bc

LEDÜN

book_age16+
1.4K
FOLLOW
3.8K
READ
body exchange
sensitive
brave
drama
mystery
ambitious
city
secrets
whodunnit
crime
like
intro-logo
Blurb

Sayfayı çevirdiğiniz anda, masum bir adamın hikayesine tanıklık edeceksiniz.

Ve saf bir sevginin satırlarda bıraktığı hisler, sizin eviniz olacak. Karakterlerin daima yanında olmanız dileğiyle.

e v i n i z e h o ş g e l d i n i z

chap-preview
Free preview
1-KÜL SARRAF
2 Mayıs, 2019 Ankara. Puslu, soğuk bir geceye ev sahipliği yapıyordu yine. Üstelik baharın son aylarıydı. Denizin yokluğuna alışamamış insanlar yaz başında izinlerini alacak, belki Muğla'ya, belki Antalya'ya doğru yol alacak; Ankara'da hasret kaldıkları denizin yerini doldurmaya çalışacaklardı. "Göle mi gitseydik?" Koyu kahve saçları rüzgarın yardımıyla alnına döküldü. Arkadaşının heyecan dolu bakışları elindeki koyu kırmızı kutuyu incelerken, sabahtan beri verdiği fikirlere bir yenisini daha eklemişti. "Öyle mi diyosun?" Kutuyu ceketinin cebine geri koyup arkadaşına döndü. "Her şey hazır. Boşver şimdi." dedi cevabını beklemeden. "Hava da bozdu. Ateş yak gidince." Fatih, arkadaşını başıyla onaylayıp telefonunu çıkardı. Sokak lambasının altında sarı saç telleri parıldıyordu. Neyse ki bugün tıraş olmuştu. Konuşmasını yaparken ona zorluk çıkaracak bir sorun yoktu; şimdilik. Telefonu kulağına götürdü ve ayakkabısının altındaki küçük taşı ayağıyla kenara itti. "Yamaç? Nerdesin abi kaç saattir arıyoruz." "Trafiğe çıktım, kontrol var. Bir saate kadar gelmezsem beklemeyin." Fatih gözlerini devirip yanındaki arkadaşına baktı. Kaşlarını kaldırıp indirdi. "Tamam kolay gelsin. Görüşürüz." Telefonu kapatıp arabaya yaslandı. Rüzgarın savurduğu saçlarıyla uğraşan İhsan, şaşırmamış bir ifadeyle Fatih'e baktı. "Bir gün izin alsaydı ya! Böyle bir günde olmayacak mı yani?" "İşi varmış. Düğünüm olsaydı gönül koyardım da bir şey diyemedim şimdi." "Neyse. Hadi sen git Aylin'i al. Mekanda buluşuruz." Fatih başını salladı. "Önce gidip kontrol edeyim sorun var mı yok mu sistemde." İhsan omzunu silkti. "Boşuna bakıyorsun, sorun yoktu. Akşam oradaydım." "İçim rahat etsin." Arabasına bindi ve camını indirip İhsan'a son kez baktı. "Arayınca gelirsin." Mekana doğru sürmeye başladı. Bu kadar heyecanlanacağını düşünmemişti. Beş yıldır varlığına nefesi kadar alıştığı, her bir zerresini ezbere bildiği kadına evlilik teklifi edecekti. İhsan ile yaptıkları planda bir aksilik olmazsa, bu gecenin sonunda yıllardır hayalini kurduğu evliliğin ilk adımını atmış olacaktı. Sağ elini direksiyondan ayırıp kalbinin üzerine götürdü. Avucunun altında hayat bulan harf, sıradan bir harf değildi. Onun var olma sebebiydi. Aylin. "Az kaldı Aylin'im." diye fısıldadı. Aralık camdan içeri giren rüzgara nefesi karıştı. Şimdi biraz daha sakindi. Ağaçlar görüş alanına girince arabayı durdurdu. Kalan yolu yürüyerek gidebilirdi. Arka koltuktan kamerasını aldı. Arabadan indikten sonra etrafa kısa bir bakış attı. Sessizdi. Karanlığın hakim olduğu, güzel bir akşamdı aslında. Rüzgar bile güzeldi. İçinde onun olduğu her yer, her hayal güzeldi. Ağaçları geçtikten sonra nihayet sandalyeleri gördü. Bir haftadır her gün buradaydılar. Ses sistemi, perde, sandalyeler... Yorucu olsa da hepsini halletmişlerdi. İç içe geçirilmiş sandalyeleri ayırdı. Yamaç kesin yoktu. Aylin'in kardeşi Şule de gelirse dört kişi olacaklardı. Yeterliydi. Bu geceyi unutulmaz kılmak için bu dört kişi yeterliydi. Unutulmaz demişken, bilgisayarın yanına kamerasını koydu. Onlar film izlerken, Aylin kendisine 'Evet' derken her şeyi kayıt altına alacaktı. İlerde birbirlerine sarılıp izleyebilecekleri anılarına bir yenisi eklenecekti. Kaydı başlattı. Aylin geldiğinde açmayı unutabilirdi. "Her şey tamam." dedi etrafa son kez baktı. "Ah, ateş." dedi ve ne olur ne olmaz diye İhsan ile topladıkları odunları varilin içine dizerek ateşi yaktı. "Biz gelene kadar ısınır." "Sarraf." Duyduğu ses irkilmesine neden oldu. Sesin sahibini tanıyınca içine bir öfke doldu. Koyu mavi gözlerinin siyaha çaldığını düşündü. Öfkesinden bir şey kaybetmeden arkasına döndü. Tahmin ettiği gibi oydu. "Ne işin var burada?" Adam kravatını gevşeterek Fatih'e yaklaştı. Kendi saçlarının aksine saçları simsiyahtı. Gözlerinin kenarları sürme çekmiş gibi kırmızıydı. "Sana sordum. Ne işin var burada?" "Evlenme teklifi edeceksin." dedi mırıltıyla. Sarhoştu, belliydi. "Seninle bu şekilde konuşmayacağım. Git buradan." Hakan boynunu dikleştirdi. Söyleyeceği çok şey var gibiydi. Ama aynı zamanda susması gereken de çok şeyi olmalıydı. Eğer Fatih'in zaafı hakkında aynı cümleleri sarf ederse, Aylin'in yanına gitmesi tahmin ettiğinden daha geç sürecekti. "Yapma." dedi göğsü hızla inip kalkarken. "Etme. Anlaşabiliriz." Genç, kaşlarını tekrar çattı. Tahmin ettiği gibi buraya sinirlerini bozmaya gelmişti. Ona doğru bir adım attı. Arkasında yanan ateş gittikçe alevleniyordu. Sıcağı sırtında hissediyordu. "Sakın bana aynı şeyleri söyleme. O konuyu kapattım. Ama eğer bir daha açarsan, söylediklerini tekrar unutmam." dedi dişlerini sıkarak. Hakan pek etkilenmişe benzemiyordu. Önce sandalyelere, ardından da film perdesine baktı. "Senin yaşındaydım ben o şirkete gittiğimde. Beş yıldır Efsunlar için her şeyi yaptım. En iyisi olmak için değil, onları en iyi yapabilmek için çalıştım." Bir adım daha atarak aralarındaki mesafeyi kapattı. Cümlesine fısıldayarak devam etti. "Yaptım da. Efsunlar şimdi uçak denince akla ilk gelen isim oldu." "Tek başına yapmadın. Zeynel Bey zaten yeterince güçlü bir adam." dedi onunla ters düşerek. Lafın nereye gittiğini az çok anlıyordu. "Ne kadar da kolay." Gülüşü hissiz ve sahipsizdi. Fatih elini yumruk yaptı. "Ödülüm nerde?" Gözleri yaşardı. Sarhoş olduğu için olmalıydı. Ne dediğini bilmiyordu ama kendisi ne yapacağını çok iyi biliyordu. "Ödülünü benden değil, Zeynel'den iste." "Ben de öyle yapacağım. Ama -" Küçümseyici bakışlarla Fatih'i süzdü. Ardından tekrar yüzüne baktı. "Ama fazlalıklardan kurtulduktan sonra isteyeceğim." "Neymiş fazlalık?" Hakan kravatını bir kere daha gevşetti. Neredeyse aynı boydalardı. Hakan geri çekildi ve yakasını düzelterek bakışlarını kısa bir an üzerinden çekti. "Anlaşalım. Sen beni fazlalıklardan kurtar, ben de sana daha fazlasını vereyim." Fatih eliyle yeni tıraşlı saçını arkaya doğru yatırdı. Çok sıcak olmuştu. Üstelik vakti gidiyordu. Çoktan Aylin'in yanına gitmiş olması gerekirdi. "Şu an planımın içindeki tek fazlalık sensin. " "Sana bu gece, hemen bir milyon veririm. Yeni bir hayat kurarsın kendine. Aileni de yanına aldırırım." Tek nefeste sarf edilen bu utanmaz cümleler Fatih'in öfkesini körükledi. "Ne dedin sen? Bana para mı telif ediyorsun?" Sesini yükseltmişti. Aslında şu anda yapmak istediği bu kendini bilmez adamın suratını dağıtmaktı. "Ne karşılığında? Konuş!" Hakan'ı göğsünden sertçe ittiğinde zaten sarhoş olan adam dengesini kaybedip arkasındaki ağaca sırtını vurdu. Ama bu ona engel olmadı. Utanıp sıkılmadan devam etti sözlerine. "Aylin'in hayatından çık, hayatını değiştireyim!" Aylin'in hayatından çık, hayatını değiştireyim. "Ne?" Düşünmek için kendisine zaman tanımadan yakasına asıldı. "Ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu? Sevgilim lan o benim!" Yumruğunu gelişi güzel bir şekilde suratına geçirdi. Toparlanmasına izin vermeden bir yumruk daha. Bir yumruk daha. "Benim aşık olduğum kadına göz koydun, uyardım seni. Kimseye anlatmadım." Hakan kanayan burnunu parmağının ucuyla temizledi. Destek alarak yerden kalkmaya çalıştı. "Ama bu teklifin, bu utanmaz teklifini sineye çeker miyim?" Kalkmasına izin vermeden göğsüne tekme attığında, Hakan tekrar yere uzandı. "Onu istiyorum." dedi nefesini toparlamaya çalışarak. Fatih daha da öfkelendi. Uzanıp yakasından tuttu ve doğrulmasını sağladı. "Sen nasıl benim aşkımı parayla satın almaya cüret edersin? Nasıl sana abi gözüyle bakan bir kadını istediğini söylersin?" Kızarmış sol yanağı ıslandığında Fatih ellerini gevşetti. Şimdi de karşısında Aylin için ağlayacak mıydı? "Yapma Hakan. Aylin bu halini görseydi, silerdi seni." Onu serbest bırakıp geriledi. "Silecek de. Bunları ona anlatacağım. Pişman olacaksın." Hakan'ın gözleri tekrar parladı. Ama bu kez korkudan. Belki de öfkedendi. Ama artık Fatih'in umurunda değildi. "Git buradan." "Beni..." Eliyle kendisini göstererek yineledi. "Beni, ona şikayet edeceksin öyle mi?" "Git Hakan!" Arkasına dönüp gitmesini bekledi. Eğer Allah korkusu olmasaydı canını şuracıkta alırdı. Sevdiği kadına göz koymuş, bir de karşısına geçip utanmadan dile getirmişti. "Adımı unutma Sarraf." Arkasına dönmesine fırsatı olmadan sırtına aldığı darbeyle dengesini kaybetti. Ve o an insanlık öldü, kül oldu. Hayaller yandı, bir yüzüğün taşı söndü. Sarraf yandı. Hiç tatmamıştı bu duyguyu. Soğuk toprak bile ateşle yoğruluyordu şimdi. Rüya mıydı bu? Nasıl bu kadar gerçekti olabilirdi? Duyduğu ses kendine aitti. Çığlık atan kendisiydi. Yardım et demek istiyordu. Ama ağzını açamıyor, gözlerini aralayamıyordu. Yüzü yanıyordu. Dizlerinin bağı çözüldü. Nefesi kesildi. Yüzüstü devrildi toprağa. Tabi yüzünden geriye bir şey kaldıysa. Saat 01.17 01.23 Eklenerek ilerliyordu. Zamanı durdurmak gibi bir imkanı olsaydı şu an düşünmeden yapardı. Sırtına tam kırk dakikadır yayılan sıcaklık yok olmak üzereydi. Korktuğu da buydu zaten; ateşin, yerini buza bırakmasıydı. Sıkıca tuttuğu kollar elinden kayarken öne doğru eğildi ve var gücüyle Sarraf'ı tekrar sırtına çekti. Sarraf. Sarraf tükeniyordu. Yüzünden yayılan hissedilebilir bir sıcaklık vardı. Son yirmi dakikadır gözlerini aralamamıştı. İhsan, arkadaşını sırtına almadan önce yalnızca bir cümle dökülmüştü eti görünen dudaklarından. Kanlanmış, titrek dudaklarını aralamış ve şöyle demişti; Kurtar beni. Bir dakikalık bir kaybı bile göze alamayacağını düşünerek onu sırtına almış ve arabasının patlak tekerine, ıssız yollara inat hastaneye yetiştirmeye çalışmıştı. Puslu yolun sisini dağıtan ışığı gördüğünde nefesini güçlükle verdi. Yarım nefesler ala ala yolu tamamlamaya çalışıyordu. "Dayan kardeşim." Güçlükle son bir nefes aldı. "Dayan, nolur dayan." Hastane görüldü. Gözünden akan yaş serin bir his bıraktı yanağında. Son kez araladı ağzını. "Sedye!" İhsan boğazındski acı geçmeden bir kere daha "Sedye!" diye bağırdı. Sırtı sıcacıktı. Ensesindeki ateşi saymıyordu bile. Saat 01.37 Plan iptal. Sırtında Sarraf; Sarraf iptal. Nihayet kapıda beyaz formalı üç kişi göründü. İhsan başını yana çevirip buğulu gözlerinin ardından Fatih'in yüzünü seçmeye çalıştı. Alnı, yanakları, burnu... Kan kırmızısıydı. Fatih'i sedyeye yatırmalarını izledi. Anlam veremiyordu. Bütün bu olanlar çok, çok saçmaydı. Daha 2 saat önce ayrılmışlardı. "Acele edin hadi!" Sedyeyle birlikte koşarken alnından yanağına düşen ter damlaları çoğaldı. "Cerrah Hoca'ya haber verin!" dedi hemşirelerden biri. Fatih acile götürülürken, İhsan hala nefes nefese düşünüyordu. Nasıl oldu? Ateşi de yak. "Keşke demeseydim." dedi gözyaşları terine karışırken. Asansörden koşarak çıkan, ellili yaşlarda bir adam acile girdi. Cerrah Hoca bu olmalıydı. Gözlerini sildi ve o da içeri girdi. Fatih'in gömleği, sanki çok sağlammış gibi, makasla ikiye ayrıldı. Göğsündeki yanık neyse ki yüzündeki gibi korkutucu değildi. Ama bu yaşaması için yeter miydi? "Durum ne?" "Yetişkin erkek. Az önce getirildi. Yüzünde 3.derece yanık var. Tansiyonu çok düşük." Doktor, Fatih'i yakından inceledi. Gencin yüzü kendisine ait değil gibiydi. Üstelik hala yanağından yanık et kokusu geliyordu. "Bilinci açık. Ağrı kesici yapın. Danışmam gerek." Doktor arkasına döndüğünde İhsan'ı gördü. Saçları dağılmış, gözleri yaşlı ve korku doluydu. "Hasta nasıl bu hale geldi?" Adamın aksanı değişikti. Sanki Türkçeyi sonradan öğrenmişti. İhsan buna kafa yormayıp elini doktorun koluna koydu. "İyi mi?" "Değil." dedi net bir şekilde. "Nasıl bu hale geldi?" diye sordu tekrar. "Lütfen." Doktoru duymuyordu. Duymak istediği tek şey Fatih'in iyileşecek olmasıydı. "Onu kurtarın." "Bana yardımcı olun. Hasta nasıl bu hale geldi?" "Bilmiyorum." Doğru olan buydu. Bilmiyordu. Doktor inanmışa benzemiyordu. "Polise haber verdiniz mi?" "Hayır. Vermemiz mi gerek?" Telefonunu yolda kapatmıştı. Kim aradı, kim sordu bilmiyordu ama tahmin edebiliyordu. Ne olduğunu bilmeden, Fatih'in yaşayıp yaşamayacağını bilmeden kimseyi meraklandırmak istemedi. Evet bilmeleri gerekirdi ama söylemeye, bu manzarayı göstermeye cesareti yoktu. "Evet. Ben aratırım şimdi." Yanından ayrılırken elini doktorun koluna koyup onu durdurdu. "İstemiyorum. Polis karışmasın." Doktor Cerrah, kolundaki ele baktı. Bu da neydi şimdi? Asıl şu anda polise haber verilmesi gerekirdi. "Polise haber vermemiz gerekiyor." "Şu anda bilmeniz gereken tek şey, onu nasıl yaşatacak olduğunuz." "Bakın..." "Asıl siz bakın." Elini çekti. Daha sakin konuşması gerekiyordu. "Şu anda kimseye anlatamam bunu. Kimseye açıklayamam. Ne olduğunu bilmiyorum bile." "İyi ya işte. Polis bulmanıza yardım eder." Doktor inatçı çıkmıştı. İhsan cebindeki kasete dokundu. Doktorun bakışları İhsan'ın eline kaydı. "Önce anlamama izin verin. Onu bu halde hastane hastane dolaştırmak istemiyorum. " "Ona kötülük etmiş olursunuz." "O zaman siz bize iyilik edin. Gerekirse yalvarırım. Bana yardım edin." Doktorun bakışları Fatih'e kaydı. Genç adam, çaresiz bir şekilde yatıyordu. Yardıma ihtiyacı vardı. Ama belki de bu hale gelmesinde, karşısında ondan yardım dilenen bu adamın da payı vardı. Güvenemezdi. "Olmaz." "Eğer bu hale nasıl geldiğini size gösterirsem bana yardım edecek misin doktor?" Şimdi iş değişirdi işte. Doktorun gözleri parladı. Bunu öğrenmeyi çok istiyordu. "Pekala. Bekliyorum." İhsan tekrar cebindeki kasede dokundu. Mekandan alelacele çıkarken son anda kayıttaki kamerayı fark etmişti. Hemen çıkarıp almıştı kasedi. O da bilmiyordu daha ne olduğunu. "Ben de izlemedim daha." "Vakit kaybediyoruz." dedi üzerine basa basa. "Doktor Bey! Hastanın nabzı düşüyor!" İki çift göz Fatih'e döndü. Bağlı olduğu makineden gelen ritimsiz sesler endişe vericiydi. "Onu kurtar. Yemin ederim anlatacağım." Doktor onu duymadı bile. Elbette hasta için elinden geleni yapacaktı. Anlaşma polise haber vermemek içindi. Doktor hemen Fatih'in yanına gittiğinde İhsan bakışlarını kaçırıp sırtını duvara yasladı. Şimdi ne yapacaktı? Evet Doktor haklıydı. Polise haber verilmesi gerekiyordu ama Fatih'in ailesine, Aylin'e, Yamaç'a şu an hiçbir şey söyleyemezdi. Söylemeyee cesareti yoktu. Nasıl bu hale geldiğini sorarlarsa ne diyeceğini daha kendisi bile bilmiyordu. Üstelik Fatih'e bunu biri yaptıysa nasıl bir düşmanlığı olabilirdi? Fatih'in hiçbir düşmanı yoktu. Buna emindi. Onu gerçeklere ulaştıracak olan tek şey cebindeki kasetti. İyi ki onu almıştı. Diğer bir ihtimal Fatih'in dengesini kaybederek varilin üzerine kendisinin düşmeseydi ama böyle bir şeyin olma ihtimali de çok düşüktü. Sonuçta Fatih içki içmezdi. Üstelik böyle güzel bir gecede sarhoş olamazdı. Nedense birinin onu arkasından ettiği ihtimali daha baskındı. Kahretsin, şimdi ne yapacaktı? Tek başınaydı. Yamaç polisti. Eğer ona haber verirse içgüdüsel olarak direkt suçluyu bulmaya odaklanacaktı. Kaseti izlemek isteyecekti. Kasette ne vardı ki? Başını uzatıp içeriye baktı. Bir hemşire elindeki beyaz bezle Fatih'in yaralarına bir şey yapıyordu. Ah! Kim bilir canı nasıl yanıyordu. Eti pişmişti. Elini yumruk yaptı. Nasıl kanlı canlı bir insanı ateşe atabilirlerdi ki? Ne olursa olsun bu işin peşini bırakmayacaktı. Doktorun kendisine doğru geldiğini gördü. "Artık yeter! Bana bunun nasıl olduğunu açıklayacaksınız." İhsan doktorun koluna bu kez nazikçe dokundu. "Lütfen odanıza gidebilir miyiz?" Doktor sekretere seslendi. "Bana Mehmet Hocayı bulun. O olmadan ameliyata giremeyiz." Ardından asansöre yöneldi. Birlikte üst kata çıkarlarken İhsan dudağını kemiriyordu. O aşağı inene kadar ona bir şey olmaması için dua etmeye başlamıştı bile. "Buyurun." Doktorun önünden odaya girdi. Hava rüzgarlı olmasına rağmen pencere açıktı. Kapı kapanana kadar masanın üzerindeki kağıtlar uçuştu. Ardından hiçbir şey olmamış gibi kapanan kapı ile birlikte tekrar masanın üzerindeki yerlerini aldılar. İhsan, doktorun karşısına geçti. Direkt cebindeki kaseti çıkardı. "Merak ettiğimiz soruların bunun içinde olduğunu düşünüyorum. Ama size güvenmem gerek." Doktor aynı şekilde İhsan'a baktı. "Peki ben nasıl size güveneyim? Belki de onu bu hale getiren sizsiniz." İhsan yumruk yaptığı elini masaya vurdu. Doktorun bakışları değişmedi. Zaten İhsan da bunu korksun diye yapmamıştı. "O benim kardeşim. Şu an tek önceliğim onun kurtulması." "İyi ya işte! Kurtulmasını istiyorsanız ona bunu yapanın kim olduğunu açıklayın." "Bunu açıklayınca kurtulacak mı yani?" "Neden benim ve polisin işini kolaylaştırmıyorsunuz?" "Daha polisin haberi yok, olmayacak da. Ben gidip annesine oğlun öldü diyemem. Oğlunun yüzü yandı da diyemem. Oğlunun yüzünü tanıyamazsın, kömüre dönmüş de diyemem. Bana yardım edin. Eğer bu hastanede tedavi olmayacaksa başka bir yere götürürüm. Gerekirse yurtdışına götürürüm. " Doktor gözlüğünü çıkarıp masaya koydu. İhsan konuşurken dikkatle ve saygıyla onu dinlemiş, dinlerken de düşünmüştü. "Bakın ben bir vaka için buraya geldim. İsviçre'de bir doktorum. Normalde yarın dönecektim. Eğer arkadaşınıza yardım etmemi istiyorsanız bana Ankara'da kalışımı uzatmam için bir sebep verin. Çünkü onun kurtarılması için benim yerime gelecek olan doktoru beklemek zorundasınız. " İhsan eliyle yüzünü ovuşturdu. Çok çaresiz hissediyordu. Yaşaran gözlerini gömleğinin koluna sildi. "Ben bu kasette ne göreceğimi bilmiyorum. Bu gecenin çok güzel geçeceğini, hatta bundan sonra bütün günlerimizin çok güzel geçeceğini düşünmüştüm. Daha 3 saat önce arkadaşım benim yanımdaydı. Buluşacağımız yere gittiğimde onu yerde kanlar içinde gördüm. Ne hissettiğimi anlayabiliyor musunuz? " Doktor Cerrah başını salladı. Sıradan bir geçiştirme değildi bu. Onu gerçekten anlıyordu. "Bakın-" İhsan sözünü kesti. "Asıl siz bana bakın. Gerçekleri birlikte izlediğimizde polisi aramayacağınıza söz verin ve onun tedavisini bırakmayacağınızın da garantisini istiyorum. Vakit kaybedemem." Doktor kaşlarını çatıp sırtını sandalyesine yasladı. Düşünecek vakit yoktu. Bir an önce bir karar vermesi gerekiyordu. "Ben hakim değilim. Kasette göreceklerimden sonra senin kaderini çizemem." İhsan elini saçlarına geçirdi. "Bana bir şey söyle doktor! Yoksa onu alıp gideceğim." "Nereye gidersen git, polisi aramak isteyecekler." dedi üzerine basa basa. "Bir insanın hayatı bu kadar basit alınmış bir kararla akışına bırakılamaz. Sen doktorsun. Onu yaşatmak için elinden geleni yapmak zorundasın." Belli ki doktor başını belaya sokmak istemiyordu. İhsan yanağına akan yaşı bu kez silmedi. "Eğer onu kurtarma şansınız olduğu halde hayatından çalıyorsan doktor, ettiğin yemini sorgulamanı öneririm." Kapıya yöneldiği anda doktorun sesini duydu. Eli kapının kolunda öylece kaldı. "Kaseti izlemek istemiyorum. Bir suç varsa eğer, ortaya çıktıktan sonra bilmiyordum demeyi yeğlerim." İhsan yüzünü doktora çevirdi. "Yani?" "Hastamın adı ne?" Duyduklarını anlaması uzun sürmedi. Acınası bir şekilde tebessüm ederek ıslak dudaklarını araladı. "Sarraf... Fatih Sarraf." Yedi saat. Yedi saat boyunca ameliyathanenin önünde kapının açılmasını beklemişti. Ne yapıyorlardı ki? Yüzüne ne yapabilirlerdi? Peki ya kendisi ne yapacaktı? Çoktan fark etmişlerdi ortadan kaybolduklarını. Telefonu hala kapalıydı. Söz, doktor bana iyi bir haber verirse ilk Aylin'i arayacağım. Nihayet kapı açıldı. Fatih'in çıkarılacağını beklerken içerden Cerrah Bey çıktı. Maskesini çenesinin altına indirmişti. Alnında taze ter damlaları vardı. "Ee doktor? Ne oldu?" "Çok zor. Ciğerleri fonksiyonu yerine getirmekte zorlanıyor. Üstelik sancısı çok fazla." Genç, ellerini ağzına götürüp dudaklarına bastırdı. Birkaç saniye yalnızca doktora baktı. "Ne olacak?" "Odama geçelim." "Fatih çıkmayacak mı?" "Şu an değil." Doktorun arkasından odaya girdiğinde kendini koltuğa zor attı. Başı çatlıyordu. "İhsan Bey, arkadaşın hayata tutunsa bile yüzünde ömür boyu taşıyacağı izler kalacak." "Yaşasın yeter." "Bu şekilde çok zor." Ellerini masanın üzerinde birleştirdi. "Bu tür yüz yaralanmalarında yüz nakli de bir seçenek." İhsan pencereden giren rüzgarın dudaklarını kurutmasına izin verdi. Yüz nakli mi demişti? Yeni bir yüz. Yeni bir hayat. Yeni bir bakış. Hayatını kurtaracaksa düşünmeden tamam derdi. Ama bu halde dayanamayan nefesi, yeni bir yüzle mi tutunacaktı hayata? "Nasıl kurtulacak?" "Ağrıları dayanılmaz bir hal aldığında onu bu bile öldürebilir. Ağrı kesiciler bir yerden sonra yalnızca anlık rahatlama verir." "Ama bunu ona sormadan..." Elini göğsüne götürüp nefes almaya çalıştı. "Biraz çıkabilir miyim?" dedi ve cevap beklemeden hızla odadan çıktı. Ne yapacaktı? Neye karar verecekti? Onu yaşatmanın tek yolu bu muydu? Öyleyse neyi bekliyordu? "Ne yapacağım?" diye fısıldadı. Aklına kaset geldi. Hala izlememişti. Evet, önce onu izlemesi gerekiyordu. Koşarak merdivenleri indi. Arabası hastanenin arkasındaydı. Fatih ameliyata hazırlanırken gidip arabasının lastiğini değiştirmişti. Tanıdık kimseyi görmemeyi umarak arabasına ulaştı. Kasedi cebinden çıkarıp arka koltuğa attığı kamerayı aldı ve tereddüt etmeden içine soktu. Kayıt hemen açıldı. Bir saat yirmi yedi dakika sürüyordu. Fatih, yüzünde heyecanlı bir gülümsemeyle kemaranın açısını ayarlıyordu. İhsan onu görünce kendini tutamadı. Kaydın geri kalanını gözyaşıyla izledi. Ta ki ikinci bir beden görüş açısına girene kadar: Hakan. "Ne alaka?" dedi ve kaydı ileri aldı. "Aylin'in hayatından çık, hayatını değiştireyim!" Hakanın sözlerini duyunca düğüm çözülmeye başladı. Aylin yüzünden çıkmıştı tartışma demek. Fatih şimdi arkasını döndü. Önünde ateş yanan varil vardı. Sonrasını hayal edebiliyordu. "Adımı unutma Sarraf." İhsan gözlerini kapattı. Bu kez de Fatih'in çığlıkları doldurdu kulağını. Aceleyle kasedi çıkardı. Başını koltuğa yaslayıp ağlamaya devam etti. Kalbi sıkışıyordu. Görmekten korktuğu işte buydu. Tanıdık biri olmasıydı. Efsunların ortağı, Hakan denen adamın Fatih'i bu hale getirme sebebi Aylin'di öyle mi? Bir insanın hayatı bu kadar kolay yerle bir edilebilir miydi? Hayır. İzin veremezdi. Fatih'in ölmesine de, Hakan'ın elini kolunu sallayarak hayatına kaldığı yerden devam etmesine de izin vermeyecekti. Kapıyı açıp dışarı çıktı. Öncelik Fatih'in kurtulmasıydı. O da öyle yapacaktı. Gerçeklerin ağırlığı altında ezile ezile doktorun odasına gitti. Cerrah Ataman, elini çenesine dayamış, dikkatle bilgisayarına bakıyordu. Kapının sesini duyunca bakışları İhsan'a çevrildi. "Fatih nasıl?" diye sordu içeri girmeden. Gözlerini zorlukla açık tutuyordu. "Hala aynı." Sıkıntı ile ofladı. "Yani siz şimdi diyorsunuz ki, eğer yüz nakli olursa iyileşmesi daha kısa sürer." Doktor belli belirsiz başını salladı. "Bana net bir şey söyleyin Doktor! Eğer Ameliyat sırasında bir aksilik çıkarsa yüz nakli olsa da olmasa da ölme ihtimali var, öyle değil mi?" "Evet, arkadaşınızın akciğerleri fonksiyonlarını %40 kaybetti. Bu oran yarın sabah %45 te olabilir %35'e de düşebilir. Ancak yüzü bu haldeyken onu yeni bir ameliyata alamayız. Zaten yapabileceğimiz pek bir şey de yok. Yüzünün halini siz de gördünüz. Bugün plastik cerrahına da göstereceğiz. " "Hayır! Bir dakika durun. Eğer yüz nakline tamam dersem, ameliyatı nerede olacak?" "Buna siz karar verin. Türkiye'de oldukça başarılı doktorlarımız var. Özellikle Antalya'da-" İhsan doktorun sözünü eliyle kesti. "Eğer yüz nakli olursa iyileşmesinin daha kısa süreceğinin garantisini veriyorsanız ben kabul ediyorum. Ameliyat olsun ama burada değil, daha fazla kimsenin öğrenmemesi gerek." Doktor gözlerini kısarak İhsan'a sorgulayıcı bir bakış attı. "Sizin amacınız ne? Adamın ailesine haber vermeyecek misiniz?" "Şu anda değil. Elbet vereceğim ama şu an değil. Ameliyatın başarılı geçebileceğini söylüyorsunuz. Eğer iyi olursa ailesini kendim götüreceğim yanına. Ama şu anda ölme ihtimali..." deyip sustu. Bu ihtimal onu kahrediyordu işte. "İhtimali yok edin doktor. Onu kurtarın. Eğer kurtulursa ailesine haber vereceğim ama aksi olursa bunu söylemeye cesaret edemem." "Ameliyat başarılı geçecek olsa bile ailesinin ameliyattan önce bunu bilmesi gerek." "Doktor seninle bir anlaşma yaptık. Hiç kimse ama hiç kimse Fatih'in adını, sanını, yüzünü bilmeyecek. Onun ailesi benim. Ne gerekiyorsa ben yapacağım. Ne gerekiyorsa ben bileceğim, bilmesi gereken birileri varsa buna da ben karar vereceğim." Doktor bu durumdan hiç hoşnut olmamıştı. Başını iki yana sallasa da bu durumu kabul etmediğini belirten bir cümle söylemedi. İhsan daha fazla orada dikilmemeye karar vererek içeri girdi ve kapıyı kapattı. "Doktor, ben sizi kandırmıyorum. Kasedi izlememeyi siz tercih ettiniz. Ben izledim. Az önce o kasedin içinde ne olduğunu öğrendim. Ona bunu kimin yaptığını da biliyorum. Şimdi kalkıp bana suçluyu biliyorsanız neden susuyorsunuz diye sormayın. Şu an yapamam çünkü Fatih'in uyanıp buna kendisinin karar vermesini istiyorum. Öyle basit bir mesele değil bu. O adam suçunu çekerken Fatih'in onu izlemesini istiyorum. " Cerrah Bey sandalyesini geriye iterek ayağa kalktı. "Sizin istediğiniz arkadaşınızın kurtulması mı yoksa akşamdan sabaha yaptığınız planınızın hayata geçirilmesi mi?" İhsan öfke ile soludu, sakin kalmalıydı. Sonuçta doktorun hiçbir şeyden haberi yoktu. Ona kızmanın da bir manası olmayacaktı. "Size yemin ediyorum yaptığım ve yapacağım her şey, sizden yapmanızı isteyeceğim her şey, kendi menfaatlerim için değil. İsterseniz bir kağıda imza atabilirim ama lütfen şu anda bana inanın. Benim size sizin de bana güvenmeniz gerek. Vakit kaybediyoruz." Doktor uzun bir soluk aldı ve yavaşça verirken ellerini ceplerine götürüp pencerenin yanına yaklaştı. Şimdi düşünme sırası ondaydı. İhsan'a ve Fatih'e sessizce yardım mı edecekti yoksa Fatih'i ölüme terk mi edecekti? Bunu hiçbir Doktor yapmazdı. Hayır, o da yapmayacaktı ama İhsan'ın aklında başka bir düşünce daha vardı. Ya doktor polise haber verirse? Ya tamam dediği halde ona ihanet ederse? Ona nasıl güvenecekti? "Doktor vaktimiz yok. Bana bir şey söyle. Hala onu alıp başka bir hastaneye götürebilirim." Doktor ona bakmadan cevapladı. "Başka bir hastane demek ; öğrenmesini istemediğin bu durumu yeni birilerinin öğrenmesi demek. Yeni birilerine anlatman demek, yeni bir doktorun polisi aramak için diretmesi demek. Bunlar da vakit kaybı olmayacak mı?" "O zaman yardımcı ol!" Sesi yükselmişti. Sabrı kalmamıştı. Gözlerinin önünde hala kasette izlediği görüntüler varken ve gidip Hakan'ın boğazını sıkmamak için kendini zor tutuyorken aşağıda canı ile uğraşan Fatih'in hayatı için geç kalmak istemiyordu. "Sırlar sende kalsın." Doktor yavaşça İhsan'a döndü. "Suç kısmıyla ilgilenmiyorum. Bu hastayı kurtarmak için elimden geleni yapacağım. Benden, başka hiçbir şey beklemeyeceksin. Hastamla ilgili her kararı kendim alıp kendim uygularım. Hiçbir şeye karışmayacaksın." İhsan birkaç saniye doktorun söylediklerini düşündü. Belki de bir dakikadan daha fazla... Sonunda hızlı bir şekilde başını salladı. "Tamam kabul. Hasta ve doktor arasına girmeyeceğim. Siz de bana kaset konusunda ne yapmam gerektiğini söylemeyeceksiniz." Doktor ağır ağır başını salladı ve ellerini cebinden çıkarıp göğsünde birleştirdi. Şu anda bir doktor ve hasta yakınından daha fazlasıydılar. Zaten İhsan da bir hasta yakınından daha fazlasıydı. "Bugün gerekli hazırlıkları yapıp İsviçre'ye gideceğiz. İsviçre'de bir doktor olduğum için istemiyorum bunu. Orada daha iyi olacağını düşünüyorum." "Az önce de Türkiye'de bu iş için çok iyi doktorlar olduğunu söylemiştiniz." "Evet var ama siz de az önce-" dedi üzerine basa basa. "Sırrını daha fazla kimsenin öğrenmemesi gerektiğini söylemiştiniz. Yanılıyor muyum?" Doktor haklıydı. İhsan tekrar eliyle saçını kaşıdı, kaşındığı için değil. Hızlı bir şekilde düşünmesi gerekiyordu. "Pekala doktor. Yolculuk onu yormayacak değil mi?" "Hayır, benim uçağımla gideceğiz. Kendi pilotum olacak. Başka kimse olmayacak. Yalnızca 5 saat sonra nakil ve uyum işlemleri için hemen harekete geçeceğim." Kahretsin! Her şey çok hızlı ilerliyordu. Ne olacaktı şimdi? Ameliyatı kabul etmişti. İsviçre'yi kabul etmişti. Doktoru kabul etmişti. Peki ya Ankara'da Fatih'i arayacak olan kişiler nereye kadar arayacaktı? Ankara'da arama bittikten sonra ilin sınırlarına açılacaktı elbet. Ülke sınırlarına açılırsa o zaman ne olacaktı? "Doktor son bir fikir daha istiyorum. Türkiye'de Fatih'in bulunmaması gerek. Ne yapacağım?" "Size söyledim. Sırlarla ve suçlarla ben ilgilenmiyorum. O kısmı siz halledersiniz." Masanın üzerindeki dosyaları alıp masanın üzerine iki kere vurdu ve aynı hizaya gelmelerini sağladı. Odadan çıkmadan önce İhsan'a son kez baktı. "Ben hazırlıklara başlıyorum. Tahminimce 2 saat içinde yola çıkabiliriz. 2 saat içinde ne yapmanız gerektiğine karar vereceğinizi umuyorum." Doktor odadan çıktı. İhsan tekrar düşünceleri ile bir başına kaldı. Telefonu açmaya korkuyordu. Belki de hiç açmadan direk hattı kırmalıydı. Yine de merakına yenik düştü. Yavaşça doktorun masasına ilerledi. Tahmin ettiği gibi bilgisayar hala açıktı. Sandalyeyi kenara itip bilgisayara doğru eğildi. Ne yazacaktı? Fatih 26 yaşında bir yetişkindi. Kayıp haberi daha yayılmamıştır ki, diye düşündü. Acaba annesi fark etmiş miydi ortada olmadığını? "Of!" İç çekti. "Özür dilerim. Çok özür dilerim." diye mırıldandı kendi kendine. Bilgisayar ona o bilgisayara bakarken saniyeler geçti. Sonunda yazacak bir şey bulamayıp bilgisayardan uzaklaştı. Görünüşe göre Fatih dün akşam Hakan'ı iyi bir dövmüştü. Ne söyleyecekti soranlara? Dün gece barda kavga ettim. Söyleyebileceği en iyi yalan buydu. Kalkıp da Fatih ile kavga ettim diyemezdi. Fatih beni dövdü, çünkü sevdiği kadına asıldım da diyemezdi. "Şerefsiz." dedi dişlerini sıkarak. "Adi herif." Camları kırmak istedi. Hatta bilgisayarı yere atıp parçalamak, zamanı geriye almak... Keşke mümkün olsaydı. Ani bir şekilde odadan çıktı. Fatih'i görmek istiyordu. Uyuyor olması için dua etti. Acı çektiğini görmek istemiyordu. Merdivenleri inerken hastanenin yavaş yavaş dolduğunu gördü. İşbaşı yapan sekreterler, etrafta koşuşturan hasta bakıcılar, bir tane de doktor görmüştü. İşte, kapıda bir de güvenlik görevlisi vardı. Gerçi güvenlik görevlisi gece geldiğinde de oradaydı. Fatih'in kaydı hastanede olmadığına göre aslında Doktor Cerrah onu kaçırmayı kabul etmiş sayılırdı. İhsan küçük bir tebessüm etti. Aslında Doktor istemeye istemeye bir suça bulaşmıştı. Her neyse! Onun günahını da sırtlanmaya hazırdı. Dün gece acildeki sekreterin yerinde olup olmadığına baktı. Başkası vardı. Fatih'in nerede olduğunu nasıl öğrenecekti? Tekrar iç çekti. Karnı da acıkmıştı ama hayır, hiçbir şey yiyemezdi. Belki birazdan bir kahve içerdi, yola çıkmadan önce ayakta kalmasını sağlayabilirdi. Fatih'i görmekten vazgeçip acildeki sekreterin yanına gitti. "Cerrah Bey'i görürseniz ona dün gelen hastanın yakını bir iki saat içinde dönecek der misiniz?" Kadın gülümseyerek başını salladı. "Tabii ki." İhsan teşekkür bile etmeden koşar adım hastaneden çıktı. Arabayı yok etmesi gerekiyordu. Kıyafet almaya vakti yoktu. Önce ön koltuktaki kamera ve kasete kısa bir bakış attı. Ardından arabasına binip hızla bilmediği bir yere doğru sürmeye başladı. Hastaneden uzaklaşması gerekiyordu. Arabayı öylesine bir yere bırakıp daha sonra plakasını sökecekti. Kim bilebilirdi ki arabanın ona ait olduğunu? Kimse anlayamazdı. Yaklaşık 15 dakika sonra arabayı durdurdu. Torpidoya attığı telefonu çıkardı ve tereddüt bile etmeden hattını içinden çıkarıp dişinin arasına aldı. Hataya yer yoktu. Gözleri yaşardı. İşte bundan korkuyordu. Fatih'in yanında olacaksa güçlü olmalıydı. Ama aklına Hüma teyzesi geldi, sonra Furkan... Fatih'e çok düşkündü. O olmadan nasıl ayakta kalacaklardı? Hattın zarar gördüğüne emin olduktan sonra arabadan indi. Ee, şimdi ne olacaktı? Plakayı sökse bile parmak izi arabanın ona ait olduğu hakkında bir ipucu verebilirdi. Allah'ım neler düşünüyorum, dedi kendi kendine. Her şey onun yüzündendi: Hakan yüzünden. Her şeye rağmen aklının ucundan intikam fikri geçmemişti. Yoksa çoktan Yamaç'a her şeyi anlatıp onu hapse tıktırırdı veya gidip kafasına sıkardı ama o, Fatih'in iyileşmesini ve Hakan için bir karar verilecekse onun yapmasını istiyordu. Birkaç saniye arabaya baktı, kaybedecek bir şey yoktu. Asıl acele davranmazsa o zaman bir şey kaybedebilirdi. Başını kaldırıp etrafına baktı. Kamera yoktu. Öyle olması gerekiyordu. Telefonu arabanın içinde bırakıp yalnızca kasedi aldı. Bagaja geçti ve içinden küçük mavi bidonu çıkardı. Bu yeterliydi. Arabaya benzini boşalttıktan sonra torpidoda duran çakmağı eline aldı. Bu kadarı fazla mı, diye düşündü. Yalnızca ortadan kaybolamaz mıyım? Belki de Fatih'in yokluğu beni üzdü ve her şeyden uzaklaşmak istedim. Hayır buna kendisi inansa bile ne Hüma teyzesi inanırdı ne de Aylin. O, Fatih kaybolmuşken ortadan kaybolamazdı. İkinci bir karar vermeden çakmağını çaktı ve arabanın üzerine fırlattı. Zaten arabayı yakmazsa arka koltukta bulunan Fatih'in kanı ikisini de ele verirdi. Aniden alev alan arabaya bakarken aklına izlediği görüntüler geldi. Araba cansızdı, yanması kolaydı. Canı acımazdı. Belki birkaç bin lira yüzünden insanın canı sıkılırdı. Ama bir canın yanması, bir canın yok olması, böylesine saçma bir sebepten dolayı hayattan koparılmasına asla müsaade edemezdi; üstelik o can kardeşine aitse. İşte yine sinirlenmeye başlamıştı ama üzüntüsü ağır bastı ve araba orada yanıp kül olurken arkasına dönüp hızla uzaklaştı. Hastaneye dönmeliydi. Kimseye hiçbir açıklama yapmayacaktı. Önce İsviçre'ye gidip Fatih'in ameliyatı için gerekenleri yerine getirecek, ondan sonra Aylin ve Yamaç ile iletişim kuracaktı. Ama önceliği Fatih'in hayatta kalmasıydı. Hastaneye vardığında içeri girmedi. Biraz soluklanmaya ihtiyacı vardı. Midesi bomboştu. Şimdi Yamaç ile buluşup kahvaltıda pide yerlerdi. Belki de Hüma Teyze onları kahvaltıya çağırırdı. Sıcak bir sohbet, samimi gülüşler eşliğinde kahvaltı yaparlardı. Elinin tersiyle gözünden akan yaşı sildi. En son ne zaman yanmıştı canı bu kadar? Annem öldüğünde, diye geçirdi içinden. Canım bir tek o zaman böyle yandı. "Al bakalım." Görüş alanına giren yabancı bir el ona çay uzatıyordu. Başını kaldırıp bu yardımsever adamın kim olduğuna baktı. "Cerrah Bey?" "Al hadi." İhsan çayı alıp yere koydu. Doktorun oturması için kenara kaydı. "Sağolun." "Yola böyle mi çıkacaksın?" "Nasıl?" "Çok yorgunsun." Genç, yüzünü karşı kaldırımda arabaların durmasını bekleyen yaşlı kadına çevirdi. Işıklar az ilerdeydi. Neden orada beklemiyordu ki? Çıkar mıydı onca kişi arasından bir iyi niyetli? "Ya uygun bir yüz bulunmazsa?" "İsviçre'deki bir cerrahla görüştüm az önce. Araştırmaya başladı bile." İhsan bakışlarını kadından ayırıp yere bıraktığı bardağını aldı. "Adını değiştirmek lazım." "Şimdi oturup seninle sahte isim düşünmeyeceğim." İkisi de çayından bir yudum aldı. Doktorun üzerinde kalın bir örme hırka, altında beyaz önlüğü vardı. "Ben buldum bile." Aklında Fatih'e oldukça uzak bir isim vardı. Şüphe de çekmezdi. "Ne istiyorsun tam olarak? Arkadaşını silmek mi?" Doktora yandan bir bakış attı. Sorusunu anlayabiliyordu. Sonuçta geceden beri polis diye tutturmuş ve işi kanuna uygun çözmek istemişti. "Ona bunu yapan, Fatih'in de benim de tanıdığımız biri." Bardağı tutan eli gerildi. Görüntüler gözünün önüne geldi. "Doktor hiç arkanızdan itti mi biri sizi?" Gözleri ıslandı. Bakışları yine çaresizce bekleyen yaşlı kadına kaydı. "Ama gerçekten, ateşe itildiniz mi?" "İşte bu yüzden polise gitmelisin diyorum ya. Bu meseleyi intikam hırsına dönüştürmen sağlıksız olacak." Kadın sonunda karşıya geçebilmişti. Genç belli belirsiz gülümsedi. Hala iyi insanlar vardı demek. "Sana söylüyorum. Böyle olmak zorunda değil." "O yüzle yaşayamaz, biliyorum. İyileşmeyecek. Beni kandırmayın." "Yüz nakli estetik açıdan bir öneriydi yalnızca. Eğer hayata tutunmayı başarabilirse elbette yaraları zamanla iyileşecek." "İz kalacak." "Her insan iz taşır." Yüzünü doktora çevirdi. "Çok iyimsersin doktor. O adam dün gece sevdiği kadına evlilik teklifi edecekti." Cerrah'ın bakışları elindeki karton bardağa çevrildi. "Ondan alınan tek şey yüzü değil." Doktor sessiz kaldı. Konuşma bitmişti. Çayını bitirmeden yan tarafında duran turuncu çöp kutusuna attı. "Birazdan çıkarız." Çaya kısa bir an bakıp o da çöpe fırlattı. Fatih iyileşene kadar bir daha asla sıcak bir şey içmemeye yemin etti. Öfkesi içinde büyüyüp yeşermeye başlamıştı. Hakan'ın cezasını çektiğini görene kadar da büyümeye devam edecekti. ♠️

editor-pick
Dreame-Editor's pick

bc

PRENSİN KORUMASI

read
8.6K
bc

GECE GÜNEŞİ

read
2.1K
bc

Zor Ajanlar

read
1K
bc

KIRIK ANILAR MAHZENİ

read
1.7K
bc

O KIZA ŞİMDİ BAK

read
4.0K
bc

KARANLIĞIN GÖLGESİ

read
2.5K
bc

GİZ

read
6.7K

Scan code to download app

download_iosApp Store
google icon
Google Play
Facebook