bc

Gri Düş

book_age12+
215
FOLLOW
1K
READ
dominant
brave
drama
twisted
lies
crime
love at the first sight
gorgeous
naive
passionate
like
intro-logo
Blurb

Karanlık Nefes, yaşam için son çırpınışlarım... Ayağıma giydirilen prangalardan çok, bana çamurumu hatırlatan gözler tutsak ediyor beni, karanlığa. Nefes alıyordum, ona baktıkça. Ölüm kokan bir adam, hayat verebilir miydi bana?

Gece karasına karışmış, karanlık kokan bir soluktu ciğerlerime çektiğim. Karanlık Nefes diyordum, soluklarıma. Karanlığımdaki tek nefes, o oluyordu bir anda. Çamuruma yaklaşmasa da, yokluğu başkaydı. Yaşayamazdım onsuzlukta. Bu yüzdendi soluğum oluşu...

chap-preview
Free preview
1.bölüm
Asya, ayın yansımasını gördüğü denize çevirdi bakışlarını. Gecenin alaca rengine rağmen ışıl ışıldı. Her daim öyleydi zaten. Güzelbahçe’de değişmeyen yegâne şeylerden biriydi bu. Mevsim ne olursa olsun dilek fenerleri eksik olmazdı. Muhteşem görüntüsüne bir de şarkılar eklenirdi. Hasan Amca’nın bağrı yanık sesi, orada bulunan herkesi başka diyarlara sürüklerdi. En çok da bu yüzden gidiyordu oraya Asya. Bir parça da olsa yalnızlığını unutabiliyordu kalabalıklar arasında. Ve döküyordu içini engin mavilere.  “ Hadi git artık eve geç kalma. Merak eder seni Ayşe Hanım. “ “ Biraz daha kalayım Hasan Amca. “ Hasan Amca’nın saati tutmuştu yine. Her akşam ezanından sonra aynı şeyi söylerdi ta ki gidene kadar. Ayşe Sultan’ın merak ettiğini elbette biliyordu ama ayrılmak istemiyordu ki buradan. Denizin sonsuzluğunu izlerken vaktin nasıl geçtiğini de anlayamıyordu.  “  Git hadi. Yaşlı kadını sokaklara mı çıkaracaksın akşam akşam. “ Her akşam olduğu gibi bu akşam da kovulmuştu sahil kenarındaki derme çatma tekneden. Tekneden inip kayalıklara oturduğunda, yaşlı adamın hedefi oldu. ‘’ Aklım sende kalmasın güzel kızım. Hadi bir an önce eve git. Tekin değil bu saatlerde buralar. ‘’ Pes ederek ayağa kalktı Asya. Israr etmenin bir anlamı olmayacağını, tecrübeleri sayesinde biliyordu. Ne Ayşe Sultan’ı ikna edebilirdi akşamı burada geçirmek için ne de babasını. İzmir’de olmamasına rağmen yaptığı her şeyden haberi olması da ayrı bir olaydı. Her yerde gözü kulağı olması artık şaşırtmıyordu Asya’yı. Güzelbahçe’de kendisini ve babasını tanımayan yoktu. Bu durumdan memnun olmasa da yapabileceği bir şey de yoktu.  Eve geldiğinde, etrafta kızgın bir Ayşe Sultan göremedi. Yemeğin kokusu dolarken burnuna, midesinin gürültülü sesi hatırlattı kendini. Acıktığını yeni fark ediyordu. Salondan gelen sesleri duyduğunda, gözlerine yansıyan mutluluktan habersiz koşarak babasının boynuna atladı. “ Bu kadar özleniyor muyum gerçekten? “ Diye soran babasını başıyla onayladı. Gözlerinin ıslaklığını hızlı bir şekilde kuruladıktan sonra, yüzüne en yakışan tebessümünü yaydı. Son birkaç yıldır babasını tatil günleri ve sayılı zamanlar dışında görmemişti. Özellikle bu sene hiç özlemediği kadar özlemişti babasını. Annesinden geriye kalandı o. Ailem diyebileceği tek kişiydi.  “ Sen özlemiyorsun hiç. Özlesen gelirdin. “ Dedi gerçek olmadığını bile bile. Babasının sevgisini her zaman hissetmişti Asya. Bir an olsun aksini düşünmemişti. ‘ Gül’ümü hatırlatansın sen bana. ‘ diyerek sevgisini son noktada hissettirirdi. Bir babanın evladıyla olan ilişkisinden çok daha derindi aralarındaki. Kaybettiklerini birbirlerinde bulmaya çalışıyorlardı. Asya, hiç göremediği annesini buluyordu babasının şefkat kokan kollarında, babası da unutamadığı karısını yâd ediyordu her bir gülüşünde. Bu bile yeterdi Asya’ya. Birbirlerine sırt olmuşlardı baba kız. Biri yıkılsa diğeri tutup kaldıracaktı. Uzak da olsalar birbirlerinden, sevgileri her bir yanlarını kuşatıyordu.   “ Benimle gelmeyen sensin küçük hanım. “ Küçük bir çocuk gibi başını salladı Asya. Babasıyla gitmek istememesi boşuna değildi. Sebepleri vardı ve bu sebepler arasında en baştaydı Aslan Dinçer. Dede diyemeyecek kadar uzaktı ona. Nefretini içine gömmeyi başarmıştı belki ama beraber yaşamayı kabullenemezdi. Annesine yaptıklarını öğrendikten sonra görmeye bile tahammülü olmamıştı üstelik. “ Burayı seviyorum. Bu evi bırakamam biliyorsun baba. Annemin çocukluğunun izleri var duvarlarda. Sende gidemiyorsun biliyorum. O yüzden ısrar etmiyorsun seninle gelmem için. “   Sözlerini bitirdikten sonra tekrar doladı küçük kollarını babasının boynuna. Haftalardır süren özlemi bitmişti.  “ Yemek hazır. “   Ayşe Sultan’ın ayıplar gibi bakmasını umursamayıp daha fazla sıktı kollarını. Babası o adamın yanına gittiği için yalnız kalıyordu. Özlüyordu işte. Bir yanı gittiği için kızsa da, babasına da hak veriyordu. Baba başkaydı işte.  “ Kızım bırakırsa beni geliriz. “   Babasının sözlerine alınmış gibi yaparak çekti kollarını. Aynı anda babasının omzu altına girdi. Beraber mutfağa doğru ilerleyip sofraya oturdular. “ Ne zaman gideceksin? “ diye sordu. Biliyordu en fazla 3 gün. Fazlası olmazdı. Kalmazdı babası.  “ Yarın akşam dönmeliyim. Önemli bir toplantı var. “   Şaşırmamıştı. Bekliyordu zaten bunu. Ama yine de üzülüyordu işte. Kimsesizliğinin kırıkları batıyordu ruhuna. Annesiz olması yetmiyormuş gibi babasız da kalıyordu. Gördüğü sayılı günler yetmiyordu, içinde baba özlemi çeken yanına. O adama gidiyor oluşuydu en çok üzüldüğü. Annesinin acılar çekmesine sebep olan adam yüzünden babasından ayrı kalıyordu. Söyleyemedi dilinin ucuna gelen kelimeleri. Sustu sadece. Uzun zamandır yaptığı gibi… “ Benimle gelsen bu kadar zor olmayacak. “ “ Gelmem. “ Dedi elindeki çatalı ani bir şekilde masaya bırakarak. “ Sen affetmiş olabilirsin baba ama ben yapamam. Bana can veren anneme ihanet edemem. ‘’ Babasının bir şey söylemesini beklemeden kalktı masadan. Odasına kapanıp saatlerce ağlamaktı istediği. Ayşe Sultan’da olmasa yapayalnız kalacaktı şu hayatta. Babasını elbette suçlamıyordu bu yüzden ama keşke demekten de alıkoyamıyordu kendini. Annesinin yaşamasıydı en büyük keşkesi. Annesinin can verdiği gibi, can olmaktı ona.  Odasına geldiğinde, az önceki davranışının pişmanlığını yaşadı. Ne olursa olsun babasına bu kadar sert çıkmamalıydı. Biliyordu, babası da unutmamıştı geçmişi. Unutması mümkün değildi. Ama yine de o adamın yanına her gidişinde, ondan biraz daha koptuğunu hissediyordu. Bitmek bilmeyen iş seyahatleri, toplantılar, yemekler… Bitip tükenmiyordu babasını kendinden alıp götüren nedenler. Bitsin istiyordu kimsesizliği. Birini istiyordu yalnızlığına. Kalbini ısıtıp, yüreğini saracak bir sevda istiyordu hayatına. Annesi gibi sevilmek istiyordu. Vazgeçilmez olmak, vazgeçilemeyen olmak istiyordu. Sevilmek istiyordu sınırsızca. Bekliyordu Asya… Yolcusunun gemisi, elbet bir gün karayı bulacaktı. Çalan kapıyla başını yasladığı pencere pervazından kaldırdı. Babasının hüzün kaplı gözleri, yüreğini bir mengene gibi sıkmaya başladı. Ne hakkı vardı bu adamı üzmeye? Yetmemiş miydi çektiği acılar da, bir de kendisi üzüyordu? “ Gelebilir miyim? “ “ Tabi, gel baba. ‘’ dedi, pişmanlığını sesine yansıtarak.  Babası yanına oturduktan sonra, başını dağ gibi duran omzuna yasladı. Sarsılmaz, yıkılmazdı babası. Güçlüydü. Gücünü soyadından değil, yüreğinden alıyordu. Kocaman bir yüreği vardı. Öyle ki, karısına hakaretler yağdıran bir adamı bile affedebiliyordu.  “ Anneni ilk gördüğüm günü anlatmış mıydım? ‘’  Asya, başını sallayarak onayladı babasını. En büyük zevklerinden bir tanesiydi babasından annesini dinlemek. Anlatırken gözlerinde oluşan o ifade için istiyordu bunu en çok. Aşık bir adamın hasreti kaplıyordu koyu kahvelerini. Özlemle parlıyordu. Öyle güzel anlatıyordu ki annesini, görmüş gibi oluyordu. Gözlerinde canlandırabiliyordu hayalini. Bunu bir tek babası yanındayken yapabiliyordu. Silik bir fotoğraf etkili olmuyordu annesinin yüzünü zihninde canlandırmasına. Babası en güzel resmi çizerken zihninde, fotoğrafa da ihtiyaç duymuyordu.  “ Pişman oldun mu hiç? ‘’ diye sordu Asya. Ve devam etti “ babanı, mesleğini, şirketlerini bırakıp da buraya, anneme geldiğin için hiç pişman oldun mu? “ “ Benim tek bir pişmanlığım var şu hayatta. O da, Gül’ümü tanımadan geçen zamanlarım. Ondan sonra hiç keşkem olmadı benim. Hep iyi kim oldu sevdiğim. Seni verdi bana her şeyden önce. Giderken bile beni düşündü. Beni hayata bağlayacak olan seni verdi. “ Asya, dolan gözlerini babasına belli etmeden kırpıştırdı. Annesini her dinlediğinde böyle oluyordu. İçinde yanıp tutuşan anne özlemi, kor alevlere dönüyordu. Su olamıyordu hiçbir şey.  “ Ben olmasaydım ölmezdi… ‘’ dediğinde, babasının sinirle bakan gözleriyle karşılaştı.  ‘’ Annenin ölümü senin yüzünden değildi. Kader demekten başka bir şey gelmez elimizden. Nasıl ki benim iş için buraya gelip de anneni görmem kaderdi, seni bana bırakışı da kader oldu. “ “ Nasıl yapıyorsun? “ diye sordu bu defa. “ Anneme söylediği, yaptığı şeyleri nasıl sineye çekebiliyorsun? “ Babasının iç çekmesiyle, sorduğu için pişman oldu. Babasını üzmek değildi niyeti. Yalnızca anlamaya çalışıyordu. Dedesi olacak o adamın sırf annesini kendilerine layık görmediği için yaptıklarını kabullenemiyordu. Ya kendi oğluna yaptıkları? Aşık oldu diye, elinden her şeyini almak da ne demekti? Evlatlıktan reddetmek? Bu kadar kolay mıydı peki? Değildi… Annesi öldükten sonra pişmanlığının tutmasının da bir faydası yoktu. Annesi geri gelmeyecekti. O adamı ilk gördüğü zaman 10 yaşlarındaydı. O zaman bile sevmemişti. Bakışları insanı üşütecek kadar soğuk ve sert, yanında küçük hissedecek kadar yüksekten bakardı.  “ Affetmedim… Bana yaptıkları hiçbir şeyin önemi yok. Gelip geçti ama Gül’e söylediği şeyleri unutamam. Beni sevdi diye yaşadıkları zorlukları unutmak demek, onunla yaşadığım günlere ihanettir gözümde. Mustafa Dede’n, babamın aksine oğlu gibi sahip çıktı bana. Gidecek yerim yokken evini açtı. Kızını her şeyimden vazgeçecek kadar sevdiğimi gördü. Verdi bana Gül’ümü. Senin baban kim diye sorarsan bana, durup düşünürüm kızım. Ama bunun yanında, benim onun oğlu olduğum gerçeği var. Ona sırt dönemem. Onun bana yaptığını ben ona yapamam. “ “ Özür dilerim. Senden seçim yapmanı hiçbir şekilde istemiyorum ama ne olur beni o adamla karşı karşıya getirme. “ “ Peki kızım sen nasıl istersen. “ dedi babası pes edercesine. Alnında hissettiği sıcacık dudaklarla gözlerini kapattı. Bir an sonra geri çekilen babasıyla göz göze geldi. “ Gül kokulum, babana şöyle bol köpüklü bir kahve yaparsın değil mi? “ Asya, hevesle oturduğu yerden kalktı. Merdivenlerden koşarak inip mutfağa geldi. Ayşe Sultan’ın daldığını gördüğünde, her zaman yaptığı gibi arkasından sarıldı. Yaşlı kadının başparmağını damağına götürmesini keyifle izledi.  “ Bir gün yüreğime indireceksin ama ne zaman bilmiyorum. “ “ Bir şey olmaz sultanım. Cezve nerede? Babama kahve yapacağım hadi sende geç içeri. “ “ Becerir misin ki? “ diye soran yaşlı kadına, gücenmiş gibi yaparak sırtını döndü. Beceriksiz olduğunu kabul ediyordu ama kahve söz konusu olduğunda ortaya müthiş şeyler çıkartabiliyordu. Tabi bu küçük sırrını bilen sadece Elif’ti. Gizlice çalıştığı cafe’de, mastır yapmıştı. Yalnızca Türk kahvesinde değil, tüm kahve çeşitleri için geçerliydi bu gizli yeteneği. Kahvenin üzerine yaptığı desenler de ayrı bir durumdu. Kahveyi yaptıktan sonra fincanlara doldurdu. Elinde kahvelerle birlikte salona geldiğinde Ayşe Sultan’ın şikâyet faslına geçtiğini anladı. “ Eh sultanım ya! Bari kahvelerimizi içseydik de ondan sonra başlasaydın. “ dedi gülerek.  “ O kadar çok ki yaptıkların. Anca biter. “  “ Ne yapıyorum ki ben? “ diye sordu gözlerini hafifçe kısarak. Kendini tutmasa kahkaha atacaktı. Kahveleri ikram ettikten sonra babasının yanına oturdu. Ayşe Sultan’a işaret ederek susmasını söyledi. Kabul ediyordu biraz abartmıştı şu son zamanlarda ama yaptıklarının hepsi zararsız, küçük şeylerdi.  “ Akıllıdır benim kızım. Bir şey yapmaz. “ diyen babasını; “ Akıllıyım ben. “ diyerek destekledi. Ayşe Sultan’da haline acımış olacak ki konuyu kapattı. Bu kadın olmasa ne yapardı hiç bilmiyordu Asya. Hem annesi hem babasıydı. Çocukluğundan bu yana yanında olan tek kişiydi. Bu yüzden olacak, çok farklıydı yeri. Kahveler içildikten sonra, babasını ve Ayşe Sultan’ı öperek odasına çekildi. Yatağına uzandığında hissetti günün yorgunluğunu. Gözlerini huzurlu bir uykuya kaparken, bir kez daha diledi yalnızlığının bitmesini… ** Altay yeni güne açarken gözlerini, bu şehri bırakıp gidecek olmanın üzüntüsünü yaşıyordu. Farklılığın her ne kadar iyi geleceğini düşünse de, İstanbul’dan kopma düşüncesi pekiyi hissettirmiyordu… Gideceği yerin küçük bir kasaba olması da ayrı bir olumsuzluktu. Ama yine de daha kötüsünün de olabileceğini bildiğinden üzerinde durmuyordu.  “ Uyandın mı? Hadi kahvaltıya gel oğlum. “  Amcası odadan çıktığında, yattığı yerden doğrularak gerindi. Gece oldukça geç bir saatte uyumuş olduğundan gözlerini açmakta zorlanıyordu. Bitmek bilmeyen gece sohbetleri oldukça yormuştu kendisini. Son gecesi olduğundan bir şey de diyememişti arkadaşlarına. Şu baş ağrısı olmasaydı katlanabilirdi aslında ama…  Yataktan kalkıp duşa attı kendini. Neyse ki soğuk su iyi gelmişti. Duştan sonra giyinerek salona geçti. Kahvaltı masasına oturduğunda, bu masadan son oturuşu olduğunun farkındaydı. Tuhaf bir his kapladı içini. Anlamlandıramadığı, farklı bir his… Masada bulunanlarında iştahı olmadığı, demliğin dolu olmasından anlaşılıyordu. Bu ufak ayrıntı bile, aile olduklarının en büyük kanıtıydı…  “ Bak oğlum bir sıkıntın, bir derdin olursa mutlaka ara tamam mı? “ Başını sallayarak onayladı amcasını.  “ Yemeğine, sağlığına her zaman dikkat et. Aklım sende kalmasın. “ “ Merak etme amca. Doktorum ben artık unuttun mu? “ diyerek Kadir’e göz kırptı. Kardeşten öte gördüğü kuzeniyle ayrılmak en zoruydu aslında. Ağabey gibi gördüğü kuzeniyle beraber yaşamış olmanın etkisiydi belki de bu. Kimsesizliğini, şu karşısında oturan iki insan tarafından unutmuştu. “ Dalga geçme sıpa! Düzenini kur yanına geleceğim haberin olsun. Amcamdan kurtuldum artık rahatım havalarına girme. Kız peşinde aylak aylak dolanma. “ “ Yapar mıyım hiç öyle şey? “ dediği sırada, Kadir’den yükselen kahkaha, Altay’ın sırıtmasına sebep oldu. Huyunu biliyordu tabi.  “ Ben değil onlar benim peşimden koşuyorlar. “ diyerek en dürüst cevabı verdi amcasına. Gerçek anlamda bu böyleydi. Hiçbir zaman bir kızın peşinde dolaşmamış, hepsi kendi ayağıyla gelmişti. Tabi ki bir centilmen olarak hiçbirini geri çevirmemişti Altay. Kimsenin kalbini kırmak istemezdi doğrusu. Bu durum ayrılığı kapsamıyordu elbette.  “ Neyse ne. Uslu dur! Saat kaçta kalkacak otobüs? “ “ 1’de. “ “ Eşyaların hazır değil mi? Valizin nerede? “ “ Odamda amca. “ diyerek bıkkınca konuştu. Bu sorgu sual ne zaman bitecekti merak ediyordu ve amcasını birazcık tanıyorsa otogara gidene kadar böyle devam ederdi. “ Nereye gidiyorum demiştin sen? İzmir’in neresiydi? “ “ Güzelbahçe. “ “ Ne güzel işte. Hem gezer hem çalışırsın. “ Altay, başını sallayarak onayladı amcasını. Biliyordu aslında amcasının böyle davranmasının sebebini. Bu durumu normal göstermeye çalışıyordu. İlk defa ayrıldıkları gerçeğini göz ardı ediyordu. Evet, zordu ailesi kabul ettiği bu insanlardan ayrılmak ama amcasının unuttuğu bir şey vardı. Koca adam olduğu… Masadan kalkarak odasına geldi. Şöyle bir gezdirdi odasında. Kırık dökük bir masa, paslı bir yatak ve çatlamış bir ayna. Çocukluğunun kokusu sinmişti bu odaya. Korkuları, acıları, ağlayışları… Her birine şahitti bu duvarlar. Her ne kadar büyümüş de olsa, geçmişin açtığı yaralar duruyordu. Sarmak değildi istediği. Yok sayıyordu yalnızca.  Düşünmedi daha fazla çocukluğunun kâbuslarını. Acısı yerli yerinde duruyorken, daha fazlasına gerek yoktu. Yeni bir hayat istiyordu Altay. Acıların, mutsuzlukların olmadığı yeni bir yaşam.  Valizini eline alarak çıktı odadan. Her ne kadar amcasıyla burada vedalaşmak istese de kabul etmeyeceğini biliyordu. Beraber evden çıkıp otogara geldiklerinde amcasının dolan gözleri, Altay’ı çocukluğundan vurdu. Küçük bir çocuk olduğu zamanları hatırladı. Gözleri dolu dolu bakıyordu o zamanlar amcasına. Ve aynı dilde karşılık buluyordu sessiz yakarışları. Amcalığının hakkını veriyordu adam, baba yarılığını ortaya serip evlat sayıyordu Altay’ı… Kardeşim dediği Kadir’e çevirdi bakışlarını bu defa. Kardeşi olsa anca bu kadar seveceğini bildiğinden. Sımsıkı sarıldı iki dost.  “ Uğrarsın arada yanıma. “ dedi duygusallıktan uzak bir sesle. Sesini kontrol etmesi zorda olsa yapıyordu. Kilitleyebiliyordu duygularını soğuk kapılar ardına. Ta ki, yalnız olana kadar. Yalnızlığın bilindik hissi sardığında etrafını, kırıyordu zincirlerini esaret altına aldığı duygular. Yeniliyordu içindeki küçük çocuğa…  “ Uğrarım. “ dediğinde kardeş bildiği adam, kolları arasından çıktı.  “ Hoşça kal evlat. “ diyen adama dönüp bakarken, kimsesizliğinin acısını bir kez daha hissetti sol yanında. Nasır tutan ellerine uzanıp dudaklarına götürdü. Öptüğünde kendisine yuva olan adamın elini, yaşlı adamın ağlamaklı sesini duydu. “ Otobüs kalkacak oğlum. Hadi git. “ Otobüse bindiğinde, kendisini izleyen ailesine son kez gülümsedi. Otobüs hareket etmeye başladığında, koltuğuna iyice yerleşti. Baş ağrısı gittikçe kendini belli etmeye başlamıştı. Yanına ilaç almadığını hatırladığında, gözlerini kapatarak uyumaya çalıştı, başarılı olamayacağını bilse de.  Saatler süren yolculuktan sonra nihayet İzmir’e varabilmişti. Karanlık çöktüğünden bu saatte Güzelbahçe’ye gidemezdi. İlk işi bir otele yerleşmek ve ardından rahat bir duş almak oldu. Saatlerdir bir koltuğa sıkışmış olduğundan tüm kasları ağrıyordu.  Telefonunun sesini duyduğunda, yataktan kalkarak ceketine uzandı. Cebinden çıkardıktan sonra arayanın arkadaşı Semih olduğunu görünce hemen açtı. “ Oteldeyim. “ dedi Semih’in neredesin diye sorduğu soruya. “ Gelip alıyorum seni. Bende kalırsın. “  “ Gerek yok yarın sabah geliyorum zaten. “ dedi bir faydasının olmayacağını bilse de.  “ Olmaz öyle şey. Bende kalırsın. Otelin adını mesaj at. “  Altay, ısrar etmedi daha fazla. Telefonu kapattıktan sonra otelin adını yazıp gönderdi. Semih’in yaşadığı yerde doktorluk yapacak olması gerçekten büyük tesadüf olmuştu Altay’a. Askerde tanışmışlar ve bir daha da ayrılmamışlardı. Aynı şehirde olmasalar da irtibatı kesmemişlerdi.  Yaklaşık bir saat sonra Semih’ten tekrar telefon geldiğinde ayağa kalktı. Valizini de alıp otelden ayrıldığında, Semih’in henüz gelmediğini gördü. Karşısındaki caddeye çevirdi bakışlarını. Tıpkı İstanbul’daki gibi yoğun bir koşuşturmanın içindeydi insanlar. Yazın sıcağına dayanamayan insanlarla doluydu sokaklar. Yüzlerinde gördüğü gülümsemelerin mutluluktan olmadığını, yaşayarak öğrenmişti Altay. Sahte tebessümlerin ardına gizlenmiş, yalan hayatlara sığınmış yaralı yüreklerdi çoğu.  “ Devrem? “ diyen sese çevirdiğinde bakışlarını, gördü Semih’i. İki dost sımsıkı kucaklaştılar. Ayrıldıklarında, uzun süre görüşmemiş olduklarından birbirlerini incelediler.  “ Kilo mu aldın sen? “ diyerek Semih’i can evinden vurdu. Bir erkek olarak hiçbir zaman kilo derdi olmamıştı ama bu Semih için geçerli değildi. Abisi yüzünden kilolarıyla takıntılı biri haline gelmişti. Fazla kilosu olmamasına rağmen. “ Aştım ben onu. Başka şeylerle gel. “  Buna inanmakta güçlük çekiyordu işte. Gerçekten de aşmış görünüyordu. Buna sevinse de belli etmeye niyeti yoktu. Semih’i dikkatli incelediğinde, zayıflamış olduğunu fark etti. Arabaya bindiklerinde, yollarının uzun olduğunu söylemişti Semih. Vaktin geçmesi için konuşacak bir konu bulmakta hiç zorlanmadı Altay. “ Nasıl oldu bu? “ diye sordu Semih’in karnını göstererek. “ Aşık oldum. “ Aldığı cevaba şaşırdığını inkâr etmeyecekti Altay. Hiçbir şekilde Semih’ten böyle bir cevap beklemiyordu. Çapkınlıkta en az kendisi kadar ün yaptığını biliyordu. Ama bu sözleri… Kafası karışmıştı.  “  Dalga geçmiyorum bakma yüzüme öyle. Gerçekten aşık oldum. “ “ İnanması güç. “ diye itiraf etti.  “ Bende ilk başlarda inanamamıştım. Biliyorsun, senden farkım yoktu benimde. Ama onu görünce değişti her şey. İlk gördüğümde anlamıştım farklı olduğunu. Kaçtım, korktum… Kaçtıkça ona çekildim. Onda buldum kendimi. Duygularımın aşk olduğunu fark ettiğimde, kaçmayı bıraktım. “ Semih’in yüzünü göremese de, anlattıklarında samimi olduğu belliydi. Gerçekten aşık olmuştu. Sevindi arkadaşı adına. Mutlu olması gereken kişilerdendi Semih.  “ Sende ne var ne yok? “ diye sorduğunda arkadaşı, koltuğa iyice yerleşti. Anlatacak pek bir şeyi yoktu.  “ Bildiğin gibi. “ dedi tekdüze bir sesle.  “ Uslanmadın mı daha? “ diyen arkadaşına dönüp bakarak genişçe sırıttı Altay. “ Ben sen miyim oğlum? “ “ Seni de görürüz elbet devrem. “ Altay, hiçbir zaman öyle bir şey olmayacağından emin bir şekilde sırıtmaya devam etti. Kadınlarla ilişkisi hiçbir zaman o kadar ileri düzeyde olmamıştı. Duygular hep bir adım geride olmuştu hatta çoğu zaman duygusuz olduğu bir gerçekti. Aşkı inkâr etmiyordu Altay. O duygunun var olduğunu biliyordu. Çevresinde defalarca şahit olmuştu bu duruma ama kendisini bulacağına pek ihtimal vermiyordu. İmkânsızdı ona göre. Aşkı isteyenler aşkı bulur gibi bir anlayışa sahipti. İstemiyordu ki Altay sevmeyi. Aşık olmanın güzelliğini kavrayamayacak kadar uzaktı bazı şeylere. Çoğu zaman kendi duygularına bile yabancıydı. Hissizleşmeyi öğrenmişti.  Sonunda Güzelbahçe’ye geldiklerinde, etrafına dikkat edecek durumda değildi. Baş ağrısı tekrar tutmuştu. Baş edemeyeceği bir ağrı olmasa da, zorluyordu kendisini.  Arabadan inip eve geldiklerinde, Semih’in kardeşi Burak ile tanıştı. İki kardeş yaşayıp gidiyorlardı bu küçük ilçede. Semih gibi yaşamayı düşünemiyordu Altay. Küçük şehirlerin adamı olmamasıydı bu düşüncesini perçinleyen. Bir senelikte olsa burada yaşayacak olmak, zorlayacaktı kendisini biliyordu. Tatil yeri olması belki biraz daha katlanılabilir yapıyordu bu durumu.  “ Devrem hadi gel yemek hazır. “ “ Kaç defa demem gerekiyor askerlik bitti! Devrem demeyi kes. “ “ Tamam devrem. “ Semih’in uslanmayacağını elbette biliyordu. İnadına yaptığını da biliyordu. Zamanında her ne kadar söylememesi için tehdit etse de, işe yaramadığı ortadaydı. Israr etmekten vazgeçerek sofraya oturdu. Burak ve Semih arasındaki zıtlık, neredeyse kardeş olamayacaklarını düşündürecek kadar çoktu. “ Yarın ilk iş gider kliniğe bakarız. Sonra da deniz turu yaparız seninle. “ “ Olur. “ dedi ekmeği ağzına götürdüğü sırada.  “ Bir yerlerde oturur bir şeyler içeriz. Sonra Elif’i de çağırırız. “ “ Kızı görmek istiyorum desene sen şuna. “ diyerek Semih’in en baştan beri söylemek istediği şeyi söyledi.  “ Ne alakası var? Hem görmek istediysem ne olmuş? Nişanlımı görmek istemem suç mu? “ “ Nişanlın mı? “ diye sordu elinde tuttuğu çatalı düşürdüğü sırada. Yok artık dedi içinden. Bu kadar da olmazdı değil mi? Semih. Hani şu beraber askerlik yaptığı arkadaşı. Evleniyor muydu gerçekten? Hem de aşık olduğu için? “ Evet. 2 hafta sonra nişanımız var. Söylemedim değil mi sana? “ “ Hemen evlenme mi teklif ettin kıza? Yuh! “ diyerek tepkisini ortaya koydu.  “ Ne diye bekleyecek mişim? Senin gibi aylak aylak dolaşayım mı ortalıkta. Bir baltaya sap olduğun yok. “ “ Benim mi bir baltaya sap olduğum yok? “ diye sordu Altay. İçinden kahkahalar atmak geliyordu. Bu adam körkütük aşık olmuştu belli. Yoksa imkânı yok böyle şeyler düşünüp de söylemezdi. “ Doktor oldum daha neye sap olacağım? Sen kendine bak. “ “ Yalnız bir doktor. “ diyen Semih’e ters ters bakmaya başladı. Gittikçe canını sıkmaya başlıyordu bu herif. Yalnızlığının elbette farkındaydı. Ama bundan şikâyetçi değildi ki. Yalnızlık zaman içinde tercihi olmuştu Altay’ın. Kaybedecek şeyleri yok olmuştu böylelikle. Yalnız olunca, yalnız olmaktan korkmazdı. Hayatından aniden çıkıp giden insanların acısını yaşamaz, hayattan kopmazdı. En iyisiydi yalnızlık.  “ Ve huzurlu. “ diyerek Semih’in cümlesini tamamladı. Masadan kalkıp az önce eşyalarını bıraktığı odaya geldi. Sırt üstü yatağa uzanarak kollarını başının altında birleştirdi. Tavana dikti gözlerini. Yarın, yeni bir hayat sunuyordu ona. Yeni bir başlangıç. 

editor-pick
Dreame-Editor's pick

bc

Kara Kalem 156 Numara

read
49.8K
bc

Mor Salkım +18

read
21.4K
bc

SENİ TANIYORUM

read
5.6K
bc

SAPLANTI

read
22.2K
bc

KANLI LEKE

read
82.3K
bc

Tatlı Bela

read
11.5K
bc

Yaz Düşü

read
5.5K

Scan code to download app

download_iosApp Store
google icon
Google Play
Facebook