çayımı yudumluyordum. Eski ve üzerinde birkaç parça kumaş kalmış sandalyeye uzattığım bacaklarımı yere indirdim. "Görünecek olursa derimi yüzerim. Bu planın bozulma şansı yok." Dayım ayağa kalkıp omzumu sıktıktan sonra karanlık koridorda kayboldu. "Dinleme cihazı işini tekrar düşün. Tamamen savunmasız olacaksın." dedi Arat. Gözlerimi devirmeden edemedim. "Soyunmam gerekirse açığa çıkarım olmaz, kaç kere söyledim. Hem savunmasız olmak da nereden çıktı. Dayım benimle olacak." Bu haliyle hiç sahip olamadığım huysuz ağabeyimin yerini dolduruyordu. "İçim rahat değil İs. Dışarıda kalacak olmak beni rahatsız ediyor." "Korkma köpekçik. Bu iş için ölmek bile benim için bir onur." Arat anlayışla başını salladıktan sonra beni sandalyemden kaldırıp tek kolunu omzuma attı ve koridorda yürümeye başladı. Ben de onunla beraber yürüyordum elbette. Dayım silahını temizleyip beline koyduğunda çıkma zamanı gelmişti. Arat'a sıkıca sarıldıktan sonra hızlıca yanından ayrıldım. Onu bir daha göremeyebilirdim. Bunu düşünmek bile ağır geliyordu. Dayımda oğluna sarıldıktan sonra Arat'ı omuzlarından tutup mavi gözlerini Arat'ın gözlerine odakladı. "Bana bir şey olursa İs senin sorumluluğun altında olacak. Benim yasımı tutmadan önce onun güvenliğinden emin olacaksın. İs'i sorumlu tutmayı aklından bile geçirme. O benim ablamın intikamını almak için burada. Bunu böyle bil." Arat'ın dayımın sözlerinden duyduğu acı somutlaşmıştı, görebiliyordum. Aynı acı bana da iğnesini dokunduruyordu. Bu işten sağ çıkmamız olası bile değildi. Tek istediğim ailemin kanını akıtanların kanını akıtmadan ölmemekti. İntikamımı alamadığım her gün için kendimi öldürme isteğimi, başkalarına yönlendirme zamanım gelmişti. Bunun için ne gerekiyorsa yapmaya hazırdım. Arat dayıma sıkıca sarılıp vedalaştıktan sonra çıkmaya hazırdık. Arat evde kalacak ve ertesi gün çıkacaktı. Yakalanmamak için tüm tedbirleri almıştık. Arat'ın başı olduğu çeteyle alakalı olduğumuz ortaya çıkmamalıydı. Arabaya binip şehrin kıyafet satan bölümüne doğru yola çıktık. Üzerimdeki deri ceketten ve kot şorttan kurtulmalıydım. İlk girdiğim yerde üzerime, beni sıradan gösterecek kıyafetler aramaya başladım. Defalarca girdiğim kabinden bu kez dar taşlı bir büstiyer ve parlak deri bir şortla çıktım. Ayağımdaki topuklular boyumu oldukça uzatmıştı. Dayım bu halimi gördüğünde iyice yanıma yaklaştı. "Sorumlu bir dayı olup bu kıyafetleri denediğin için sana kızmam gerekiyordu. Seni bir avuç pisliğin içine sokarken 'evet onlar gibi olmuşsun' demem değil." Aynada nasıl göründüğüme bakarken gözlerimi devirmemekte zorlandım. "Sen zaten sorumlu bir dayı olarak beni bu işte yalnız bırakmadın." Dayım benden başka her yere bakıyordu. "Seni bu iş için ben yetiştirdim. Annen olsaydı bana bunun için iyi bir dayak çekerdi. Haberin olmadan hayatına devam edebilirdin." Dayımın olduğu yere gidip tam önünde durdum. "Evet. Bir aptal olarak." derken ellerimi omzuna koyup sıktım. O an bir şey dikkatimi çekti. Dayıma iyice yaklaşıp kolumu omzuna atıp oldukça samimi bir görüntü verdim. Dayım önce şaşırsa da ne olduğunu anladıktan sonra elini belime doladı. Arkadan bakıldığında öpüştüğümüz düşünülebilirdi. Dayımın sinirli mırıltılarını duyuyordum. "Geldiğimi duymuş şerefsizler." Ben fark edilmemeye çalışarak arkadaki adamları izlemeye başladım. Uzun sarılmamızın dikkat çekmemesi için dayımı bırakıp tekrar kabine ilerledim. Silahımı ceketimle kamufle edip eşyalarımı aldıktan sonra kabinden çıkıp ödemeyi yapan dayımın yanına ilerledim. Cüzdanını cebine koyduktan sonra elini belime koyup arabaya doğru yönlendirdi. Eski kıyafetlerimin olduğu poşeti arka koltuğa attıktan sonra ön koltuğa yerleştim. Dayım arabayı çalıştırırken rujumu kontrol etme bahanesiyle aynadan arkadaki adamlara baktığımda mağazanın önüne çıkmış bizim olduğumuz tarafa bakıyorlardı. Orta parmağımı göstermemek için kendimi zor tutmuştum. "Bu kadar hızlı olmalarını beklemiyordum. " dedi dayım nefretini hiç gizlemeyen bir sesle. "Sıkıntı çıkarırlar mı? " "Ateş geri geldiğime inanamamıştır. Bir şey olmaz, zaten akşam orada olacağız." Sakince yerime oturduktan sonra son derece rahatsız şortun içinde kıpırdandım. "Bu lanet şeyi nasıl giyiyorlar? " "Orada da şortun içinde böyle çırpınırsan dikkat çekersin. İntikam almadan yakalanmak yok. " Bunun anlamı ölmek yok demekti. Ölümün keskin tırnakları ensemi ürpertirken, ben ondan korkmadan hep peşimde olduğunu biliyordum. Ölümden korkmak yok. Dayım bakışlarını yoldan ayırmadan, ciddi bir konuşmaya gireceği zamanlar da olduğu gibi kalınlaşan sesini ayarladı. "Bak İs, bana ne olursa olsun planı bozmadan devam edeceksin. Rengini belli etmeyeceksin." Ellerimi kucağıma koydum. İçimdeki sıkıntıyı yok sayıp başımla dayımı onayladım. Ona olacakları biliyordum. Asla affetmeyeceklerdi, anne ve babamı affetmedikleri gibi. Ve ben de affetmeyecektim, kimseyi. Akşam olmaya, karanlık çökmeye başladığında içeri girme vakti gelmişti. Çocukluğumdan beri bu gün için yetiştirilmiş olmama rağmen içimde heyecan yılanları kıpırdanmaya başlamıştı. Sakin olmak için elimden geleni yapıyordum. Oraya akıllı bir kız gibi girip tarikata katılmam gerekecekti. Bunun içinde heyecanı sıfır tutup özgüveni çoğaltmam gerekti. Ormanlık alana geldiğimizde arabadan indik. Dayım arabayı ağaçların ve çalıların sıklaştığı yere saklamıştı. Yerde ustaca kamufle edilmiş çengeli bulan dayım yavaşça kapağı açıp geçmemi işaret etti. Özgürlüğün temiz kokusunu ciğerlerime çekip belki de mezarım olacak yere doğru merdivenlerden inmeye başladım. Dayım arkamdan gelip küçük fenerini çıkarıp yola tutarken düşmemem için de beni belimden tutuyordu. Uzun bir süre yürüdükten sonra sonunda merdivenlerin olduğu bir çıkışa gelmiştik. Yerin altındaki baskın hava artık ciğerlerime yetersiz gelmeye başlamışken dayım önüme geçti. Önümüzdeki merdivenlerden yukarı çıkıp paslı kapağı yukarı doğru araladıktan sonra tek seferde gıcırtılı sesler eşliğinde kapıyı devirdi. Dayım elimi tutup beni yukarı çekmeye başladığında temiz hava için coşan ciğerlerime derin bir nefes çektim. İkimiz de yeryüzüne ulaştığımızda iri yarı zebellak gibi bir adam bize doğru gelmeye başladı. Adamın neredeyse tüm yüzü dövme içindeydi. Farklı farklı yerlerde kaç tane olduğunu sayamadığım piercingleri ise adamı mümkünmüş gibi daha korkutucu göstermişti. "Göster." Adam tarikata ait olan dövmelerimizi soruyordu. Dayım ensesinin üzerine işlenmiş olan dövmesini gösterdikten sonra, adam benim dövmemi görmek için bana dönmüştü ki dayım dikkati yine kendisine topladı. "O misafir. Bugün dövmeyi almak için burada." Adam beni uzun uzadıya süzdükten sonra zararsız olduğumu düşünüp geldiği yere geri döndü. Yarım dakika geçmeden nereye kaybolduğu belli olmayacak kadar zifiri karanlıktan, elinde garip bir makineyle geri döndü. Bir anda ayak uçlarımda bitmişti. Ben ne olduğunu anlamadan alnımdaki sızlamayla çığlığımı koy vermem bir olmuştu. Geriye doğru düşerken dayımın arkama geçmesiyle yeri boylamam engellense de alnımdaki acıdan bayılabilirdim. Elimi alnıma götürmek için kaldırdığımda dayım elimi tutmuş adam ise alnıma bir toz üflemişti. Yüzüme gelen toz yüzünden gözlerimi kapatmak zorunda kaldıktan sonra artık küfür etme kısmına gelmiştim sanırım. "Siktir, bu ne?" Adam garip şekilde tıslarken acım geçmeye başlamıştı. Sudan çıkmış balığa dönmüşken ne olduğunu anlamak için dayıma bakmaya çalışıyordum. "Korkma. Asıl üye olmadığını herkesin bilmesi için alnına işaret bıraktı." Dedi dayım bir yandan bana destek olurken. Fazla zorlayıcı yaraya dokunma isteğiyle savaşırken söylendim."Ne? Dağladı mı alnımı şerefsiz, bu nasıl acı! " Ki acı eşiği yüksek bir insandım. Dayımdan hiç ses çıkmadığında gözlerimi sonuna kadar açıp bakmaktan kendimi alamadım. "Siktir alnımı mı dağladı bu koca adam? Bunu bana nasıl söylemezsin?" Dayımın yüzünde hınzır bir gülümseme belirdi. "Bilmen bir şeyi değiştirmezdi. Yüzüne üflediği toz acını aldı." Rahat tavırları sinirimi iyice bozuyordu. "Lanet olsun! Damgalı bir inek gibi gezeceğim yani." derken ağzımdan çıkanlara inanmak istemiyordum. Elimi alnıma götürmek istesem de dayım ellerimi bırakmıyordu. Üflediği toz nasıl acımı geçirdi bilmiyordum. Adam resmen alnımı dağlamıştı. Yüzümün ortasını! "Üye dövmesi yapıldığında o iz silinecek." Dedi dayım geçmeyen dehşet ifademe bakıp. Elimi kolumu dayımdan hırsla çektim. "Bildiğin damgaladı ayı herif. Nasıl silinecek? Estetik operasyonunun parasını mı ödeyecekler? " Burada olduğunu bile unuttuğum zebellaktan ses çıktı. "Şuan acı hissetmemeni nasıl sağladıysam silmeyi de aynı şekilde yapacağım." Tavrı sen 'beni ne sanıyorsun sürtük' der gibiydi. Ya da ben sinirden öyle düşünmek istiyordum ki öldürmek için daha fazla sebebim olsun. Acı ve şaşkınlıkla öylesine harmanlanmıştım ki silahım dayımda olmasaydı çoktan elimde olurdu. Adamın yüzündeki o kendini beğenmiş gülümsemeyi patlatırdım. Dayım yeterince kendime geldiğimi düşünmüş olsa gerek "Artık girelim." dedi. Öldüren bakışlarımı dev adamdan çekip dayıma yönelttim. Böyle bir şeyi bana nasıl söylemezdi aklım almıyordu. Acımın tamamen geçtiğini fark ettiğimde bunu nasıl sağladıklarını merak ettim. Fakat gururumdan sormadım. Zifiri karanlıkta ilerlerken sadece adım atacağımız yeri görebiliyorduk. "Umarım damgacı zebellak dostun değildir" Dedim hala sinirli olduğum için adımlarım yeri sertçe dövüyordu. Ki bu olması gerektiği gibi yerden çok ayaklarıma zarar veriyordu. "Burada kimse dostun olmaz İs. Şuan için yandaş ama dost değil. Çıkarlarının yönü değiştiğinde azılı düşmanın olabilir. Anlıyorsun değil mi?" Başımı olumlu anlamda salladım dayım görmese de. "Bunu bildiğim iyi oldu. Buradan giderken öldüğünden emin olmuş olacağım." Uzun bir müddet karanlıkta yürüdükten sonra sonunda cılız bir ışık gördüğümde sabırsızlığım artmıştı. Işığa iyice yaklaştığımızda alnımdaki aptal damgayı unutmuştum. Dayım birden durduğunda bende onunla beraber durmak zorunda kaldım. Elleri birden omuzlarımı buldu ve yönümü kendine çevirirken omuz başlarımı sıktı. "Dikkatli ol İs. Bildiğim her şeyi sana anlattım." "Her şeyi mi?! Emin misin?" Dedim alnımı göstererek. Gülümsedi. "Çoğu şeyi diyelim. Bak, bir iki istisna dışında her şeyi biliyorsun. Defalarca üzerinden geçtik. Fakat biliyorsun yıllardır buraya gelmiyorum. Değişen şeyler için çok dikkatli olmanı istiyorum." Gözlerini kocaman açmış emin olmak için bana bakıyordu. Başımı aşağı yukarı salladıktan sonra önüme döndüm. Alnımdaki damga dışında tamamen hazırdım. İçeri girdiğimde yapacağım işlerin ilk sırasında aynaya bakmak vardı. Küçücük ışığın sızdığı kapı deliğinin aslında devasa boyutta bir şatoya ait olduğunu gördüğümde şaşkın rolü yapmama gerek kalmamıştı. Dayım yanıma gelip elini belime dolarken ona sırnaşarak pozisyonumuzu tamamladım. İçerisi övülen çoğu şatoya taş çıkartacak kadar lüks ve moderndi. Tüm duvarlarda simetrik şekilde çatıya kadar oda kapıları olmasına rağmen görünürde ne bir merdiven ne de bir asansör vardı. Giriş kapısından sonra gözler önüne serilen salon ihtişam, güç ve karanlıkla kaplıydı. Şehrin girişindeki heykellerin aynılarından bu ihtişamlı salonda da vardı. Bildiğim heykellerden başka bir çok heykel ve tablolarla bezenmiş yerde, siyah duvarların üzerindeki altın rengi işlemeler ve kapılar, insanı kendine hayran bırakıyordu. Büyük salonu yürümeyi bitirdiğimizde yaklaşık on merdiven daha indikten sonra üzerinde tarikat simgesi olan kapının önüne vardık. Gözlerim etrafı incelemeye doyamadan yeni kapı dayımın itmesiyle aralanmıştı. İçerisi merak duygularını kabartan ve kesinlikle kötülüğün çekici güzelliğine hayran bırakan bir görüntüyle karşımdaydı. Fazla gerçek üstüydü. Filmlerdeki bir sahneye özenmek gibi. Kendi karakterine uyarlayıncaya kadar muhteşem görünen bir sahne gibi. İçeri girip içki, uyuşturucu, kan üçlüsüne katılmak için kıvranan duygularıma, dayımın varlığı gem vuruyordu. Ben bunların hepsinden nefret ederdim. İçimde aniden beliren, orada olduğunu hep bildiğim fakat şimdiye kadar bu denli yakın hissetmediğim şeytanım, kendi damarını kesmiş kızıl kanını benim damarlarıma akıtıyordu. Gözlerimde beliren iştah dayımın bile korkmasını sağlamış olsa gerek, parmakları kolumdan tutup bileğimi şeytanın elinden kurtarmak istercesine derime batıyordu. Buranın ve Ateş'in tüm numarası işte burasıydı. İnsanları manipüle etmek için birebir düzenlenmiş bu oyunda artık oyuncular da kendi yalanlarına inanıyorlardı. Bakışlarımı toparlamaya çalışıp dayıma doğru döndüm. Onun 'iyi misin?' diyen bakışlarına. "İyiyim ben." Dedim. Sözlerim bile alt metinden 'yalan söylüyorum' diyordu. Dayım anlayışlı bir baş sallamanın ardından önümden yürümeye başlarken eli gevşemiş olsa da hala kolumdaki varlığını belli ediyordu. Etraftaki herkes kendinden geçmiş haldeydi. İçki içenler, uyuşturucu çekenler, yanındakinin bacaklarını kollarını kesip kanını yalayanlar, dans edenler... Büyük salonda bulunan neredeyse altmış, yetmiş kişi, tepelerinde tüten günah dumanından aldıkları hazla, huzur karıştırılmış saniyelerin tadını çıkartıyorlardı. Aralarına katılmak için harekete geçen hücrelerimle savaşım, en yüksek loca da oturan adamı görene kadardı. Merdivenlerin onuncu katında sağ ve sol da olmak üzere iki küçük ve sade loca, otuzuncu basamağın bittiği yerde ise tek ve en büyük loca bulunuyordu. Kimi tamamen kimi ise yarı çıplak bedenlerle dans eden insanların arasından geçerken öldürme isteğiyle sarmalanan zihnim bedenimin hazlarını ertelemem konusunda beni yönlendiriyordu. Dayımın yanında ilerlerken bir anda önüne geçtiğimi merdivenlerin başladığı yere vardığımda fark etmiştim. Dayım yanıma yetiştiğinde elimi parmaklarının arasına alıp ayağıyla yere bir kaç kez oldukça sert darbelerle vurdu. Postallarının çıkardığı ses alt localardaki herkesin dikkatini çekmişti. Kimse bizi tanımadığı için elbette tatlı bakışlara hedef olmamıştık. Azaltılmış ışık sebebiyle kimsenin yüzü tam seçilemezken, localarda derinliğinin ne kadar olduğunu merak ettiren taraf tamamen karanlıktı. O karanlığın içinden yüzünü aydınlık tarafa geçtiğinde bile zor seçebildiğimiz biri tenezzül edip yanımıza gelmek için yeltendi. Bir basamak üstte kalıp tepemizden bize bakan adam için başımı kaldırmak yerine, sevgili rolünü iyi oynamak adına dayıma biraz daha yaklaştım. Dayım işaret parmağıyla adama eğilmesini söyledikten sonra beni bile kışkırtabilecek bir tavırlarla ve davudi sesinin kısıklığıyla adamın kulağına bir şeyler söyledi. Bundan sonra adam merdivenlerin en tepesindeki locaya gitmek için merdivenleri çıkmaya başladı. Şuana kadar ortamdaki ve içimdeki şeytanın büyüsünde olan zihnim artık kan davamın sebebi olan adamı görecek olmanın verdiği heyecanla fazlasıyla kendine gelmişti. Kalbim hızlanmış, aldığım nefes ciğerlerimi rahatlatamamaya başlamıştı. Sakin olmak için kendimi telkin etmek bile elimden gelmiyordu. Dayımın, yaşından yirmi yaş daha genç göstermesi bile ona karşı kur yapmamı kolaylaştırmıyordu. Bu durum da şuan ki heyecanıma yardımcı olmuyordu. Milyonlarca kez hayalimde bu sahneyi yaşamış olsam da şuan ki duygularımın planladıklarımla alakası bile yoktu.

editor-pick
Dreame-Editor's pick

bc

BARUT KOKUSU

read
10.1K
bc

EFRUZ ŞAHSUVAR (TÜRKÇE)

read
6.6K
bc

Gökten Düşen Aşk

read
2.3K
bc

Patika

read
6.4K
bc

SAKIN SEVME

read
2.4K
bc

Geceler Kadar Siyah

read
16.6K
bc

Bir Dizi İz (2. Kitap)

read
1.3K

Scan code to download app

download_iosApp Store
google icon
Google Play
Facebook