bc

Aşk Bize Yarasın

book_age16+
433
FOLLOW
1.5K
READ
family
kickass heroine
inspirational
drama
twisted
mystery
first love
lies
naive
passionate
like
intro-logo
Blurb

Aşkın rüzgârına karşı koymaya çalışan, vicdan borcunu aşkıyla ödemeye kalkan bir adamdı Özgür. Yitik mutluluklarına, kırık yaşamına rağmen cesaretini aşkından alan, hep gel diyendi Ömür. Hep sevendi… Umut ise adının çok uzağında bir yaşamdan bakarken hayata, Bahar kokulu bir kadının nefesinde can bulandı. Ve bu iki adam; yüreklerinde paylaştıkları isim gibi, birbirlerini de kazımışlardı unutulmazlarına. Kandan olduğu gibi, kalpten de birlerdi onlar. Bu onların hikâyesiydi. Ömür ve Özgürün. Bahar ve Rüzgârın."Duyuyor musun çalan şarkıyı? Seni çalıyorlar Bahar… Seni dokuyorlar notalara… Sen şarkısı çalıyor her bir yanımda. Ve ben sağır olmak istiyorum başka her sese…"

chap-preview
Free preview
1.bölüm
Koşarak çıktığı yokuşta nefes nefese kalsa da durmadı Ömür. Okulun kütüphanesinde fazla oyalanmış ve kardeşinin doktorla olan randevusunu unutmuştu. Otobüsü de kaçırınca koşmak zorunda kalmıştı. Sonunda evinin olduğu sokağa geldiğinde nefes nefeseydi. Ayaklarında koşacak derman kalmasa da zorladı kendini. Gönül'ün sinirlenmemiş olmasını umarak girdi eve. “Yine geç kaldın.” Kardeşinin ses tonu, Ömür'e dikkatli olması gerektiğini anlatmaya yetmişti. Böyleydi kardeşi. Sinirli olduğu anlarda kendini kaybedecek noktaya gelir ve sonrasında kendini, kişiliğini unuturdu. Çocukluktan kalan bazı sorunları zaman geçtikçe daha beter hale gelmiş ve Gönül'ün iç benliğini altüst etmişti. Bu zamanlarda kardeşinden olabildiği kadar uzak dururdu Ömür. Kendisini korumak istediğinden değil, kardeşini korumak istediğinden yapıyordu bunu. Çünkü biliyordu ki vücudunda yer edinen herhangi bir iz en çok Gönül'ü üzecekti. “Özür dilerim. Çıkalım mı hemen?” diye sordu. Sesini olabildiğince inceltmeye çalışmış, sanki onunla ilgilenmiyormuş gibi bir hava yaratmıştı elinde tuttuğu kitaplara bakıp konuşarak. “Doktor diye tutturan sensin ve geç kalıyorsun! Benimle ilgilenmekten bıktıysan söyle.” “Tabi ki öyle değil. Senden bıkacağımı nasıl düşünürsün?” dedi, gözleri dolarken. Yine aynı şeylerin olacağı düşüncesi korkuttu Ömür'ü. Gönül'le en son bu şekilde konuştuğunda, onu banyoda baygın bir şekilde bulmuştu. Kardeşine bir şey olmasına dayanamazdı. Söylediği, yaptığı her şeye katlanabilirdi ama onsuzluğu taşıyamazdı yorgun yüreği. “Sende terk edeceksin beni! Sende gideceksin…” “Hayır. Hayır canım ben hiçbir yere gitmeyeceğim.” Dedikten sonra Gönül’ün yanına gelerek kollarını küçük bedenine sardı. O kadar kırılgandı ki Gönül. Kullandığı ilaçlar yüzünden zayıf olan bedeni iyice küçülmüştü. Gözaltlarındaki morluklar, geceleri de gündüzleri olduğu gibi bir savaş içerisinde olduğunu anlatıyordu Ömür'e. Küçük kardeşi için doktora götürmekten başka bir şey yapamamak yakıyordu içini. Tek ailesiydi Gönül..Tek arkadaşı, tek sırdaşıydı. Çocuğuydu kimi zaman. Her şeyiydi... “Bağırmak istememiştim özür dilerim…” Kardeşinin hüzünlü gözlerine bakamadı Ömür. Başını tekrar göğsüne yaslayıp sımsıkı sarıldı. “Önemli değil bir tanem. Hadi çıkalım.” Evden çıkıp hastaneye geldiklerinde, Gönül'ün her zaman muayene olup, sıkıntılarını anlattığı doktoru bulamadılar. Onun yerine bir başka doktor ilgilenecekti Gönül'le. İçi sıkıldı Ömür'ün. Niye böyle bir değişiklik olmuştu ki? Hem Gönül kabullenecek miydi yeni birini? Güvenebilecek miydi? Kardeşine belli etmese de korkularını, panik olmadan edemiyordu. Yeni bir doktorun varlığı tereddüt oluşturmuştu Ömür'de ve bunun nedeni elbette Gönül'dü. Eğer Gönül'ün bakışlarında herhangi bir hoşnutsuzluk görürse ne olursa olsun kardeşini alıp gidecekti. Zorlamayacaktı hiçbir şeye. Kapıyı açıp içeri girdiklerinde beklediğinin aksine genç bir doktordu karşısında duran. Önceki doktor da orta sayılabilecek bir yaştaydı ve biraz da bu yüzden Gönül'le iyi anlaşmışlardı. “Buyurun. Şöyle oturun lütfen.” Ömür, kardeşiyle beraber doktorun gösterdiği yere oturdu. Raporları vermesine gerek olmadığını sekreterden öğrenmişti. “Merhaba. Tanışalım mı Gönül?” Ömür, kardeşinin başını salladığını görünce, az önceki endişesinin boşa olduğunu anladı. Eğer kardeşi ısınmasaydı bu genç doktora odaya bile girmeyeceğini biliyordu. “Ben Özgür. Senin adın da Gönül. İsimlerimiz uyumlu değil mi? Bu güzel bir şey.” Gönül'ün utanıp da başını eğdiğini görünce, Ömür'ün yüzünde uzun zamandır oluşmayan bir gülümseme oluştu. Nefesini tutarak izlemeye devam etti kardeşini. “Uyumumuz yalnızca isimlerimizle kalmasın değil mi? Konuşursak ortak bir şeyler bulabileceğimizden eminim.” Ömür, isminin Özgür olduğunu öğrendiği doktorun bu denli kibar ve anlayışlı olmasını beklemiyordu. Diğer doktorlar gibi kardeşini konuşmaya zorlamıyor, güzelce, tatlı bir dille konuşmaya teşvik ediyordu. Kardeşine bakan gözler kendini bulduğunda bir an ne diyeceğini bilemedi Ömür. Kendini tanıtması gerektiğini fark ederek konuşmaya başladı. “Ben Ömür, ablasıyım.” Dedi, sonunda.  “Gönül'ün bana söyleyecek bir şeyleri var gibi görünüyor.'' Adamın sözlerini duyunca bakışlarını kardeşine yöneltti. Kardeşi dudaklarını dişliyordu. Gönül utanarak bir şey söyleyeceği zamanlarda dudaklarını böyle ısırırdı. “Gözlerin çok güzel. Orman yeşili gibi.” “Senin de gözlerin çok güzel.”  “Gözlerim gece gibi. Hiç de güzel değil koyu bir karanlık. Tıpkı bana benziyor.” Ömür, kardeşinin sözlerini duyunca ürperdi. Nasıl karanlık olabilirdi küçüğü? Kendini böyle mi görüyordu? Doktorun konuşmasına fırsat vermeden, Gönül'ün ellerini tutup yüzüne bakmasını sağladı. “Sen öylesine beyazsın ki... Karanlık değilsin. Gölgen bile karanlık değil. Melekler kıskanıyor seni. Öyle bir ışık yayıyorsun ki etrafına, beyaz senden utanıyor...” Gözyaşları ile bitirdi cümlesini. Çok yorulmuştu Ömür. Kardeşine yetemediği her anda biraz daha tüketmişti ömrünü. Acılar içinde ağlamasına şahit oldukça, görünmeyen şeylerin varlığına saplandıkça, içinden çıkılmaz bir bataklığa sürüklenmiş gibi hissetmişti kendini. Gönüllüydü bu bataklıkta kardeşiyle birlikte yok olmaya. “Biliyor musun Gönül, bu gün ne düşündüm?”  Doktorun konuşmaya başlamasıyla, kendine gelerek sildi gözyaşlarını. “Ne düşündün?” diyen soran Gönül, ilgiyle bakıyordu karşısındaki adama. “Ben o kadar sene okudum doktor oldum ama kendimi işe yaramaz biri gibi hissediyorum. Dedim ki kendime, bırak şu mesleği kimseye yararın dokunmuyor zaten. Sence öyle biri miyim? Kimseye yardım edemez miyim?” “Hayır… Doktor olmak çok zormuş ama sen olmuşsun. Niye bırakıyorsun ki?” “Ben iyi bir doktor değilmişim. Öyle diyorlar.” “İnanma sen onlara. Sen çok iyi bir doktorsun.” Diyen Gönül, Ömür’ü şaşırtmaya devam ediyordu. Eski doktoruyla bile bu kadar konuşmaz, ilgilenmezdi. Anlayamıyordu… “Buna inanmam için bana yardım eder misin peki? Kendime olan inancımı seninle geri kazanabilir miyim?” “Ben ne yapabilirim ki?”  Kardeşinin şaşkın bakışları eşliğinde dudaklarından dökülen söz, Ömür'ü de merak ettirmişti. Ne yapıyordu bu doktor? Elbette söylediklerinin gerçeği yansıtmadığını biliyordu Ömür ama amacını anlayamamıştı. “Sana yardım etmeme izin verir misin? Seni iyileştirebilirsem kendime olan inancımı da kazanmış olurum.” Ömür, şaşkınlıktan ağzının aralandığının farkında değildi. Nasıl biriydi bu adam böyle? Tedavi süreci çok zorlu bir süreçti ve Gönül her seferinde yarım bırakıyordu. Karşısındaki adam bunu biliyor olmalı ki böyle bir yönteme başvurmuştu. Tedaviden bahsedip yararlarını anlatmadan, yaşayacağı acıları dile dökmeden ne yapması gerektiğini söylemişti. Korkutmadan, olması gereken bir şeymiş gibi. Yardıma ihtiyacı olan Gönül değil de kendisiymiş gibi... “Eğer kabul edersem bana ne olur?” Kardeşinin biraz cesaret biraz da korkuyla sorduğu soru, Ömür'ün de merak ettiği bir soruydu. Tedavinin sonunda ne olacaktı? İyileşme ihtimali gibi şu an olduğundan daha kötü de olabilirdi. “Kabul edersen eğer ben çok mutlu olurum. Sen ise iyileşmiş olursun.” “Nasıl bu kadar emin olabiliyorsunuz?” Ömür, dayanamayarak sormuştu bu soruyu. Genç adamın bu kendinden emin halleri kafasını karıştırıyordu. Neden risklerden bahsetmiyordu? “Gönül'e inanıyorum çünkü. Başaracağını biliyorum.” “Onu tanımıyorsunuz bile…” dediğinde, yüzü acıyla buruşmuştu. Canı yanıyordu Ömür’ün. Kardeşi, nefesi iyi olsun istiyordu tüm kalbiyle… “Gönül’ü tanımıyorum ama iyileşmek istediğini biliyorum. Ve bu isteği, ancak sizinle birlikte yol alırsak gerçekleşebilir. Siz ona olan sevginizi göstereceksiniz. Ona olan ihtiyacınızı, onsuz devam edemeyeceğinizi. Yanında, kokusunu soluyarak uyuyacaksınız. Varlığınız onu gün yüzüne çıkartacak. Yaşamak için amacı olacaksınız. Siz ona iyi geleceksiniz Ömür Hanım tıpkı onunda size iyi geldiği gibi.'' Ömür, az önce ki sert çıkışı için utanarak başını önüne eğdi. Olabilir miydi böyle bir şey? Sevginin gücü bu kadar kuvvetli miydi? Bilmiyordu ki… Sevginin hiçbir türlüsünü tanımamıştı Ömür, tatmamıştı. Bir tek kardeşine duyduğu, içinde bitmek bilmez bir sevgi vardı.  “Sizi anlıyorum. Korkuyorsunuz kardeşiniz için ama korku size ancak zarar verir. Ve ona da. Kendi korkularınızı ona mâl etmeyin. Bırakın ne olacağını düşünmeyin. Allah'ın mucizeleri öylesine çok ki… Siz ister ve uğraşırsanız biri de Gönül olacak.” 'Hastaneden çıktıklarında hala düşünüyordu Ömür. Mucize... Sıkı sıkıya sarıldı bu kelimeye. Nasıl olmuştu bilmiyordu ama tek bir söz endişelerini alıp götürmeye yetmişti. Şu anlık bile olsa korkmuyordu Ömür. Doktorun da dediği gibi Allah'ın sayısız mucizesi vardı Gönül neden bunlardan biri olmasındı ki? Eve geldiklerinde kardeşinin yemeğini hazırlayıp başucuna koydu. Gönül tüm kişisel ihtiyaçlarını kendi karşılayabilecek bir durumda olmasına rağmen bazı konularda Ömür'e ihtiyaç duyuyordu. Ateşe yaklaşamıyor, görmeye bile dayanamıyordu. Bu yüzden mutfakla arasında ciddi bir mesafe vardı. Yemek piştiği zamanlarda özellikle. Ömür, kardeşinin saçlarına ufak bir öpücük kondurarak yanından ayrıldı. Düşünmek istemiyordu artık. Ne yapması gerektiğini bilememek, neyin doğru neyin yanlış olduğunu anlayamamak Ömür' e göre değildi. Hep mantık insanı olmuştu Ömür. Duygusallığını arka plana atmayı bilmiş, yaşamak için mücadele etmişti hayatla. Küçücük yaşta anne olmuştu üstelik. Ufacık omuzlarına binmişti dünyanın yükü. Nefesi olmuştu Gönül… Nefesim derdi çoğu zaman ona. Onsuz bir yarını bile düşünemiyordu ki Ömür. Kendini yalnızca Gönül'e adamıştı. Kapatmıştı kendini uçarı sevdalara. Kardeşine olan sevgisi öylesine büyüktü ki bir başkasına yer kalmamıştı yüreğinde. Sevmekte istememişti. Anne olmanın ağır sorumluluğu varken üzerinde, hangi sevdaya yer açabilirdi kalbinde? Müzik vardı bir de hayatında. İçinde ki umutsuzluk tohumlarını notalarla söküp attığı, her bir tonunda canlandığı müziği... Ruhundaydı müzik. Kardeşinden sonra sevdiği tek şeydi. Konservatuar okumaya başlamış, notalarda kaybetmişti kendini. Mozart olmuştu bazen. Hiç görmediği biri için dokunmuştu notalara… Ve yine ruhunu bu koyu karanlıktan temizleyecek olana ihtiyaç duyuyordu. Elleri dokunmalı, kulakları duymalıydı o aşina olduğu sesi. Dans ettirmeliydi notaları. Her birine hayat verip, onlarda can bulmalıydı. Elleriyle kapattı yüzünü. Göz aşlarının yanaklarından süzülmesine izin vererek çöktü eskimiş koltuğa. Hiçbir şeye yetememekti canını acıtan. Ne istediği gibi okuyabiliyor ne de kardeşiyle olabiliyordu. Çalışması gerekiyordu. Öylesine bir uğraş değildi bu. Yaşamak için çalışıyordu Ömür. Ölmemek için uğraşıyordu. Okulu bitene kadar böyle devam etmek zorundaydı. Tek sıkıntısı kardeşiydi böyle zamanlarda. Akşamları onu bırakıp çıkmak hiç gelmiyordu içinden. Mecburiyetinin farkında olup sessizce çıktı evden. Neyse ki kullandığı ilaçlar uyku yapıyordu da uyanmıyordu hiç. Arada bir yan evde oturan yaşlı bir kadıncağız da fırsat buldukça yanında kalıyordu. Bu gün tekrar kapısını çaldı yaşlı kadının. Yüzünde ki mahcup ifade anlatıyordu zaten ne istediğini. “Tamam kızım ben namazımı kılayım geçerim sizin eve.” “Sağ ol Meliha Teyze. Sen olmasan ne yapardım bilmiyorum.” Dedi, minnetle bakarken. Yaşlı kadına olan minneti öyle büyüktü ki… Sabah akşam demeden ne zaman başı sıkışsa yetişiyordu. Bu akşam işe çıkmayı düşünmese de evin kirası yaklaşmıştı. Elinde kalan para pazar ihtiyaçlarını bile karşılamaya yetmezdi. Bunun bilincinde ayrıldı kadının evinden. Otobüse binmek yerine yürümeyi terci etti. Yürümek iyi geliyordu bedenine ama en çok da ruhuna. Düşünmüyordu yürürken. Bakıyordu yalnızca ve görmüyordu hiçbir şeyi. Kendini notaların içinde kaybetmiş bir şekilde hayal ederek yürürdü tüm yolu. Ve hiç değiştirmezdi hayalini. Olmak istediği yeri düşlerdi. Şimdi olduğu gibi… Çalıştığı lokantanın önüne geldiğinde, arka kapısından girerek görevlilere ait olan kısma girdi. Üzerini değiştirerek mutfakta dizili olan bulaşıkları yıkadı önce. İşini hallettikten sonra servisin yapıldığı kata çıkıp siparişleri aldı. Küçüktü çalıştı yer. Kendi yağında kavrulan bir yerdi ve bu yüzden iki çalışanı vardı. Kemal yemekleri halleder, Ömür de servis yapardı. Part-time olduğundan akşamları gelebiliyordu yalnızca. Hem gündüzleri fazla iş olmazdı. Her gün de çalışmıyordu burada. Çarşamba ve Pazar günleri izinliydi. Gelip çalışırsa da günlüğüne eklenirdi. Zor durumda kalmadıkça gitmiyordu Ömür. Bu işin geçinmesine yetmeyeceğini biliyordu. Daha düzgün işler part-time kabul etmiyor, yarım günlük işlerde karnını doyurmaya yetmiyordu. Geç sayılabilecek bir saatte çıktı iş yerinden. Her yeri ağrıyordu. Tek istediği bir an önce evine gitmekti. Eve geldiğinde kardeşini kontrol edip uyuduğundan emin olunca yatağına uzandı. Aynı odada uyuyorlardı. Geceleri Gönül'ün uyanma ihtimali vardı ve bu ihtimal derin bir uyku çekmesine engel oluyordu. Gözlerini kapattı. Uykuyla uyanıklık arasında ki o arafta duydu o sesi. Her bir dokunuşta iliklerine kadar can bulduğu ses…  Piyanonun kendine özgü ritmiğine, kendi sesi karışıyordu… Uyandığında diğer sabahlar olduğu gibi bu sabah da kahvaltı yapmadan çıktı. Kardeşi için hazırladığı tost dışında yiyecek pek de fazla bir şey kalmamıştı. Dün aldığı paranın yarısıyla yiyecek bir şeyler alacaktı. Okula geldiğinde ilk önce sınav sonuçlarının asılı olduğu panonun önüne geldi. Listeden adını bulduğunda notlarını incelemeye başladı. İki ders dışında hepsinden geçmişti. Dünya Müzik Edebiyatı dersinden de tam not almıştı. Kaldığı dersleri not ederek ayrıldı oradan. Dersliğin önüne geldiğinde kapıyı çalarak girdi içeri. Ders Dünya Müzik Edebiyatıydı. Boş bir yere geçip oturdu. Elinde tuttuğu kâğıda kısa notlar alıp, hocanın verdiği örnekleri yazıyordu. Öğrendiği her yeni şeyle biraz daha şaşırıyordu. Özellikle Joseph Haydn'in senfonilerinden birini Hürrem Sultan'dan ilham alarak yazdığını duyunca şaşkınlığı büsbütün artıyordu. Farklı asırlarda, farklı kültürlerde yaşamış da olsalar ilhamın sınırsızlığına en büyük kanıttı, bu eşsiz senfoni. Dersin bitiminde kendine yeni şeyler katmış olmanın hazzını yaşıyordu. Hep böyle olurdu. Bilmediği bir şeyi öğrendiği zaman kendisinde bıraktığı tadı doyasıya özümserdi. Bu müzik ile ilgiliyse eğer daha fazla tat alırdı. Beğeni zevki sınırlı değildi. Her şeyi beğenebilirdi. Uçan kuştan, yürüdüğü yola kadar her şeyde bir sanat olduğunu bilir, görerek bakardı. Etrafında ki güzelliklerin farkında olurdu her zaman. Belki de kardeşi sayesinde böyleydi. Hastalık sayesinde değeri anlaşılırdı sağlığın. Kardeşinin yaşayamadığı bu güzellikleri fark etmesi de bu yüzdendi kim bilir… “Ömür?” Ömür, kendisine seslenen Enstrüman dersine giren hocasını görünce yüzünde bir gülümseme oluştu. “Efendim hocam.” Dedi, yüzündeki gülümsemeyi kaybetmeden. “Dün apar topar gittin bir şey mi oldu? Merak ettim seni.” Şaşırdı bir an, Ömür. Kütüphanede yalnız olduğunu sanıyordu oysa. Hocasının da orada olduğunu fark etmemişti. “Kardeşimin rahatsızlığını biliyorsunuz doktorla randevusu vardı ama ben unuttum. O yüzden aceleyle çıktım.” Diyerek açıkladı durumunu. “Anladım. Gel odama geçelim rahat rahat konuşuruz.” Ömür, adı Umut olan hocasını takip edip odaya girdi. Aralarında saygı ve sevgi çerçevesi genişlemişti. İki arkadaş olmayı, öğretmen ve öğrenci olduklarını unutmadan başarabiliyorlardı. “Gönül'ün bakımı için özel bir klinik buldum. İstersen hemen başvurabiliriz.” “Hayır, istemiyorum hocam. Kardeşime evde bakabilirim.” Diyerek, hocasının teklifini kibarca reddetti.  “En azından tedavi süresi boyunca orada kalsın.” Ömür, doktorun sözlerini hatırladı o anda. Ona olan sevginizi göstereceksiniz diyordu. Ona olan ihtiyacınızı… Verilen ilaçlardan, yapılan terapilerden çok daha etkili olan bir şeyi söylemişti doktor. Sevgi… Sevgi her şeyi yenebilecek güçteydi. “Ben kardeşimi sevgimle iyileştirmek istiyorum. Varlığımı hissetsin, her zaman onun yanında olacağımı bilsin istiyorum. Korkmadığımı görsün ki o da korkmasın istiyorum. Yaşadıklarımızın geçmişte kaldığını, önümüzde beraber yepyeni bir hayat olduğunu bilsin istiyorum. Her şeye rağmen umudun var olduğunu bilmesini istiyorum. Sürekli onu bırakıp gideceğimi düşünüyor. Onsuz yaşayamayacağımı hissettirmeliyim. O ilaçları yalnız başına kullanmayacak. Elinden tutup destek olacağım ona. Yanından hiç ayrılmayacağımı göstermeliyim. Sevgimi işletmeliyim damarlarına. Ancak öyle iyileşebilir.” Ömür, konuşmasını bitirdiğinde dolan gözlerini kaçırdı hocasından. Kardeşinin durumunu bilen yalnızca Umut hocasıydı. Utandığından değil de acınmaktan korktuğu için saklamıştı hep. “Tanıdığım biri gibi konuştun. O da sevginin gücüne inanıyor. Çok haklısın aslında. Sevildiğini hisseden insan her şeyi başarabilir.” “Bende birinden öğrendim sevginin gücünü. Sanki kilit kelime oymuşçasına dönüp duruyor aklımda. Sevgi... Kim bilir hayatımda eksik olan tek şey olduğundan bu haldeyim belki.” “Sevilmediğini mi düşünüyorsun?” diye soran hocasını,  “Karşılıksız sevenim olmadığını biliyorum.'' Diye yanıtladı Ömür. “Kalplerde olanı bilemezsin Ömür. Âşık Veysel'in görmeyen gözleri onu kör yapmaya yetmemişken, kalbi ışık tutarken yoluna, sen aklının tutsaklığında karanlığa mı hapsedeceksin ruhunu? Karısının kendisini terk edip başkasına gideceğini bile bile sevmiş onu. Ardından türküler yazmaya devam etmiş. Yine de kaybolmamış karanlıkta. İçinin yangınını notalarla hafifletmiş mi bilmem ama umutsuzluk çukuruna düşmemiş. Gökyüzünü hiç görmeden sevdalısı olmuş. Sen, geçmişinin yükünü omuzlarından atamadığını ileri sürerek neyin kefaretini ödetiyorsun kendine?” Aklı karışık bir şekilde ayrıldı oradan, Ömür. Hocasının sözlerinden nasıl bir anlam çıkaracağını anlamıştı anlamasına ama hazır değildi ki buna… Gökyüzüne korkmadan bakabileceği, insanlardan çekinmeyeceği, yarını düşünmeyeceği bir gündü hocasının bahsettiği. Korkmadan yaşamaktı kısa tabiriyle. Umutlarını suya değil, toprağa ekmesi gerektiğini söylemişti. Elbet bir gün can bulup, filizleneceğini anlatmıştı. Düşüncelerini çalan telefon bozmuştu. Tanımadığı bir numaranın ısrarla aradığını gördü. Cevap verip kulağına götürdü telefonu.  “Ömür hanımla mı görüşüyorum?” “Siz kimsiniz?” dedi, sesi tanımadığında. “Ben Özgür. Gönül'ün doktoru. Hatırladınız mı?” “Ah evet. Bir şey mi var? Gönül'le mi ilgili?” diye sorarken, korkuyordu. Dizlerinin titrediğini fark ederek duvara yaslandı. Gönül’e olabilecek en ufak bir şeye bile katlanamazdı Ömür. Dayanamazdı… “Korkmanızı gerektirecek bir şey yok. Gönül'ün ev ortamını görmek istiyorum. Bu yüzden rahatsız etmiştim sizi.” Genç kadın rahat bir nefes verdi. Korkmuştu… Sonra, böyle bir şeyin neden gerekli olduğunu anlayamayarak kaşlarını çattı. Neden geliyordu ki adam evlerine? Gelince ne olacaktı? Merakını telefonla gideremeyeceğini bildiğinden sormadı. Evin adresini verip otobüse bindi aceleyle. Doktor gelmeden evde olmalıydı. Eve geldiğinde, Gönül'ü bahçeye kurduğu salıncakta sallanırken buldu. Havalar soğuk olmasına rağmen kardeşi bir türlü vazgeçmiyordu bu salıncaktan. Her gün mutlaka sallanıyordu. Havanın soğukluğu önemli değildi sanki onun için. Havadan yükseldikçe yüzünde hiç görmediği bir gülümseme oluşuyordu. Ömür, kardeşinin sırf o gülümsemesi için karışmıyordu. Hastalanmasından korktuğundan birkaç dakikaya sığdırıyordu yalnızca. “Yokluğumu fırsat bilip yine çıkmışsın.” Dedi, gülümserken.  “Yeni çıktım dışarı. Hem Meliha Teyze de buradaydı şimdi girdi içeri. Niye erken geldin ki sen?” Ömür, kardeşinin yanına yaklaştı. Onu korkutmadan söylemeyi umuyordu. “Bir misafirimiz var canım.” “Kim?” diye soran Gönül’ün sesi, merak doluydu. Evlerine Meliha Teyze’sinden başka kimse gelmezdi ki… “Doktorun aradı beni. Seni görmek için geliyor.” “Neden?” diye soran kardeşine cevap vereceği sırada bahçe kapısı açıldı. Başı kapıya doğru çevrildiğinde elleri poşetlerle dolu bir şekilde bahçeye girmiş olan doktoru gördü. Birkaç adımda yanlarına gelmiş olan Doktor Gönül’e, “Merhaba demeyecek misin bana?” diye sordu. “Merhaba.” Ömür, adamın evi beğeni dolu bakışlarla incelediğini görünce kaşlarını çattı. Bu evi gerçekten beğeniyor olamazdı değil mi? “Biraz bakımla harika bir yere dönüşebilir burası. Yokuş yukarı olduğu için harika bir manzarası da vardır yanılıyor muyum?” “Evet, özellikle akşamları çok güzel oluyor.” Gönül'ün neşeli bir şekilde kurduğu cümle söyleyeceklerini yutmasını sağladı Ömür'ün. Neden evi inceliyordu ki bu adam? İlgilenmesi gereken Gönül'dü. “Başka bir akşam misafiriniz olurum o zaman. Tabi uygunsanız.” Ömür, adamın kendini davet ettirme şekline hayretle baktı. Şaşkındı.  “Uygunuz. Zaten bir yere gitmiyoruz hiç.”  Gönül’ün verdiği karşılıklar ise daha çok şaşırtıyordu genç kadını.  “Üşümedin mi sen? Hadi içeri girelim de seninle biraz sohbet edelim Gönül Hanım. Bana yardım edeceğini unutmadın değil mi?” “Unutmadım.” “Buna sevindim çünkü buraya gelirken vazgeçtiğini düşünüp korkmuştum.” Adamın gerçek bir oyuncu olduğunu düşündü Ömür. Gerçek duyguları buymuş gibi hissettiriyordu. Niye yapıyordu bunları? Yalnızca tedavisini yapsa olmaz mıydı? İçeri geçtiklerinde, evin dağınıklığı utanmasına sebep oldu. Toplamaya fırsatı olmamıştı ki... Doktordan yalnızca birkaç dakika önce gelmişti. Salonda ki kâğıt parçalarını hemen topladı. Koltuğun çıkan yayını örtüyle kapatmaya çalışarak, Özgür'e oturacak yer açtı. Adam oturunca yüzünde en ufak bir rahatsızlık görmedi Ömür. Rahatsız olduğundan emin olmasa koltukta bir şey yok diyecekti neredeyse. Gönül'ün salondan çıkmasıyla, merak ettiği soruyu sordu Ömür. “Niye geldiğinizi sorabilir miyim?” “Gönül'ün yaşadığı yerin önemli olduğunu belirtmeliyim. Sağlıklı bir ortamda tedavi uygulanmalı.” Ömür, bakışlarını yere eğdi. Kardeşi için uygun bir ortam sağlayamayacak kadar zor durumdaydı. Başka bir eve çıkmak söz konusu bile değildi. Bu yıkık dökük evin kirasını bile zor ödüyordu. “Kliniğe gitmek de bir seçenek ama ben bunu uygun bulmuyorum. Bu benim kişisel fikrim. Hastalar ne kadar ev ortamında olurlarsa o kadar çabuk iyileşebilirler. Ev ortamından kastım dört duvar bir yer değil. Aile ortamı. Tek ailesi de sizsiniz anladığım kadarıyla. Bakın Ömür Hanım önemli bir süreç bizi bekliyor ve ben Gönül'ü olabildiği kadar bu duruma hazırlamaya çalışıyorum. Garipsediğinizin farkındayım fakat beni yargılamadan önce bir şans verin. Bu şansı bana değil kardeşinize verdiğinizi de unutmayın.” Ömür, doktorun haklılığı karşısında susuyordu. Ne diyebilirdi ki? Denemek istiyordu. Kardeşinin küçücükte olsa iyileşme ihtimali için ne gerekiyorsa yapmaya hazırdı. Okuldan korkarak gelmek istemiyordu artık. Birbirinden farklı hayaller görse de o küçük kardeşiydi.. “Peki.” Dedi elinden başka bir şey gelmeyeceğinin farkında olarak. Ve devam etti. “Kardeşimi de bahsettiğiniz mucizelerden biri yapın…”

editor-pick
Dreame-Editor's pick

bc

Kalbimin Derininde

read
7.3K
bc

Leyl Tutkusu

read
303.6K
bc

KALP HIRSIZI (Hırsız Serisi-2)

read
5.8K
bc

HÜKÜM

read
130.9K
bc

SINIR (TÜRKÇE)

read
12.7K
bc

Ufaklık | Texting

read
1.6K
bc

Yasak İlişki (+18)

read
7.8K

Scan code to download app

download_iosApp Store
google icon
Google Play
Facebook