bc

Şehir Meleği

book_age12+
234
FOLLOW
1K
READ
mystery
like
intro-logo
Blurb

Yüksek IQ' suyla birleştirdiği yeteneklerini, yaşadığı şehri korumaya ve bir gün geçmişin intikamını almaya adamıştı kendini...Angela...Nam-ı diğer Şehir Meleği.

Çocuk yaşta arkadaşlarıyla kurduğu çetenin başındaki, soğukkanlı, akıllı, yakışıklı Mike' ın da kendini adadığı bir geçmişi, kapatacak bir hesabı vardı.

Yaşadıkları hayatlar benzer olsa da tarzları farklıydı, aslında düşman olmadıklarını farkettiklerinde, aşk çoktan kapılarını çalmıştı.

chap-preview
Free preview
1. Bölüm
Geçen akşam bara geldiklerinde iyi gitmeyen bir şeyler olduğunu hemen anlamıştım. Barın arkasında her zamanki gibi rutin temizlik işlerini yapıyordum. Beş kişiydiler. Kendilerinden emin bir tavırla henüz açılmamış olan bardan içeri girdiklerinde, kurulamakla meşgul olduğum bardağı bırakmadan "Kapalıyız beyler, bir saat sonra gelin." dedim. Konuşmam çok yersiz bir şeymiş gibi hissettiren bakışlarıyla bana dönen ve "Jack'le görüşeceğiz bebek, sen işine bak." diyerek yürümeye devam eden diğerlerinin peşinden gitmişti kıvırcık saçlı olan. Yarım saat sonra Jack'in odasından çıkarak tek kelime etmeden çekip gittiklerinde barın kapısını kilitleyip hızlı adımlarla Jack'in odasına daldım. Niçin geldiğimi bildiği için sormama gerek kalmadan konuştu Jack. "Merak edilecek bir şey yok Angy, öylesine bir ziyaret sadece." "Kim bunlar?" diye sordum, "Ne istiyorlarmış?" "Angy, bak gerçekten bir şey iste-" "Ne istiyorlarmış, dedim Jack?" Ses tonumdan soruma cevap vermeden kurtulamayacağını anladığını belirten bir iç çekişle cevap verdi. "Londra'nın yenileri diyebiliriz. Bir süredir bu bölgede işleniyorlar ve bizimki de dahil haraç almadıkları sadece üç mekan kaldı." "Ne yapacaksın?" Cevabını az çok tahmin ettiğim bir soruydu bu. "Vermek istemediğimi biliyorsun Angy, bunu onlar da biliyor. Bu yüzden tehdit etmekten çekinmediler." "Bana isim ver Jack, bir araştırayım." dediğimde gülümsedi. "Gerek yok, üç beş çocuğun tehditlerinden korkup yıllarımı verdiğim bu bardan kolayca vazgeçecek değilim." "Yine de kim olduklarını öğrenmekte fayda var. Eğer sen söylemezsen ben kendim de bulabilirim, biliyorsun." Tekrar iç çekti, yapabileceğimi biliyordu. "Beş El diyorlar kendilerine. Son bir yıldır işleri hızla büyüttüklerini biliyorum. Haraç, adam dövme, mekan basma gibi eylemlerle giderek daha sık duyulur oldu adları. Bir süredir de bu bölgeye diktiler gözlerini. Birkaç kez şikayet edilmişler ama her nasılsa bütün şikayetler geri alınmış ve her seferinde salıverilmişler." "Tüm bunları bilerek üç beş çocuk diye küçümsemen ilginç. Neyse, dediğim gibi ben bir bakarım." diyerek odadan çıkmak için kapıya yönelmiştim ki Jack'in sözleriyle durdum. "Hayır Angela, buna karışmanı istemiyorum." İhtiyar Jack ne zaman bana tam adımla hitap etse, bu ortada büyük bir sorun olduğunu gösterirdi. Benden sakladığı, anlatmadığı şeyler olduğunu anlamamam için aptal olmam gerekirdi ki değildim, hem de hiç. "Öyle olsun Jack. " dedim omuzlarımı silkerek ve kapıyı açtım. Kapıdan çıkarken ona baktığımda bu işin peşini bırakmayacağımı anlamış bir ifadeyle arkasına yaslandı. Ne de olsa kızını iyi tanıyordu sonuçta. Beni iyi tanıdığı konusunda Jack'i hayal kırıklığına uğratmayarak, üç gün boyunca yaptığım araştırmalar sonucunda Beş El denen çete hakkında hemen her şeyi öğrenmiştim, evlerinin planları da dahil. Bilmediğim şey ise onların da bizi araştırdıklarıydı. Fakülteden çıkmış, bara gitmek üzere caddede yürürken birden ilerideki ağacın yanında duran biri dikkatimi çekmişti. Dışarıdan bakan normal biri kendi hâlinde öylece dikilen bir genç olarak görürdü ama ben normal biri değildim. Olduğum tarafa attığı kaçamak bakışlar, tedirgin beden hareketleri, şüphelenmem için yeterliydi. Ya takip edecekti ya da arkamdan saldıracaktı. İkisine de hazırlıklıydım ve hiç istifimi bozmadan yürümeye devam ettim. Ağacı geçeli birkaç saniye olmuştu ki ikinci şık için hazırola geçti beynim. Jack buna örümcek hissi derdi hep, görmediğin yerden gelecek saldırıları hissetmek...Enseme değen ani rüzgârla, saliseler içinde boynuma inecek darbeyi bekledim. Her iki şekilde de düşecektim ama geç kalırsam gerçekten düşecektim, bu nedenle zamanlama çok önemliydi. Metalin buz gibi soğuğunu ensemde hissettiğim anda kendimi bıraktım. Kollarına yığıldığım hergele, beni kucaklayıp ani fren sesiyle yanımıza yanaşan bir arabaya bindirmişti. Kalp atışlarımı normal seviyede tutmak zor değildi; ama tüm bedenimi baygın olduğum konusunda ikna edici bir kıpırtısızlığa mahkum etmek, uzun süre meditasyon çalışmaları yapmama rağmen hâlâ zorluyordu. "Evet, kızı yakaladık. Şimdi hamle sırası Jack'te." diyerek kahkaha attı yanımda oturan çocuk. Büyük ihtimalle beni bayılttığını sanan salaktı. "Nereye, depoya mı yoksa eve mi Will?" diye sordu aynı ses. "Mike eve götürün, dedi. Bodrumda tutacakmışız." diye cevap verdi adı aslında William olan çocuk. Hepsinin resimlerini görmüş, isimlerini öğrenmiştim ama şu an gözlerim kapalı olduğundan kimin kim olduğunu bilemiyordum. Neyseki rahat rahat isim veriyorlardı. "Çok sert vurmasaydın Nolan, Mike kıza zarar vermeyin, dedi. Babasıyla işimiz bitince sağ salim teslim edeceğiz." "Uyandığında biraz başı ağrır, o kadar." dedi Nolan olduğunu öğrendiğim çocuk. Bu çakma sarışın olandı. "Başım ağrırmış, hah." Ben senin başını gövdenden ayırırken hissedeceğin ağrıyı düşünsen daha iyi olur, dedim içimden. Ama önce hazır eve gizlice girme sıkıntısından kurtulmuşken ne işler çevirdiklerini öğrenecektim. Bir süre yol aldıktan sonra araba ani bir dönüş yaptığında, bedenimin bu etkiye vermesi gereken tepkiyle savrulmasına izin verdim ve kafamı öndeki koltuğa çarptım. "Adam gibi tutsana kızı Nolan!" William'ın bu çıkışı, içimden Nolan'a ettiğim küfürlerin yanında iltifat gibi kalıyordu. Beni tutarak düzeltmesinin ardından çok geçmeden araba durmuştu. Kendisi hakkında düşündüğüm ilginç öldürme fantezilerimden haberi olmayan Nolan, beni önce bacaklarımdan çekiştirmiş, sonra da kollarımın ve dizlerimin altından tutarak kucağına almıştı. Duyduğum sesle evin kapısının açıldığını anladım ve yüzüme vuran sıcaklıkla da içeri girdiğimizi. Biraz yürüdükten sonra merdivenlerden indiğimizi fark ettim, belli ki arabada bahsettikleri bodruma iniyorduk. Yine bir kapı açılma sesinin ardından, beni bir sandalyeye oturtup dik durmamı sağladıktan sonra biri ellerimi arkadan bağlamaya koyuldu. Ellerimi bağlayan başka biriydi, zira kokusu Nolan'ınkinden oldukça farklıydı. Nitekim işini bitirip ayağa kalktığında konuşarak sesiyle de doğrulamış oldu düşüncemi. "Ayaklarını da bağlasaydık, ne olur ne olmaz." Bu sesi tanıyordum, o gün barda bana cevap veren kıvırcık saçlı çocuğun sesiydi bu, yani Harry'nin. "Gerek yok Harry, alt tarafı kız işte." Bu ses kime aitti bilmiyorum ama ona alt tarafı kızın üst tarafını da bir ara göstermeye karar vermiştim. "Çıkalım, sonra uğrar kendine gelmiş mi diye bakarız." dedi alt tarafı ses. Uzaklaşan ayak sesleri ve kapının kapanması üzerine göğsüme düşürdüğüm başımı kaldırıp gözlerimi açtım. Sağda solda gelişi güzel bir şekilde üst üste konmuş birkaç koli ve döşemeleri fazlasıyla yıpranmış olan iki koltuktan başka bir şey yoktu etrafta. Planları incelerken evde iki tane bodrum olduğunu görmüştüm. Hangisinde olduğumu anlamak için sandalyeyle birlikte iki büklüm ayağa kalkıp olduğum yerde hafifçe arkama döndüm. Duvardaki yarım boy genişliğindeki pencereyi görünce kendi kendime gülümsedim, diğer bodruma götürülmüş olsaydım kaçmak için tek yolum kapı olurdu, çünkü orada pencere yoktu. Kapıdan çıkmak da pek sorun değildi benim için, ama öncelikle neler olduğunu öğrenmek istiyordum. Tekrar önüme dönüp sandalyenin ayaklarını yere indirerek eski oturma şeklimi aldım. Biraz önce bahsettikleri şu sonrayı beklemeye başladım, gelip bakmalarını yani. Neyseki çok beklememiştim. Kısa bir süre sonra merdivenlerden gelen ayak seslerini kapının kilit sesi izlemiş, ardından Harry içeri girmişti. "Demek uyandık sonunda?" diyerek odanın ortasında durmuş, bana bakarak, daha doğrusu bacaklarıma bakarak sırıtıyordu. Üzerimde pileli mini bir etek olmasına aldırmadan bacaklarımı rahatça iki yana açmış oturuyor olmamdan gayet memnundu sanırım. "Kimsiniz siz? Beni neden kaçırdınız?" diye sordum görünüşüme tamamen ters düşen, sert bir sesle. "Ah tatlım, maalesef laftan anlamayan, çok sinir bozucu bir baban var. Anlamadığı kısımları ona senin yardımınla anlatmak istedik sadece." "Babam hakkında doğru konuş adi herif, yoksa seni bir gü-" "Vay küçük kedimizin tırnakları uzunmuş?" dedi Harry'nin arkasında beliren Pete. Sesinden anladığıma göre üst tarafımı göstereceğim çocuk buydu. "Bu kedi bütün gece beni tırmalayabilir Pete, bacakları müthiş." diyerek güldü Harry. "Ben Mike'a haber vereyim, sen de kediyi rahat bırak Kıvırcık. Mike ile bu ara zıtlaşmasan iyi olur." Sona kalan kişi, yani Mike esmer olandı ve sanırım onu liderleri ya da başları olarak görüyorlardı. Pete çıktıktan sonra Harry giderek genişleyen bir sırıtmayla yaklaştı. "Biraz önce yarım kaldı sözün, baban olacak o şerefsiz için doğru konuşmazsam beni ne yapacaktın bebek?" Yüzüme yaklaşıp yeşil gözlerini gözlerime diktiğinde, kıvırcık saçları yüzünün iki yanından yanaklarına dökülmüş, dalga dalga salınıyordu. Bebek sözcüğünü daha çok sürtük der gibi söylemişti ve ben her iki kelimeden de nefret ederdim. Beş saniye yeter, diye geçirdim aklımdan. Üç saniye iplerden kurtulmam için, iki saniye dilini midesine gömmem için. Ne var ki bir şeyler öğrenme şansımı yok etmek istemiyordum, şimdilik tabii. "Sürekli bebek dediğine göre çocukları seviyor olmalısın. Eğer ağzını düzeltmezsen asla "bebek" sahibi olmamanı sağlarım!" dedim dişlerimin arasından. "Uuu, bak şimdi korktum işte," deyip bir kahkaha attı ve ardından hızla ciddileşerek "Baban olacak o orospu çocuğu mesajımızı anlayacak, istesen de istemesen de." dedi. Bu cümleyi kurması ciddi bir hataydı, ama bunu burnumun dibine girerek yapmış olması çok daha ciddi bir hataydı. Konuşup bir şeyler öğrenme isteğimden eser kalmamıştı o an. Boştaki ayağımı tahmin edemeyeceği bir hız ve kuvvetle kaldırarak hayalarına geçirdim. İki büklüm bir hâlde bir iki adım geriye gitmiş, dizlerinin üzerinde acıyla kıvranmaya başlamıştı. Şu an hissettiği acı 3000 kemiğin aynı anda kırılmasına denk bir acıydı, en azından istatistiklere göre. Gözünden gelen yaşlara aldırmadan başını kaldırıp bana baktığında iplerden kurtulmaya hazırlandım çünkü kendine geldiği anda beni boğazlayacakmış gibi bakıyordu. Saldırmak yerine önünü tutarak kapıya doğru gitti ve bana bakıp "Bunu sana ödeteceğim sürtük!" diyerek çıktı. Yaptığım şeyden duyduğum keyifle arkama yaslanıp gülümsedim. Belli ki bugün bir şey öğrenemeyecektim; ama sorun değildi, sabır konusunda her zaman olmasa da gayet iyi sayılırdım. Birkaç dakika geçmeden aşağı inen kalabalık ayak seslerini duydum. Kapıyı açan Harry'di ama içeri giren iki boz ayısı kılıklı herifti. Adamlar içeri girince Harry gözlerini benden ayırmadan sırıttı. "Ölmesin, sadece sağlam bir şekilde acı çektiğine emin olun." dedi sonra da kapıyı ardından kapatıp çıktı. Bense daha Harry konuşurken bir elimi çıkartmıştım ipten. Diğeriyle ipin kalanını çekiştirip boz ayılarına baktım. "E, önce hanginizi öpmeliyim?" diye sordum gülerek. Bu tür tipleri iyi biliyordum, tek anladıkları adam dövmek olduğundan genelde beyinleri küçük ve espri anlayışları sıfırın altında olurdu. Kaşlarını çatıp ne diyor bu, der gibi baktıklarında gülümsemem tüm yüzüme yayılmıştı. Homurdanarak üzerime doğru gelene baktım. "Demek ilk seni öpeceğim, tamam." dedim sakince. Yeterli yakınlığa gelmesini beklerken ellerimdeki ipi sıkıca kavradım. Boz ayısı omuzlarımdan tutarak beni kaldırmaya çalıştı. Oturan bir kıza vurmak istemiyordu herhâlde, ne kibar, dedim içimden. Biraz önce Harry'nin yediği tekmenin aynısını, aynı yere yediğinde afallayarak bakarken kibarlığı hızla silinmişti yüzünden. Tek elime dolayıp kısalttığım kalın ipi biraz salarak sandalyeye bastım ve adamın boyuna yetişmemle, ipi hızla adamın boğazına sarıp dizlerimi sırtına dayayarak ipi çektim. Kendimi geride tuttuğum için adamın elleri bana ulaşamıyordu ve boğazındaki baskıyı arttırmış oluyordum. Bu oldukça eğlenceli gelmişti bana, daha önce hiç ayıya binmemiştim sonuçta. Diğeri ise birkaç saniye içinde olup biteni ancak kavramış ve harekete geçmişti ki sırtında durduğum ayının boynundaki ipten aldığım destekle adamın etrafında dönerek diğer herifin çenesine ayağımla tekme attım. Uçan tekmeyle döner tekme arası bir şey olan bu hareketi ilk deneyişimdi ve kesinlikle hoşuma gitmişti. Doğaçlama her zaman işe yarardı. Her ne kadar ayı olsa da, biraz önce uydurduğum tekme sonrası kendini yerde bulan heriften sonra altımda kıvranan herife gelmişti sıra. Yaptığım dönüş sonrası tekrar dizlerimle sırtına dayandığım için geriye doğru yaptığı kafa atma girişimleri bir işe yaramıyordu. "Demek kafa atmayı seviyoruz ha?" diyerek biraz önceki boynunda iple dönme hareketini yapıp adamın önüne geçtim ve dizlerimi göğsüne dayadım bu sefer. Beni önünde bulmasıyla, boşta kalan boğazı da rahatlayınca elleriyle belimi tuttu ki benim de tam olarak istediğim buydu. Beni tutan ellerinin arasındayken boynuna dolamış olduğum ipten destek aldım ve içten ters takla atarken ipi bırakıp tam dönme aşamasında ellerimi yere koydum. Aynı anda adamın suratına iki ayağımla birden olanca kuvvetimle vurduktan hemen sonra dengemi sağlayarak karşısına dikilmiştim. Birkaç sağlam yumruk ve sinir uçlarına yaptığım keskin darbeler sonucu sadece bir iki dakika içinde adamlar kış uykusuna yatmışlardı. Yukarı çıkıp diğerleriyle uğraşacak hâlim yoktu, daha iyi bir araştırma yapma düşüncesi hakimdi şu an. Koltuğu çekerek pencerenin önünde set oluşturup cama tırmandım. Camı açıp pervaza tutunarak kendimi yukarı çektim. Tam dışarı çıkıyordum ki bodrumun kapısı açıldı. Resimlerinden Mike olduğunu bildiğim çocuk, "Seni gerizekalı, kıza zarar gelmeyecek demiştim!" diye bağırarak içeri girmişti. Yerde iki seksen uzanan sevgili ayıcıklarını görünce duygulanır sanmıştım ama yüzündeki ifade tam anlamıyla ifadesizlikti. Tek bir kas bile oynamıyordu Mike'ın yüzünde. Beni fark edip başını ağır ağır kaldırarak cama baktığında göz göze geldik. İşte o anda çenesinin kenarında seğiren bir kas gördüğüme yemin edebilirdim. Başımı hafifçe eğip Mike'a göz kırptım ve havaya bıraktığım minik öpücüğümü ona doğru üfleyip kendimi tamamen dışarı attım. Parmaklıkları bile olmayan pencereli bir bodrumda rehine tutmak? Hah, kıçımın çetesi. Olduğum yer evin sol tarafıydı, bu da demek oluyor ki köşeyi döndüğümde garajı görecektim. Hızla garaja doğru koştum. Bunlar cidden kendilerine çok güveniyor olmalılardı ki garaj kapıları ardına kadar açıktı. Son model bir sürü arabanın içinde dikkatimi çeken tek efsaneye bakıp sırıttım. Üstü açık, yeşil ve kesinlikle tam bir klasik olan Aston-Martin. Kapı açma zahmetine girmeyerek içine atladığım gibi direksiyonun alt kasasını söktüm ve düz kontak yaparak arabayı çalıştırdım. Geri vitese takıp son sürat garajdan çıktığımda bahçeye dağılmış beni ararken, duydukları güçlü motor sesiyle şaşkına dönen beşliye baktım. Sert bir manevrayla arabayı döndürüp gaza yüklendiğimde, aynadan arkamda bıraktığım toz bulutuna bulanan adamlara bakarak keyifle gülümsüyordum.

editor-pick
Dreame-Editor's pick

bc

Gökten Düşen Aşk

read
2.3K
bc

EFRUZ ŞAHSUVAR (TÜRKÇE)

read
6.6K
bc

BARUT KOKUSU

read
10.2K
bc

Patika

read
6.4K
bc

SAKIN SEVME

read
2.4K
bc

Geceler Kadar Siyah

read
16.7K
bc

Bir Dizi İz (2. Kitap)

read
1.3K

Scan code to download app

download_iosApp Store
google icon
Google Play
Facebook