bc

Yabancı

book_age4+
13
FOLLOW
1K
READ
others
dark
drama
scary
spiritual
like
intro-logo
Blurb

DÜNYA gözetleniyordu. Gecenin koyu karanlığında bile her şeyi açıkça seçebilen görünmez mercekler, yabancıların bütün dikkati dünyanın üzerinde odaklanmıştı. Görmediğimiz ve hakkında hiçbir şey bilmediğimiz düşmanlara karşı bir savaşa hazırlanıyorduk.

chap-preview
Free preview
1.Dünya gözetleniyor
Saklandığımız binanın duvarlarının ardından ıslık sesinden bile zayıf sesler geliyordu. O sırada arkasında durduğumuz kapı yana çekildi. Metal gıcırtı sesi odayı esir aldığında hızla karanlığın içinde saklandık. Kapının hemen yanında beliren bekçiler, ikisi kadın, iki erkek, dört kişi çıktı. Bekçilerin biri dışında kalanları canlı adımlarla odanın içine doğru yöneldiler ve görüş alanımızdan uzaklaştılar. Öteki adam ise etrafa şüpheci bakışlar atarak sakin adımlarla onları takip etmeye başladı. İnsanları tam olarak değerlendirebilecek nitelikte değildim. Yine de, gördüklerimden birinin otuz yaşlarında; şakakları şimdiden kırlaşmış olanının ise daha yaşlı olduğu kesindi. Daha genç olan kadın oldukça iyi görünümlüydü. Oturmuş ve güvenli bir havası vardı. Diğer kadın bekçinin aksine iri yapısı onun saldırgan kişilikte olduğu izlenimini verebilirdi. Bunun ötesinde dövüş konusunda yetenekli olduğunu da anlamak pek güç değildi. Kumandanları olduğunu tahmin ettiğim kadının binadan çıkmasından birkaç dakika önce, görünmez gözlemciye haber gönderdi ve bölgenin temiz olduğunu söyledi. Burada işi bitince ilgisini derhal üç blok öteye yöneltmişti. Nereye gideceğini iyi bildiği belliydi. Sokağın diğer ucundan gelen siren sesleriyle bir anda mercekler şimdi de, sıra halinde koşmakta olan bir gruba odaklanmıştı. Bir delikanlı, kendinden biraz daha büyük kızlı oğlanlı bir gruptan, sokağın sonuna doğru koşarak uzaklaşmaktaydı. Bekçi ilgisini oraya yöneltti. Büyükçe bir oğlan, gruptan ayrılarak yoluna ayrı devam eden çocuğun peşine düştü. Daha genç olan delikanlının koşuş biçimi oldukça acemiceydi. Zayıf yapılıydı ve bir ara sendeleyip dengesini yitirişine bakılırsa, oldukça da güçsüzdü. Kovalayan bekçi onu kolaylıkla yakaladı ve bir sporcu çevikliğiyle yol kenarındaki çimlerin üzerine boylu boyunca uzattı. Yakalanan çocuk direnmeyi sürdürdü ve diğeri de üstünde olmak üzere birkaç metre emekledi. Böyle yapmakla, diğer bekçilerin de görüş alanına girdi. Bu da, bekçilerde bir düşüncenin oluşmasına yol açtı. Acaba dikkat dağıtmak için kasten gruptan ayrılmış olabilir miydi? Bu sessiz yakalanma süresince, daha büyük olan bekçi, ayağa kalktı ve tutsağını bacaklarından çekti. Onlara doğru yürüyen kızlı oğlanlı grup yanlarına varasıya dek de bırakmadı. Tam bekçiler onlara yaklaştığında, genç kaçmak için bir hamle yaptı. Fakat bekçi, ona yapışmış gibiydi, bırakmadı. Hamlesi boşa çıkan genç, bekçinin incik kemiğine sertçe vurdu. Öteki bu vuruş karşısında bakakaldı. Canı yanmış olmalıydı ki, bekçi acıyla geri çekildi ve sinirle çocuğun göğsüne bir yumruk indirdi. Bununla yetinmedi, bir kez daha vurdu ve omuzlarından yakalayıp sarsmaya başladı. Diğer bekçiler bu olayı pek önemser görünmüyordu. Sarışın kız, birkaç metre ötede, bu sorunun nasıl sonuçlanacağını zevkle izliyordu. Bu vahşiliğe daha fazla dayanamadım ve dışarı atılmak için merdivenlere doğru yöneldim. Ayağımı ilk basamağa koyacağım anda grup liderimiz kolumu yakaladı. Yüzüne bakıp “Ne kadar çaresiz olduğunu görmüyor musun?” diye konuştum. Kafasını iki yana sallayarak “Kendim için korkmuyorum. Fakat görevimizi tamamlamadan açığa çıkmak istemiyorum” dedi. Hızla kolumu çekerek derin bir nefes aldım ve ayağımı sallayarak yerde duran boş koli kutularından birisine tekme attım. “Lanet olsun” diye sitem ederken lider pencerenin önünden bana seslendi. Hızla yanına gittiğimde bekçi silahını çekmiş ve çocuğun kafasına dayanmıştı. Şaşkınlıkla elimi ağzıma kapatarak “Bir şey yapmalıyız” dedim. Tekrar kolumu tutup “Sakın” diye uyardı. Gözlerim çaresizce tekrar pencereye döndüğünde tek el silah sesi duyuldu va çocuk kafasından akan kanlarla birlikte yere yığıldı. *** Olaylardan altı ay önce. VAKİT ilerledi. Okunacak pek bir yeri kalmayan kitabımın son sayfasını da sonlandırıp, koltuğun yan tarafından halının üzerine bıraktım. Bir süre daha geçti. Bir anlık duraklamadan sonra, her zamanki içkilerimden birini hazırladım. Ardından döndüm, yeniden koltuğuma gömüldüm. İçkimden bir yudum daha aldım ve yüzümü buruşturdum. Bardağımı yere henüz yeni bırakmıştım ki, bir ses duydum. Sesler dışarıdan geliyordu. Ayağa kalktım ve şöminenin yakınındaki pencereye doğru yürüdüm. Perde aralığından dışarıya baktım. Işık yeterli değildi. Hafif bir ses duydum. Yaşını kestirmenin güç olduğu boğuk bir erkek sesiydi kulağına gelen. Sesi dinlemeye çalışırken dikkatimi gökyüzünde başka bir şey çekti. Gördüğüm anda hızla elimi havaya kaldırdım ve sıkıca gözlerimi kapattım. Tekrar açtığımda kanım donmuştu. Karşımda filmlerden fırlamışcasına bir uzay gemisi duruyordu. Bulutların arasından yarısı görünen gemi hareket etmeden öylece duruyordu. Telaşla kumandayı alıp televizyonu açtığımda karşıma geçen ilk haberde durdum. Bütün kanallar delirmişcesine bu konu hakkında konuşuyorlardı. “Bize yardıma geldiler”-“İstila altındayız”-“Onlarla iletişime geçtik” aklınıza gelmeyecek her türlü başlıkta haber vardı. Hiçbiri doğruyu yansıtmıyordu, çünkü böylesine güçlü varlıkların gelme nedeni sıradan bir sebepten olamazdı. Aceleyle montumu alıp dışarı çıktım ve etrafa bakındım. Evden çıkınca, tekyönlü cadde boyunca hızlı adımlarla yürüdüm ve en yakın arkadaşım olan Susan'nın evine geldim. Ard arda durmadan çaldığım kapıdan sonra Susan yarı çıplak bir şekilde kapıyı açtı. Arkasından muhtemelen tek gecelik ilişkilerinden birisi olan yabancı bir erkek çıktığında yüz ifademi bozmadım. Susan elimi yakaladı ve içeri çekerek “Hadi bize katıl bebeğim” diye konuştu. Geceden kalma olduğu her halinden belliydi. Kafamı iki yana sallayarak “Neler olduğunu görmemişsin” dedim. Erkek umrumda değilmiş gibi bizi orada bırakıp üst kata çıktığında böyle insanları nasıl bulduğunu düşünmeden edemedim. Montumu çıkarıp Susan'ın omzuna attım ve kolundan tutup dışarı sürükledim. Keskin hava değişimi yüzünden şikayet etse de, gördüğü manzaradan sonra sessizce bir küfür mırıldandı. “Bu gerçek olamaz” dedi. Kafamı iki yana sallayarak “Malesef öyle görünüyor” dedim. Caddenin yukarısında, bizim farkında olmadığımız küçük bir olay gelişiyordu. Sert yüzlü, iyi görünümlü esmer bir kız bu cadde boyunca geliyordu. O an, caddenin karşısına geçmekte olan oğlanı fark ederek yavaşladı. Sürekli olarak oğlanı gözleyen kız, onun da kendisini fark ettiğini anlayınca, ileride bir yerleri gösteren belirgin bir işaret yaptı. Oğlan başıyla «anladım» işareti verdi ve siyah saçlı kıza doğru yürümeye başladı. Kızın yüzünde pervasız, baygın bir gülümseme vardı. Oğlanın kendisini izlemesini isteyen bir baş hareketi yaptı ve yakındaki yola doğru yürüdü. Ortada neler döndüğünü anlamaz halde sadece durup onları izledik. Susan kolumu tutup sarsana kadar olaya kendimi ne biçimde kaptırdığımı fark etmemiştim. Kafamı çevirip ne olduğunu sorduğumda “Şehir dışına çıkmalıyız, git ve hazırlan” dedi. Konuyu uzatmadan ve vakit kaybetmeden olumlu anlamda kafamı sallayarak hızlı adımlarla yürümeye başladım. Ayağımı asfalt zemine bastığım her adımda kulağıma garip sesler gelmeye başlıyordu. Az önce gençlerin yürüdüğü yolu geçip gidene kadar sesler peşimi bırakmadı. Evimin önüne birkaç adım kala arkamda bir yerlerde tüm kasabayı sarsacak bir patlama sesi duyuldu. Sıradan bir patlama olmayışı bütün evlerin çatısını havaya uçurmasından belliydi. Sarsıntının şiddetiyle birkaç adımlık mesafede öne doğru fırladım. Sertçe yere düşüp kafamı çarpmıştım ama kendimi kontrol edebilecek kadar bilincim yerindeydi. Zorlukla ayağa kalkıp evin merdivenlerinde oturup nefesimi düzenlemeye çalıştım. Evlerinde korkuyla bekleyen insanlar birer birer dışarı çıkarak, meraklarına yenik düşmüşlerdi. Onların aksine ben daha fazla zaman kaybetmemek için kalan son gücümle eve girdim ve sırt çantamı alıp hazırlamaya başladım. Nereye ve ne kadar süreliğine gideceğimiz hakkında hiçbir fikrimiz yoktu. Dolayısıyla yanımıza ne almamız gerektiğini de bilmiyorduk. Yabancıların neden bizim gezegenimize geldiğini ve ne istediklerini bilmediğimiz gibi. Onların sadece dünyayı istediği ve bize ihtiyaç duymadıkları inkar olunamaz bir gerçekti. Önyargılı olduğum düşünülebilirdi, lakin sezgilerim beni hiçbir zaman yanıltmazdı. Çantama attığım son kıyafetten sonra fermuarını kapatıp sırtıma attım. Beni uzun bir süre idare edebilecek spor ayakkabılarımı giydikten sonra hızla Susan'nın evine doğru yol aldım. Sokağın daha ortasına gelmeden önce onun benden önce davrandığını gördüm. Yanında gecelediği erkek vardı, lakin yüzünde hiçbir memnuniyet duygusu barınmıyordu. Yanıma geldiklerinde erkek konuşup “Siz ikiniz fazla abartıyorsunuz” dedi. Sinirle Susan'a bakıp “Çenesini kapatmazsa, ben kırmak zorunda kalacağım” dedim. Susan elini koluma koyup sakin olmam için uyardı. Erkek bizden öne çıkıp hızla yürümeye başladı ve bir şey söylemeden uzaklaştı. Susan bu duruma omuz silkerek tepki göstermemeyi seçmişti. Kafamı sallayıp sokağa baktığımda bizden başka insanların da yola çıktığını gördüm. Kasabadan çıkış yolumuz patlamanın olduğu bölgeden geçiyordu. Diğer yol ise muhtemelen sağ çıkamayacağımız belirsiz bir ormandı. Susan garajdan arabasını alıp gelene kadar etrafta buradan ayrılmaya can atan insanlara baktım. Dünyanın en sıkıcı kasabası diye adlandırılan yer şimdi tam bir korku filmi alanına dönmüştü. Çocuklarını susturmaya çalışan ebeveynler, patlamada yaralanan insanlar, korkuyla kendini kaybedenler. Aklı başında insan sayısı beş elin parmağını geçmeyecek kadar azalmıştı. Susan arabayla yanımda durduğunda soğuk havayı son kez içime çektim ve araca bindim. Patlamanın olduğu bölgeye giden kısa yolu beş dakikadan daha az bir sürede geldiğimizde “Lanet olsun” diye sitem ettim. Arabadan inip kapıyı sertçe kapattığımda uzun bir sıra halinde dizilen arabalara baktım. Bu kasabada görüp görebileceğim ilk ve son trafik bu olacaktı. Patlamanın kestiği yolda duran arabalar orada öylece bırakılmış ve insanlar yollarına yürüyerek devam etmişlerdi. Susan beni beklemeden arabaların arasından geçmeye başladı ve enkaza olabildiğince yaklaştı. Yürüdüğü yönde, tam karşısında bir uyarı yazısı okunuyordu. DİKKAT YASAK BÖLGE Çaresizce arkaya dönüp çantamızı almak için yürümeye başladığımızda bu insan karmaşasının arasından tanıdık bir yüz bize doğru ilerledi. Lane, önce Susan'ı tanıdı ve canlı bir tavırla onu karşılamaya hazırlandı. İkisi dostça el sıkıştılar. Lane kafasıyla bana selam vererek kuzeni Susan'a döndü ve sohbet etmeye başladılar. Trafik sırasına yeni katılan ve uzaktan duyulan siren sesleri kulaklarımı doldurduğunda ellerim titremeye başladı. Daha önce hiç başıma gelmeyen ve ilk kez yaşadığım bu hissin ne olduğunu anlamaya çalıştım. Elimi sallayıp yanımdaki arabalardan birine tutunmak istedim ama parmaklarım boşlukta süzülerek rüzgarla buluştu. Kendimi tutacak hiçbir yer bulamadım ve dizlerimin üstüne çöktüm. Arkası bana dönük olan Susan sesi duyup telaşla bana baktı ve yanıma çöktü. Kolunu tutup “Hiç iyi hissetmiyorum” diye konuştum. Bizden iki adım uzaklıkta duran Lane eliyle uzakta bir yeri göstererek “Bu da ne?” diye konuştu. Söylediği şeyi daha çok kendi kendine dermiş gibiydi. Susan ayağa kalkıp neyi gösterdiğine bakmak istediğinde beni de kaldırması için kolunu tuttum. Ne olduysa o saniye içinde olmuştu. Susan'ın beni kaldırmak için eğilmesi ve tam o anda sarsıcı bir enerji akımının üzerimize doğru gelmesi. Tek göz kırpımında önümüzde duran Lane'nin kafası yerinden kopmuş, sanki keskin bir kılıçla kesilmişti. Susan korkuyla ses telleri acıyana kadar bağırmış, ben ise şokun etkisinde kalmıştım. Lane'nin cansın bedeni üzerimize düştüğünde Susan korkuyla titremeye başladı. Onun bu duruma bakıp dişlerimi sıktım ve nefesimi tutup cansız bedeni üzerimizden sola doğru ittirdim. Susan çığlık çığlığa ağlamaya devam ederken üzerimize ve ellerime bulaşan kana bakıp ayağa kalktım. Kafamı çevirip etrafı gördüğümde kısık sesle “Susan!” diyebildim. Dizlerini kendine çekip arabanın kenarına sinen arkadaşımın kollarından tutup “Hadi!” diye bağırdım. “Hadi gitmeliyiz!” diye tekrarladım. Koşarak arabaya doğru ilerledim ve yerdeki kafasız cesetlere bakmamaya çalışarak çantamı aldım. Nasıl bir güç böyle bir şeyi yapabilirdi ki? Koskoca otoyolda hayatta kalan tek kişi bizdik. Geride bıraktığımız kasabada ise kimlerin sağ kaldığı tartışılır bir konuydu. Kanlı ellerimi üstüme silip bir yandan yürümeye devam ettim ve enkazın etrafından dolaşıp, şehre gidene kadar tem kelime etmedim. Susan titreyerek ara sıra ağlamaya devam ediyordu, ben ise garip bir şekilde duygularımı yitirmiş gibiydim. Sadece olayların sonunun nereye varacağını hesaplamaya çalışıyordum. Kendimizi nasıl koruyabilirdik? Ana yolu takip ederek geldiğimiz şehir merkezinde çoktan hava kararmıştı. Gecenin kör karanlığında, bir apartmanın yanında hayalet gibi dolaşıyorduk. Kendimi toparlamaya çalıştım. Ne var ki başım çok dönüyordu ve gittikçe de hareketlerimi denetleyemiyordum. Şehrin merkezi de aynı kasabanın yolu kadar kıyamet yerine dönmüştü. Kurumuş kanın ve çürümeye başlayan cesetlerin kokusu burnumu doldurmaya devam ederken kendimizi bulabildiğimiz ilk binaya soktuk. Hiçbir hareketin farkına varmayan Susan, bir an düş kırıklığına uğramış gibi oldu ve “Şimdi ne olacak?" diye sordu. Kafamı sallayıp ellerimi birbirine kilitledim ve “Bilmiyorum” dedim. Bu soruya dünyada sağ kalan herhangi bir insan cevap verebiliyorsa, onu saygıyla karşılardım. Cevabımdan sonra Susan eğilip, binanın penceresinden karanlığa doğru baktı.O sırada dışarda dolaşan kısık ama belirgin ışıklar fark edilmeye başlandı. Susan sevinçle ayağa kalkıp “Bizden başkaları da varmış” dedi. Elimle anında bileğini yakalayıp “Artık gezegende yalnız olmadığımızı unutma. Onların neye benzediğini öğrenene kadar kimseye güvenemezsin” dedim. Sağ kalan aklı başında hiçbir insan böyle zifiri karanlıkta kimsesiz sokağın ortasında rahatça dolaşamazdı. Sessizliğimizi koruyup binanın içinde kaldık ve kısa süreliğine dinlenmek istedik. En azından bundan sonra nereye gideceğimizi belirleyene kadar. *** Dört saat sonra Susan'ın yüzünden akan terin mevsimsiz sıcaklarla hiç ilgisi yoktu ve onu kandırsam daha mı iyi olacağını merak ediyordum. Sonbahar aylarında böyle terlemesinin hiçbir doğal açıklaması yoktu. Yaşadığı olaylardan dolayı bitkin düştüğünü düşünüyordum. Bir şok daha yaşarsa çığlık atacağını düşünüyordum ve bu öfkeden mi kaynaklanır, yoksa saf isteriden mi, bilemiyordum. Susan derin bir nefes aldı, ellerini kavuşturdu ve pişman bir tavırla başını eğdi. “Sence ölecek miyiz” diye sordu. Kafamı iki yana sallayıp “Buna izin vermem” dedim. Yere attığımız battaniyenin üzerine uzanıp Susan'ı kollarımın arasına aldım. Yıdızlarla dolu gökyüzüne baktı. Bu tanıdık manzaraya bakmanın evimizi bu kadar özlememe neden olacağını hiç düşünmemiştim. Kurtulmak için can attığımız o sıkıcı kasabayı. Ne yapmamız gerektiğini bilemez halde uzanmaya devam ederken Susan kısık sesle “Acaba burada biraz su bulabilir miyiz” dedi. Kafamı sallayıp kıpırdamadan burada durmasını söyledim. Koskoca binada illa ki, su bulacaktım. Lakin onun böyle hasta halde hareket etmesi bizim için iyi olmazdı. Dizlerimin üzerinde olan kafasını yerdeki battaniyenin üzerine nazikçe bırakarak ayağa kalktım. Kapının kolunu tutup çıkacakken son defa öksürüklerinin sesi kulaklarımı doldurmuştu. Hayatım boyunca aile kavramı diye adlandırılabileceğim tek kişiyi bu durumda görmek beni derinden yaralamıştı. Bencil görünebilirim ama, onca insanın gözlerimin önünde kafalarının kopması bile beni bunun kadar sarsmaya yetmemişti. Konu aile olunca hiç kimseyi umursamayacak kadar gaddar olabiliyordum. Şimdi ise bir an önce onun yanına dönebilmek için hızlı adımlarla alt katları dolaşıp su arıyordum. Koridorun sonlarına doğru ardına kadar açık bırakılmış kapılardan birine girerek etrafa bakındım. Köşedeki küçük buz dolabına gözüm takıldığında becerebildiğim en hızlı şekilde birkaç şişe suyu alıp merdivenlere doğru koşmaya başladım. Susan'ın olduğu kata ulaştığımda kapıyı açıp “Sen suyunu içene kadar ateşini düşürmek için ilaç arayacağım” dedim ve elimdeki şişeleri yere bıraktım. Bakışlarımı elimdeki su şişelerinden ayırıp kafamı kaldırdığımda Susan'a baktım. Canlı teninden zerre kadar kırıntı kalmamış ve adeta bir ruh gibi beyazlamıştı. Yanına çöküp elimi alnına koyduğumda kanım çekilmişti. Daha beş dakika önce cayır cayır yanan teni, şimdi buz kesmişti. Kafamı deli gibi iki yana sallayarak “Hayır. hayır olamaz” diye kendi kendime konuştum. Titreyen ellerim alnından boynuna doğru hareket etti ve küçük bir umutla nabzını dinlemeye çalıştım. Etraftaki bütün kısık sesleri hiçe sayıp duyduğum tek şeyin onun atan nabzının sesi olmasını dilemiştim. Etrafta hüküm süren tek şey ölüm sessizliği olmuştu, zira ellerim hayal kırıklığı ile boşluğa düşmüş ve iki yanımda kalmıştı. Nasıl bir hastalık bu denli garip bir ölümü yaratabilirdi ki? Daha cevabını bulamadığım kaç soruyla karşı karşıya kalacaktım. Yıllar sonra ilk kez başımı dizlerimin arasına alarak boğazım yırtılana kadar bağırarak ağlamaya başladım. “Onu benden almamalıydınız” diye ard-arda söylediğim sözler boş odanın içinde defalarca yankılandı. Neden ben değil de o, diye binlerce kez düşündüm. Korkuyla gerçek ailemin mezarına bile gidemeyen ben o gece arkadaşımın cesedinin yanı başında hiç dinmeden beklemiştim. Bir insanın dünyası bir günde nasıl bu kadar yerle bir olabilirdi? Şu an gezegende lanet olası yabancılar yüzünden benden daha ağır durumda olan o kadar fazla insan olduğuna emindim ki. Bildiğim tek şey, onların dünyaya ihtiyacı vardı. Ama bize yoktu. Çılgın bir dünyanın orta yerinde artık tek tanıdık kendi sesim olduğundan, konuştum. İşittiğim ses kendime boğuk, gergin ve kesik gibi geldi. Artık eski enerjim yokmuş gibiydi: — Birincisi, ben deli değilim, diyordu sesim. Kendimi her zaman nasıl hissettimse, yine öyle hissediyorum. Elbette, deli olsaydım, belki bunu anlayamazdım. Yani şey değilse... Hayır! (Bir sinir bunalımına kapılmamak için çabaladım.) Bunun bir başka izahı olmalı! Düşündüm. Rüya mı görüyorum? Bunun bir rüya olup olmadığı nasıl anlaşılır? (Kendimi çimdikledim, canım acıdı ve başını salladım.) Rüyamda da kendimi çimdiklediğimi görebilirim. Bir delil değil bu! Kafamda kuruntular yaratmak bunca saçma olayı kabullenmekten daha kolaydı. Çılgınca bir bakışla çevremi süzdüm. Hiç rüya bu kadar belirgin, ayrıntılı, kesin olabilir miydi? Bir zamanlar rüyaların ancak beş saniye sürdüğünü, uzunluğunun bir hayal olduğunu okumuştum. Ne güzel teselli! Kafamı eğip kolumdaki saatime baktım. Saniyeleri gösteren ibre dönüyor, dönüyor, dönüyordu... Bir rüya olsaydı bu, şu beş saniyede rüyamın sona ermesi gerekirdi. Bakışlarımı saatten ayırıp, boş yere alnımda biriken soğuk terleri silmeyi denedim. — Peki, ya bir hafıza kaybı krizi geçiriyorsam? Kendi sorumu cevapsız bıraktım, başımı ellerinin arasına aldım. Aklımı kaybettiğim izlenimi vardı üzerimde. Eğer bu rüya değilse, gerçekten çıldırıyor olmalıydım. Aksi takdirde nereden geldikleri bilinmeyen uzay yolcularının tek bir günde dünyamızı kıyamet alanına döndürdüğünü kabullenmek zorunda kalacaktım. Sendeleyerek ayağa kalktım. Birini bulmalıydım, insanları. Kim olursa olsun! Ve bir ev. Mutlaka bulmalıydım. Bunun için de en iyi çâre, öncelikle bir yol bulmaktı. Arkadaşımın cansız bedenine son bir kez bakıp yanından kalktım ve kendimi binadan dışarı attım. Bomboş ve oldukça ürkütücü olan sokakta yürümeye başladım. Ayağımın altındaki asfalt birden cazırdıyormuş gibime geldi. Yoklamak için eğildim, ama bir şey fark etmedim. Gözümü çelen zayıf bir yansıma eksik olmuyordu hiç. Körcesine ilerlemeye devam ettim. Adım seslerim asfaltta boğuk ve düzensiz bir çekiç gürültüsünü andırıyordu. Olabildiğince hızlanmak istedim, bir an önce delirmediğimi söyleyecek birisini bulmak. Sonra koşamayacak kadar umutsuz halde yeniden yürümeye koyuldum. Acıkmaya ve korkmaya başlamıştım. Evet, gerçekten korkuyordum ki, birden sağ tarafımda bir ışık gördüm. (Bu bekçilerle tanıştığım ilk gündü) Ne kadar garip! Yolun kenarında ormanın içinde belli-belirsiz fosforlu bir ışık saçıyordu sanki. Fakat aklım bunu zor kaydetti. İleride bir şeyler kıpırdadı ve ne mucize! Bir ses işittim! Kendiminkinden başka bir insan sesi. (İnsan olmadığını öğrenene kadar) –Hey! diye bağırdım. Işığın önünde beliren silüeti bana doğru daha da yaklaştı. Kadın bir şeyler söyledi. Sesinin akıcı bir yönü vardı, ama tonu emrediciydi. Lakin onun konuşması beni rahatlatmak yerine şoka uğratmıştı. Dudaklarım ikinci kez boşuna kıpırdandı. Hayatta kalma korkum yeniden depreşti. Boğulacağımı, yüreğimin donduğunu sandım. Çünkü kadın hiç bilmediğim bir dilde konuşuyordu. Kadın kendinden emin bir şekilde gülerek sol tarafına bakıp kafasıyla işaret verdi. Bu kez konuşmaya başladığında onu anlayabilmiştim. “–Baksana dünyalılar arasında da güzelleri ve azimlileri varmış” diyerek yanına gelen arkadaşına baktı. İri yarı adam beni süzerek kaşlarını çattı ve “Bana sorarsanız, en iyi Dünyalı, ölü bir Dünyalıdır. O zaman bile, genellikle kokuyorlar!” diye konuştu. Sonra kendi söylediğine kendisi güldü. Hem de kahkahayla. Bu ikisinin garip konuşması geçerken kendimi hiç rahat hissetmiyordum. Kapalı bir yere kıstırılmış gibi bir his vardı içimde. Sanki konuşmayı bitirdiği anda yapabildiği en hızlı şekilde üzerime atılıp boğazımı kesecekmiş gibi bir izlenim vardı. Ne yaparsam yapayım ölümüm yakın olduğu için birden düşüncelerim yarıda kesildi. Onlara hiç bakmadan yüksek sesle “—Ne istiyorsunuz?” diye sordum. Adam bakışlarını konuştuğu kadından çekip bana sertçe baktı: “–Bu ne cüret?” diye korkutucu bir sesle kükredi. Kafamı dikleştirip direkt olarak adamın gözlerinin içine baktım ve “Ben sadece öğrenmek istiyorum” dedim. Kadın bu cevabımdan hiç de kızmışa benzemiyordu. Bakışlarımı adamın üzerinden çekip kadına bakacağım anda yerinden kayboldu. Tek bir göz kırpımında önümde belirdi. “— Size karşı uygar davranmadığımdan dolayı özür dilerim.” dedi. Gözle görünür şekilde ürperdim ve kaşlarını çattım. “–Amaç, insanoğlunun öğrenme yeteneğini arttırmak” diyerek konuştu ve yavaş adımlarla etrafımda dönmeye başladı. “—İnsanoğlunun mu? Sahi mi? Peki, nasıl çalışıyor bu sistem? Onları öldürüyorsunuz” dediğimde uzakta duran adam nefret dolu bakışlarını üzerimden çekmeden yürümeye başladı. Kadın elini havaya kaldırıp durmasını işaret ettiğinde sanki bir robot gibi itaat etti ve geri çekildi. Kadın işaret parmağını kaldırıp elmacık kemiğimin üzerine, ordan da çeneme doğru gezdirdi. “— Küçük hanım, siz Dünya'nın asla üretemeyeceğini sandığım, güzel bir süs çiçeğisiniz. Bildiğim kadarıyla, siz bütün gezegenlerde eşsiz bir süs olabilirsiniz” dedi. Kadın kafasını arkaya çevirip kendi dilinde iri adama bir şeyler söyledi. Adam hareketlenip bize doğru gelmeye başladığında cebimde duran bıçağı hızla kavrayıp kadının göğsüne sapladım. (Bir uzaylıya bıçakla saldırmak ha? –Dahice) Kadın küfürler savurarak bıçağa elini attı ve tek çekişte duraksamadan bıçağı çıkarttı. Nefret dolu bakışlarla bana döndüğünde son hamlemi yaparak kadının yarasının üzerine bastırdım ve omuzlarından tutup bize doğru gelen adamın üzerine ittim. Kendime kazandırdığım birkaç saniyelik zamanda arkama bile bakmadan ormana doğru koşmaya başladım. Bazen sadece bunun bir kabustan ibaret olmasını diliyorum. Lakin bu hikayenin hepimiz için daha yeni başladığı inkar edilemez bir gerçekti!

editor-pick
Dreame-Editor's pick

bc

Vekil Tanrıça

read
1.1K
bc

NÜFUS: 1

read
1K
bc

KAN BÜKÜCÜ

read
2.9K
bc

Kara Cennet Serisi II - Metanoia

read
1.1K
bc

Arven

read
1.0K
bc

VİRÜS | HAYATTA KAL (Türkçe)

read
1K
bc

(Kurt Adam Serisi)- Yeni Bir Dünya

read
2.3K

Scan code to download app

download_iosApp Store
google icon
Google Play
Facebook