bc

İLK BİLET

book_age12+
114
FOLLOW
1K
READ
self-improved
confident
drama
sweet
realistic earth
feminism
friendship
illness
self discover
twink
like
intro-logo
Blurb

Merhaba sevgili okurum.

Bu kitabı okumaya başlamadan önce bilmeni isterim ki, yaşanmış satırları okumaya başlıyorsun. Umarım araya girip sana seslenmemden rahatsız olmazsın. Bilmiyorum, belki de seslenmem. Muhtemelen yazarken kendimi fazla kaptıracak ve seni unutacağım. Lütfen kendini değersiz hissetme, seninle alakası yok. Takdir edersin ki yaşadıklarımı, yazarken tekrar hatırlamak kolay olmayacaktır.

Tamam, tamam... Lafı daha fazla uzatmıyorum.

Seni her şeyin başladığı o güne götürüyorum...

chap-preview
Free preview
Bölüm Bir
KISIM 1: Acını Yaşarken Utanma Bölüm bir, “Büyük balığın bütün küçük balıkları yuttuğu bir okyanusta boyutunla değil, yüzme becerinle öne çıkmalısın.” Merhaba sevgili okurum. Bu kitabı okumaya başlamadan önce bilmeni isterim ki, yaşanmış satırları okumaya başlıyorsun. Umarım araya girip sana seslenmemden rahatsız olmazsın. Bilmiyorum, belki de seslenmem. Muhtemelen yazarken kendimi fazla kaptıracak ve seni unutacağım. Lütfen kendini değersiz hissetme, seninle alakası yok. Takdir edersin ki yaşadıklarımı, yazarken tekrar hatırlamak kolay olmayacaktır. Tamam, tamam... Lafı daha fazla uzatmıyorum. Seni her şeyin başladığı o güne götürüyorum. Gri bulutların öbek öbek gökyüzünde toplanmasından berbat bir gün olacağını tahmin etmiştim. Akabinde yaşadıklarım da tahminimi doğrulamıştı. Kıymet verdiğim bir şeyi daha kaybetmek zorunda kalmıştım. Bu yetmiyormuş gibi, kendimi yenilmiş hissetmemek için eğlenmeye uğraşıyordum. Acılarımla mücadele etme şeklim farklıydı. Ya dalga geçerek acımı değersizleştirirdim ya da çektiğim acıya karşılık kendime bir ödül verirdim, ödülümün mutluluğuyla sarhoş olur ve ayılana kadar acımı hatırlamazdım. Bugünkü acım afiliydi, ödülümün de hakkını yememek lazım… Ellerimi birbirine sürterken gevrek bir sırıtışla önümdeki envai çeşit yemeğe bakıyordum. Hep lüks bir mekâna gitmeyi ve garsona, “Donatın!” dedikten sonra afiyetle yemeklerimi yemeyi istemiştim. Bu isteğimi gerçekleştirmiş olmak, fevkalade bir keyifle sarmalanmama sebep olmuştu. Unutalım bakalım acımızı. “Nasıl yani?” diyen Ecrin’e göz devirdim. Sabahtan beri yaptığı tek şey şaşırmaktı. “Nereden buldun sen bu kadar parayı?” Ah, sorgulamaktan ve azarlamaktan da geri kalmamıştı elbet. Açık kahve saçlarını at kuyruğu yapmış, kaküllerini tel tokayla geriye doğru tutturmuştu. Siyah dar tişörtünün kollarını dirseklerine kadar sıvamasından, “İstemem yan cebime koy,” ayağı çekmesine rağmen iştahla yemeklere gömülmek için hazırlandığını anlayabilmiştim. Sofraya konulan her yeni tabakta ışıldayan gözleri ve guruldayan karnı da bu tahminimi doğruluyordu. “Bir kere de sussan,” diye homurdansam da biliyordum ki, benden bir açıklama duymazsa ödülümü bana zehir edecekti. “Ana bırak kendini, keyfini çıkar,” derken mantarlı bonfilemin tadına bakıyordum. Ağzımda kıyıl kıyıl dağılan etle gözlerimi büyütürken konuşmak üzere olan Ecrin’in sözünü kestim. “Çok iyi! Hemen tadına bak…” İç çekse de dediğimi yapmış, bonfilesinden küçük bir parça kesip ağzına götürmüştü. Lokmasını yuttuktan sonra kalkan kaşları ve beğeniyle büzülen dudakları beni gülümsetti fakat Ecrin bu ifadesinden çabucak kurtulmuş ve kuşkucu hallerine geri dönmüştü. Yumruğunu masaya koyarak dişlerinin arasından, “Peri…” dedi. Evde olsaydık o yumruğu masaya kesinlikle böyle yavaşça koymazdı. Sözlerine tane tane konuşarak devam etti: “Bütün bu yemeklere yetecek parayı nereden buldun?” “Yoldan,” derken tek omzumu silkmiştim. “Biri düşürmüş.” Yüzümde gezinen gözleri bir radar gibi mimiklerimi analiz ediyor, ciddiyetimi sorguluyordu. Düz ifadem onu dehşete düşürmüş olacak ki, “Allah belanı vermesin senin!” diye hırladı. Buruşan yüzüne ve büzülen dudaklarına gülmemek için kendimi zor tutuyordum. Çatalını tabağın yanına atarken sessizce beni azarlıyordu. “Ağzıma haram lokma sokmadığın kalmıştı, onu da yaptın!” Tiksinircesine omuzlarını silktiğinde boynundaki damarların attığını görmüştüm. Muhtemelen ağzındaki haram lokmanın kırıntılarını temizlemek istediği için suya uzanmış ama onun da haram olduğunu hatırlayınca ellerini kendine doğru çekmişti. Gülüşümü daha fazla içimde tutamazken, “Şaka yapıyorum…” dedim. Gözlerini kırpıştırarak sessizce sabır dilemişti. “Nasıl ödeyeceğiz biz hesabı? Filmlerdeki gibi bulaşık yıkamayı falan hayal ettiysen o iş öyle değil güzelim!” “Param var, merak etme. Keyfini çıkar.” “Allah’ım delireceğim! Nereden buldun parayı sen?” “Kitabımı sattım.” derken göz kontağımızı kesmiştim. Eti dilim dilim keserken Ecrin’in, “Senin tamamlanmış kitabın yoktu ki.” dedi. Cümlesine son noktayı koyduktan hemen sonra yaptığım şeyin farkına varmasını ama yapmadığıma kendini inandırmak ister gibi, “Yarınımız Yokmuş Gibi’yi satmış olamazsın…” demesini dinliyordum. Eti tabağın kenarındaki soslardan birine batırırken, “Bu sosun tadı nasıl acaba?” diye mırıldanıyordum. “Peri, sakın sattım deme.” Çatalın ucundaki lokmayı ağzıma götürdüm. Yoğun kekik tadının yanında başka baharatları da aldığım domates sosu tek kelimeyle fevkaladeydi. “Enfes! Dene bunu. O kadar baharata rağmen nasıl bu kadar hafif kalmış ki bu sos? ” İç çekerek arkasına yaslandığını ona bakmıyor olsam da görebilmiştim. Bakışlarından kaçıyordum çünkü onun bakışları uyuması için ninniler söylediğim duygularımı uyandıracaktı. Ecrin beni anlardı. Kafamın içinde taşıdığım onlarca evreni ve o evrenlerde yaşattığım binlerce insanı yadırgamazdı. Kendilerini ifade etsinler diye parmaklarımı karakterlerime verirdim. Onlar benim parmaklarımı kullanarak kendi kaderlerini sayfalara dökerdi ve ben onların hayatlarını satardım. Yanağımın içini ısırdım, göğsümün tam ortasında bir baskı hissediyordum. Bana göre yaptığım şeyin insan ticaretinden hiçbir farkı yoktu ve bu hislerime saçmalık diyerek burun kıvırmayan tek kişi Ecrin’di. Şimdi onun gözlerine bakarsam bir hayalet yazar sıfatıyla hayatlarını sattığım karakterlerimi görecektim. “Yarınımız Yokmuş Gibi senin için çok özeldi. En değer verdiğin kitabındı.” Haklıydı. Bütün kurgularım aklımda doğardı fakat, “Umursamaz görünme, umursamaz ol.” diyen genç bir yazara söz hakkı verdiğim bu kitap, kalbimde doğmuştu. “Biz niye içecek söylemedik?” “Peri, şöyle davranma lütfen. Neden sattın? Sen o kitabı paraya ihtiyacın olduğu için satmış olamazsın.” “Paraya ihtiyacım vardı.” derken onu geçiştirdiğim, ses tonumdan anlaşılabiliyordu. Biraz daha bu konuyu irdeleyerek kendime verdiğim ödülün içine ederse ağlamaya başlayabilirdim. “Bana yalan söyleme. Gizlimizin saklımızın olmasından hoşlanmıyorum.” “Şu konuyu kapatacak mısın artık?” Sonunda başımı kaldırıp gözlerine baktığımda vazgeçmeyeceğini haykıran bakışları gördüm. “Bu kitabı asla satmam diyordun.” Gevrek bir sırıtışı dudağıma maske niyetine taktım: “Asla, asla deme.” diye alayla konuşurken içten içe hayatın ne getireceği belli olmaz klişesini dibine kadar yaşadığımı düşünüyordum. Neyse ki hayatın darbe girişimlerinin üstesinden gelmeyi küçük yaşta öğrenmiştim, artık daha kolay atlatıyordum. Yani, umarım atlatabiliyorumdur. “Bu kitabın senin için ne kadar önemli olduğunu biliyorum.” “Artık önemli değil, ne de olsa…” derken elimi yumruk yapmış ve masaya vururken açık arttırmadaymışız gibi konuşmaya devam etmiştim: “Sattım gitti!” İçimde bir şeyler koptu ama gidemedi. Oralarda bir yerlerde pinekliyor. “En sevdiğin kitabın başka birinin adıyla basılacak…” Bilerek yaptığını biliyordum. Kaçtığım her şeyi sesli dillendirerek beni bir şeylerle yüzleştirmeye çalışıyordu ama buna gerek yoktu. “Burası sana da kendini zengin hissettiriyor mu?” sorusunu sorarak konuyu değiştirdim. Mekânın altın kaplama dekorlarında, kubbe şeklindeki tavanında göz gezdirirken kafamın içini temizlemeyi amaçlıyordum. Sağ tarafımızdaki duvarı boydan boya pencere olan, ferah bir restorandaydık. “Pekâlâ…” diyerek pes etti. “Şimdi susuyorum ama o kitabı neden sattığını bana söyleyeceksin.” Araya giriyorum; o kitabı neden sattığımı sana bile söylemeyeceğim, sevgili okurum. Bu sır, bu hikâyenin gizemi değil fakat dikkatli okursan bu kitapta aslında çokça hikâye anlattığımı görebilecek hatta belki de küçük sırrımı sana söylemememe rağmen bulacaksın. “Zengin hissedince zengin hayalleri kurmaya başladım.” demem, sonunda Ecrin’i güldürmüştü. “Hayal kurmak için bahane arıyorsun.” “Söyleyeyim mi yeni hayalimi?” Sonunda bakışlarımı gözlerine değdirmiş, ağzındaki lokmayı çiğnerken başını olumlu anlamda sallamasını izlemiştim. “Bir gün zengin olursam havaalanına gideceğim ve yurtdışına ilk uçak nereyeyse oraya uçacağım. Gittiğim ülkeyi canım sıkılana kadar gezeceğim, orada aklıma gelen kurguları yazacağım. Ülkeden ayrılmak için tekrar havaalanına gideceğim, ilk uçak hangi ülkeyeyse yine oraya uçacağım. Türkiye uçağına denk gelene kadar gezeceğim.” Sanki bu söylediklerimi sahiden yapıyormuşum gibi anaç bir tavırla, “Ne zaman dönersin Allah bilir…” dedi. Tek omzumu silkerken, “Belki de hiç dönmem, ölene kadar gezerim.” dedim. “Ben zengin olursam direkt gayrimenkule yatırım yaparım.” Çatalımı bıraktıktan sonra alaylı bir tavırla arkadaşımı alkışladım. “Ufkun ne kadar geniş, babaanneciğim.” “Ayaklarım yere basıyor…” Cümlesine devam etmeden önce bıçağıyla beni işaret etti. “Senin aksine.” Bu konu hakkında biraz daha atışarak yemeğimizi yemiştik. Bana kalsa bir daha kapısının önünden bile geçemeyeceğimiz bu restoranda oturabildiğimiz kadar oturmalıydık fakat öğle molası bitmek üzere olan Ecrin’in gitmesi gerekiyordu. “Hesap bende. Sen gecikme, git hadi.” derken bardağın dibinde kalan suyu içiyordum. “Emin misin, beklediğimizden fazla tutmasın?” “Hesaplayarak sipariş vermiştim, merak etme. Ne kadar geleceğini biliyorum.” Püskürterek gülecekken son anda ellerini ağzına kapatmış, olduğu yerde kahkahasını dizginlemek için adeta kıvranmıştı. Ne olduğunu sorgularcasına kaş göz yapmamla derin nefesler alarak kendini sakinleştirmeye çalıştı. “Sabahtan beri sosyetik sosyetik davranmalar, kendimi zengin hissediyorum demeler ama fiyatına bakmadan yemek sipariş edememeler.” diye benimle alay ettiğinde gülerek cevap verdim. “Bizden de bu kadar oluyor işte gülüm, neticede malzeme belli…” Kahkahası bir tebessüme dönüştüğünde çoktan ayaklanmıştı. Bordo takımının ceketini düzeltip siyah çantasını omzuna taktı. Yanımdan geçerken burnumu sıkmış, “Kesene bereketler, mezarına çiçekler…” diyerek çıkışa doğru ilerlemişti. Cebinde taze para bulunduramayan bir insandım. Kazandığım parayı aynı gün içinde tükettiğim için de genellikle bana anlık yetecek paralar kazanır, düzenli bir işe girmezdim. Çok darda kaldığımda satabileceğim bir yeteneğimin olması hayatın bu garibana yaptığı bir iyilik olmalıydı. Hesabı ödedikten sonra eve gidecektim fakat Pelin Hanım’dan gelen mesajla yolumu telefonuma gönderilen konuma çevirmiştim. Bu kadına bulaşmış olmakla mafyaya bulaşmış olmak arasında hiçbir fark yoktu. Karşısında dik durmasam iliğimi sömürmek için bir saniye beklemezdi. Pelin Pelvin, kitapları aylarca çok satanlardan inmeyen başarılı bir genç kadındı. Yere göğe sığmayan özgüvenini, herkes kendinin farkında olmasına yoruyordu. Ne de olsa o nam-ı değer sözcüklerin sırrını çözen kadındı. Beni çağırdığı yere giden otobüsten indikten sonra bir süre daha yürümem gerekmişti. Evinin bu nezih muhitte olduğunu tahmin ediyordum. Beni evine hiç çağırmamıştı. Gizlilik sözleşmelerini kuytu köşede imzalar, paramı verdikten sonra yüzüme bakmadan çeker giderdi. Yarınımız Yokmuş Gibi, ona sattığım üçüncü kitabımdı. Diğerlerinden daha fazla ödeme yaptığı için sadece elim çok sıkışık olduğunda bu kadına katlanmak zorunda kalırdım. Fakat Pelin Hanım geçen sene benden satın aldığı kitapla ödül kazandıktan sonra bir örümcek gibi ağlarını etrafıma örmüş, normalin üç katı fiyat teklifinde bulunmuştu. Evet, sevgili okurum. Kitabımı satın alan yazarı açıkça belirterek gizlilik sözleşmesini ihlal ediyorum. Biliyor musun, bedeli ne olursa olsun bunu yaptığım için pişman olmayacağım. Evet, kimse benim hakkımı yemedi. Evet, görünürde ben kendi isteğimle kitabımı sattım ve karşılığını da aldım. Senden gözünü açmanı ve olayların görünür halinden sıyrılıp aslını görmeni istiyorum. Okumaya devam et lütfen. İki katlı, beyaz, klasik bir villanın önünde durduğumda navigasyondaki ince ses hedefime ulaştığımı tekrar edip duruyordu. Telefonumu kot pantolonumun arka cebine sıkıştırdım. Tek omzumda sallanan çantayı iki omzuma taktım. Nedensizce gerilmiştim. Zile bastım. Bir dakika geçmeden kapı açıldı ve Pelin Pelvin ile göz göze geldim. Kahverengi kadifeden pantolonu ispanyol paçaydı. Üzerinde tek omzunu saran siyah bir büstiyer ve ayaklarında siyah botlar vardı. Konuşmadan birkaç adım geriye çekilip içeri girmemi bekledi. “Bir sorun mu var Pelin Hanım?” “Evet…” dedi, otoriter bir sesle. “Ama çözülür.” Yanağımın içini ısırırken aklıma gelen tek şey hayalet yazar olduğumu Ecrin’in biliyor olmasıydı. Aslında Pelin Hanım’ın bunu herhangi bir yerden duymuş olması imkânsızdı, ne de olsa söylediğim tek kişi Ecrin’di ancak yine de gerilmiştim. “Peki… Sorun nedir?” diye sordum, gerginliğimi kamufle eden meraklı bir edayla. “Sana anlaştığımızdan fazla ödeme yapmışım.” Problemin bu olacağı aklımın ucundan bile geçmemişti. Sözleşmede yazan miktarla hesabıma yatan miktarın aynı olduğuna emindim, defalarca kontrol etmiştim. “Özür diliyorum Pelin Hanım, anlayamadım?” derken ukala bir tavır kullansam çok iyi yapmış olurdum fakat gülümseyerek, kibar bir tonda konuşmuştum. “Neyini anlamadın?” diye sordu, laftan anlamayan bir insanmışım gibi omuz düşürüp başını iki yana sallarken. “Anlaştığımızdan fazla para almışsın.” Sanki bir böcekmişim ve aslında beni ezmesi çok kolaymış ama aynı zamanda da tiksinç olduğum için bana yaklaşmaya tenezzül dahi etmezmiş gibi davranıyordu. Sürekli gözlerini devirmesi de oldukça sinir bozucuydu. Arka cebimdeki telefonumu çıkardım. Kontrollü bir sesle, “Aslında kontrol etmiştim ama tekrar bakayım…” derken bankanın mobil uygulamasını açıyordum. “Bakın…” diyerek telefonu ona çevirdim. “Sözleşmede yazan miktarı yatırmışsınız.” “Yanlış hatırlıyorsun Perihan’cığım. Sözleşmeden üç yüz lira fazla var burada.” Yoktu. Para tam da anlaştığımız kadardı. “Öyleyse bir de sözleşmeye bakalım Pelin Hanım…” derken kontrollü tavrımı sürdürüyordum. “Gerek yok, parayı senden geri almayacağım.” “Benden geri alabileceğiniz bir kuruş bile yok zaten, Pelin Hanım.” Her sözcüğü bastırarak dillendirmiş olsam da beni duymazdan gelmişti. “O üç yüz liranın karşılığında başka bir şey yapacaksın.” Gözlerim hayretle aralandı. Daha önce de bu kibirli tavırlarına katlanmak zorunda kalmıştım ancak ilk defa bu kadar ileri gidiyordu. Ama hata bende, üç kere aynı kişiye kitabını satarsan seni böyle malınmış gibi kullanırlar tabii! Ne de olsa bu insanlar Dünya’ya bir şeylerin sahibi olmak için geldiklerini düşünürler. “Yarınımız Yokmuş Gibi, editörün elinden geçti. Bir de senin okumanı istiyorum, ekleme veya çıkarma yapman gerekebilir. Bu akşam benim gözetimimde halledeceksin bu meseleyi. Son aldığım ödülden sonra mükemmel bir kitapla yoluma devam etmeliyim.” Yalnız o ödülü ben aldım Pelin Hanım, diyemedim ama ona haddini çok güzel bildirdim sevgili okurum. “Bu benim görevim değil, sözleşmemizde de böyle bir madde yoktu.” Güçsüzsen ve güçlüyle muhatapsan yapman gereken ilk şey kendini ezdirmeyeceğinle ilgili karşı tarafa gözdağı vermek olmalıydı. “Zaten bunun için para alacaksın, hatta çoktan hesabına yatmış.” Derin bir nefes aldıktan sonra, “Bakın bu diyalog çok uzadı.” diyerek ona doğru bir adım attım. “Bana fazla para vermediniz. Ya sözleşmeyi açar, fiyatı kontrol edersiniz ya da ben foyanızı ortaya çıkarırım sözcüklerin sırrını çözen kadın.” Net tavrım onun alayla gülmesine sebep oldu. “Gizlilik sözleşmemiz var, hiçbir şey yapa-“ “Hadi ya…” diyerek sözünü kestim. “Ben o sözleşmeyi ihlal edersem tazminat ödeyeceğim hatta belki birkaç yıl içeri attırırsın beni, peki her şey ortaya çıktıktan sonra sen ne yapacaksın? Kimin daha fazla zarar alacağını tartışmayalım istersen, Pelin Pelvin.” Gözlerine son kez baktıktan sonra kapıya yönelirken arkamdan seslenmesini umursamıyordum. Kapıyı açtım ve çıkmadan önce yüzüne baktım. Az önce ona diklenen ben değilmişim gibi tatlı bir sesle, “Pelin Hanım…” dedim. “Bu size sattığım son kitabımdı. Rica ediyorum beni bir daha aramayın. İyi günler.” Kapıyı kapatıp hızlı adımlarla villanın avlusundan çıkarken sinirli olmakla birlikte mutluydum. Sistemin zayıf halkasında hakkını arayanların işi her zaman daha zordur. Etrafınız, üzerinizde güç gösterisi yapıp egolarını tatmin etmek isteyen insanlarla doluysa çok daha zordur! Bütün bu zorlukları bahane ederek boyun bükecek ve kaderime razı gelecek değildim elbet. Büyük balığın bütün küçük balıkları yuttuğu bir okyanusta boyutumla değil, yüzme becerimle öne çıkmalıydım. Aklınca ekonomik gücünü kullanarak beni aşağılayacaktı… Hadi oradan! Aşağılamak için iki kaba kelimeyi yan yana koymak gerekmez, bazen birine dönüp ikinci kez bakmak bile bir aşağılama şeklidir ve biz insanlar farkında olmadan bunu sürekli yaparız. Aslında kendimizi bu kadar önemsemesek kimse kendini aşağılanmış hissetmezdi çünkü mesele hiçbir zaman birini küçük görmek değildi, mesele kendini üstün görmekti. Doğrusu… Bu üstünlük yarışında kazanan, aslında kaybedendi. İki yanında da lüks villaların, bakımlı bahçelerin olduğu yola çıktığımda, “Huh!” gibi bir ses çıkararak nefesimi üflemiştim. Başımı sağ tarafıma çevirerek siyah spor arabaya baktığımda yansımamı görmek hoşuma gitmişti. Omuzlarımı geri atmış, dimdik durmuştum. Dişlerimi göstererek gülümserken arabaya iyice yaklaşmıştım. “Perihan Güneş…” demiş ve yansımama işaret parmağımı sallayarak konuşmama devam etmiştim. “O kadının seni sömürmesine izin verseydin var ya alırdım seni ayağım altına.” Gevrek sırıtışımı genişletmiştim. “Gurur duyuyorum seninle.” Günün geri kalanında bu gururlu gülümseme dudaklarımdan eksik olmamıştı. Sevgili okurum, her şeyin başladığı o günü okudun. Ne kadar sıradan bir günmüş gibi görünüyor, değil mi? Dikkatini çeken hiçbir şey olmadığına eminim. Yaşarken ben de tuhaf hiçbir şey hissetmemiştim fakat o gün bir sihirli değnek, sonunda Peri’sini bulmuştu.

editor-pick
Dreame-Editor's pick

bc

GECE GÜNEŞİ

read
2.1K
bc

Zor Ajanlar

read
1K
bc

KIRIK ANILAR MAHZENİ

read
1.7K
bc

PRENSİN KORUMASI

read
8.6K
bc

O KIZA ŞİMDİ BAK

read
4.0K
bc

KARANLIĞIN GÖLGESİ

read
2.5K
bc

GİZ

read
6.8K

Scan code to download app

download_iosApp Store
google icon
Google Play
Facebook