bc

KAYBOLMUŞ KRALLIK

book_age16+
47
FOLLOW
1K
READ
dark
friends to lovers
mystery
royal
sword-and-sorcery
magical world
another world
crime
twink
brutal
like
intro-logo
Blurb

Güzeldi!

...

"Başlamak için sonu bekleme, başlamak için hayatın en güzel anını bekle! Çünkü her sonda atılan imza bir başlangıç değildir bazen,bir hayal kırıklığı yaratabilir,sen güzel planlar yaparken."

"Peki yazdığım satırların sonunu hep boş bırakırsam? O zaman her şey mahvolurken yeniden, kaldığım yerden tüm kötülükleri yok edecek bir şekilde yazmaya başlayamaz mıyım?"

...

chap-preview
Free preview
HASTALIK KAPMIŞ TAPINAKLAR
"Hey,lânet şey! Bak, ayağımın altındaki kağıt parçasını kaldırmayı unutmuşsun!" Tıpkı aşalık bir insanla konuşur gibi bana bakarken yüzünü tiksintiyle buruşturdu. Burnu havada, üstün bakışları beni tepeden izliyordu. "Hemen alıyorum efendim!" Efendisine hizmetini sunan köleler,hep efendilerine itaatkar bir şekilde hizmet etmek zorundalar. İlkel ve değersiz bedenlerini onların emirlerine sunmak, bizim için onur olmalıydı. "Acele et o zaman!" Kölelerin ilk temel kuralarında biriyse,asla efendiyi kızdırmamaktı. Yoksa biz köleler,en adi şekilde öldürülmeyi hak ediyorduk. (!) Saniyeler önce çıkardığım temizlik eldivenini tekrardan elime geçirdim ve hızlıca gidip efendimin oturduğu koltuğun ile sehpanın arasında ki kağıt parçasını uzandım. Doğrulmaya çalıştığım esnada bir ayağını sırtıma koydu ve bedenime çöreklenen yük yüzünden dizlerimin üstüne düştüm. "Bir daha benim uyarmama gerek kalmayacak şekilde işini düzgün yapacaksın." Sırtımın üstündeki ayak baskısını artırınca yanağım soğuk zeminin parkelerine yapıştı. Kollarım iki yana doğru açılmış, avucumun arasında ki kağıt parçasını sıktığım yumruğumun arasında kafeslemiştim. "Özür dilerim efendim,bir daha öyle bir hata olmayacak." Boğazımda hırıltıyı andıran boğuk bir ses çıktı. Sonra efendim ayağa kalktı ve bedenini tüm ağırlığını verecek şekilde sırtıma basınca ağzımdan acı dolu bir inleme döküldü. "Özür dileyen kölelerden nefret ederim."dedi ve ayağını üstümden çekti. Can havliyle doğruldum ve nefes almaya çalıştım. Göğsümde vahşi bir sancı vardı. Ovalayıp acının biraz azalması için uğraştım. "Bir köle eğer özür diliyorsa,mutlaka hata yapmıştır. Ve ben hata yapan kölelerden nefret ederim!"Bana karanlık ve soğuk bakışlar attıp salonun çıkışına yöneldi. Salondan karidora açılan girişten çıkıp kaybolunca masanın üstünde ki yaşlı kitap,birden cıyaklamaya başladı. "Ah canım benim,ah canım benim!" Çılgınlar gibi masada hareket ediyordu. "Canını yaktı! Canını yaktı! Canını yaktı!" Ona bakıp gözlerimi devirdim. Yapıştığım yerden doğruluğum sırada göğsümde ki ağrı bir an şiddetini artırınca acıya, "Ah!"diye inledim. "Küçük kölenin canı çok yanıyor." En sonunda masada deli gibi davranmayı kesen kitap,bir zavallı olan ben köleye, merhametle bakıyordu. İçerden iki kişinin sesleri salona ulaşınca,kulak kabartmaya çalıştım. Ama yaşlı kitap, buna bir türlü izin vermiyordu. "Kapat o çeneni,yoksa seni ateşe atarım!"diye ona kızdım. "Ayrıca biraz daha konuşmaya devam edesen, senin yüzünden gebericem." "Küçük köleden özür diliyor aciz Mion! Bir daha konuşmayacağım." Sayfalarını kapatıp eski halini aldı. içeriden gelen yüksek sesler yakınlaşmaya başladığında gelen misafirin efendimin gün boyu beklediği o büyük misafir olduğunu anlamıştım. Son derece soylu bir kraldı gelen misafir. Aefond imparatorluğu'nun 14. Kralı Marcus Alfredoy'du. Kralın sıradan halkının evine misafir olduğu pek anormal bir durumdu. Bu anormallik en çokta efendimizi germişti. Dün gece Kralın evine uğrayacağına dair gönderdiği pusulayı okuduğunda beri sıkıntı içindeydi. Ve bu sıkıntı dün geceden beri en çok ben ve bu evde çalışan diğer kölelere eziyet ve işkence olarak dönmüştü. Çünkü efendimiz, sıkıntılı olduğu zamanlarda diğer zamanların aksine fazla sinirli oluyordu. Salonun giriş kapısında belirdiğinde son derece soylu ve kibirli bakışları, salonu baştan aşağıya süzmeye başladı. Üstünde siyah bir cüppe,ellerinde siyah kadife kumaştan eldivenlerle kendini beğenmiş tavırlar içinde salona girdi ve hemen ardından efendim korku içinde salona girdi. Kral etrafa tiksintili bakışlar atıp, o koltuklardan birine oturmaya kendine layık görmediğinden olsa gerek ayakta durmayı tercih etti. Kollarını arkadan birleştirip efendime doğru da döndü. "Bay Halid Reech,"diye lafa girdi kral. Kaşları beni işaret edince,efendim bana öfkeli bir bakış atıp başıyla derhal dışarı çıkmam için işaret etti. Başıma itaatkar bir şekilde sallayıp, hızlıca salonu terk ettim. Ama tüm halkın neredeyse bildiği ve aralarında geçen konuşmayı öğrenmek için deli gibi mücadele edeceklerinden emin oldum bu konuşmayı benim de öğrenmem gerekiyordu. Çünkü ben de en az onlar kadar merak ediyordum. Salonun kapısından çıkınca arkama baktım. İkisi de gidişatımı bekliyor olacak ki tek kelime dahi etmeden bekliyorlardı. Acele ile çıktım ama birkaç adım ileri gidince durdum. Ne konuştuklarını dinlemem gerekiyordu. Onların beni göremeyeceği bir şekilde kapıya yaklaşmak için kafamın içinde bir sürü şey planladım. "Ne konuştular? Ne konuştular?" Yan taraftaki kitaplığın etrafındaki ciltli,eskimiş kitap, hareketlenip rafın ön kısmına kadar gelmişti. Sinirli bir şekilde ona baktım. "Daha bir şey konuşmadılar. Eğer sessiz olursan ne konuştuklarını öğreneceğim!" "Tamam tamam! Sessiz olacağım, ama bana ne konuştuklarını anlatacaksın. Tamam mı?" Bezgince başımı salladım. "Anlatacağım!" Duvardan kapıya doğru yürüdüm ve onların beni göremeyeceği bir şekilde iyice yaklaştım. Başını biraz öne uzatıp dikkat kesildim. "Kralığım tehlike altında!"diyordu kral. "Oğlum çok hasta. Ölmek üzere ve o krallığın tek veliahtı. Sadece o da değil eşim ve saraydaki tüm kölelerde hasta." "Anlamıyorum efendim."dedi efendim. "Krallığımın tamamını yok edebilecek kadar güçlü bir hastalıkla karşı karşıyayız." Kral sıkıntı ile homurdandıp dışarı sert bir soluk bıraktı. "Ülkenin tüm doktorları bu hastalığa tedavi bulmak için çalışıyorlar ve sen;senin görevin ise halkın bu salgından haberdar olmamasını sağlamak." "Ama efendim halkın bu salgından haberdar olmaları daha iyi olmaz mı? En azından önlem alırlar ve bu bahsettiğiniz salgın daha çok yayılmaz!" "Hayır!"diye haykırdı kral öfkeyle."Haberdar olmamaları gerekiyor. Eğer zayıfladığımı anlarsa düşman, bir an bile durmadan kırallığıma saldırır. Bunun olmasını göze alamam. Ayrıca salgın sadece sarayda. Bunun dışarı taşmasını engelleyecek bir tedavi yöntemi bulmamız gerekiyor." "Ama kralım, ben nasıl haberdar olmamalarını sağlayabilirim ki? Ben sadece sıradan bir vatandaşınızım." Aralarında anlamlandıramadığım kısa bir sessizlik oldu. Sonra benim tarafıma doğru bir ayak sesi işitim. Telaşla arkama dönüp ileriye doğru koştum ve kendimi görülen ilk kapıdan içeri attım. Mutfağın ağzında dikilen kadınları ittirip koşturarak dolapların yanına koştum. Etrafa kısa bir bakış attım.Üst üste dizilen un çuvalarının gözüme kestirdiğim gibi o yöne ilerledim ve yere çömelip arkalarına saklandım. Beni taklit eden kadınlarda arkamdan gelince tekmeyle onları ittim. "Tanrı aşkına,"diye cıyakaladım."Siz yemek yapmıyor muydunuz? İşinize dönün. Burada olduğumu sakın belli etmeyin." Yere düşen kadın şaşkınca gözlerini kırpıştırdı. Bana boş boş bakmaya devam edince ayağımla sarstım. "Hadi,acele edin. Buraya geliyor." Kadın başını sallayıp ayağa kalktı, üstünü düzeltikten sonra ocaktaki yemeği karıştırmaya girişti. Diğeri de süpürgesini kapıp yerleri sildi. Saniyeler sonra onun gür,kalın sesini duydum. "Nerede o sokak köpeği?" Avucumu ağzıma bastırdım. Korkudan iyice köşe sindim. O iki aptal,hizmetçi bir şeyler saklama konusunda beceriksizlikten öte bir leşlikte sürünüp duruyorlardı. Gerçi bir şeyler saklayacak kadar plan yapmaya akıları ermezdi ya. Tüm her şey mahvolmadan önce,birileri neyin peşinde olduğumu öğrenmeden önce görevimi halledip kaçmam gerekiyordu. "Bi-bilmiyoruz efendim. Buraya gelmedi." dedi biri. Kedi gibi sesiyle beni deli edecekti. Zaten kalbinde ki cesaret bir serçe kadar bile yoktu. Ahmak paçavralar. Öteki de,"Onu koridorun sonunda gördüm efendim. Şarkı söylüyordu. Ne tür bir şarkı bilmiyorum. Yerli halk oranlarının söylediği-" Sinirden dizimi ısırdım. Çığlık atmamak için kendimi zor tutuyordum. "Tamam kes!"dedi şişko herif kaba sesiyle. Çivilere asılan kaşıklar birbirine çarptı."Ona söyleyin, bugün defolup evine gitsin." Kısa bir sessizlik oldu. "Sizde." Uzaklaşan adımlarını dinledim. "Giti, çıkabilirsin." Ellerimi yere dayayıp öne eğildim ve başımı yana uzatıp göz ucuyla içeriyi kontrol ettim. Güvenli olduğuna emin olduktan sonra ayağa fırladım, torbaların ağzında görünen patatesi elime aldım. "O aptal şarkı şeyini hanginiz uydurdunuz?" Koca bakır tencerede kaynayan yahniyi karıştıran kadın kepçeyle hemen diğerini işaret etti. Kepçeden yere damlayan çorba, kısa süren sessizliğin içinde şapırdadı. Süpürgenin sapını bırakıp ellerini kaldırdı kadın. "Lütfen..." diye yalvardı."...sadece seni korumaya çalıştım."Gözlerimi kıstım. Avucumda bir kaç kez havaya attığım patatesi aniden ona doğru fırlatığımda kendini telaşla kenara çekmeden önce gözlerini faltaşı gibi açtığını görmüştüm. Bana şaşkınca bakan kadına sırıttım."Şarkılardan da halk ozanıyım diyerek ortalıklarda dolanıp sonrasında insanlardan para alan o hıyarlardan da nefret ediyorum."dedim. "Ayreten o kadar korkmana gerek yoktu." Kısık sesle cümlemi tamamladım. "Bir patates sana ne kadar zarar verebilir ki?" Göz kırptıktan sonra mutfaktan çıktım. Koridora dekor amaçlı dikilen ahşap, yıldız kabartmasıyla zenginlerin küstah egosunu tatmin eden lüks kitaplığa dizilen kitaplar yanıma gelmek için hararetlenmeye başladılar. İşaret parmağımı kaldırdım. "Sakın!"Hareketleri aniden kesildi."Olduğunuz yerde kalın." Bir tanesi tiz sesiyle, "Seni merak ediyoruz."dedi. "Ama ben sizi merak etmiyorum. Umurumda bile değilsiniz." Dönüp koridorun sonuna büyük adımlarla yürümeye başladım. Buraya gelirken gece kalmak için bana verilen odaya giden yolun üstündeki heykel koridorun her iki yanından koridorun sonuna kadar uzanıyordu. Hepsinin ahmak yüzlerine, bana bakıyormuş gibi ışıldayan beyaz gözlerine tükürmeyi ne çok istiyordum. Bu iğrenç ahırdan bir an önce kaçmalıydım. Merdivene yönelip basamakları ikişer ikişer indim, odamın bulunduğu en alt kata indim,rutubetli,içi fare dışkısıyla dolup taşmış leş gibi odanın kapısını sertçe ittirdim. Tahta, boyası dökülen kapı ağır ağır gıcırdayarak açıldı. Kelimenin tam anlamıyla sinirlerimi bozuyordu. Yan tarafımda ki odalarda barınanan erkler her gece kapıda oluşan çatlaklardan bana bakmaya çalışıyorlardı. Bunu fark ettiğimden beri çatlaklara kağıt parçaları tıkıştırdım ama onlar her seferinde ince bir sopayla o parçaları yerinde söküp attı. Son çare olarak ahırdan gizlice aldığım bir kaç tahta ve çiviyle o çatlaklara sağlam bir çözüm getirdim. Kapıyı kapatıp köşede biriktirdiğim, genellikle banyo yapmak için kullandığım su testilerinden içi dolu olanları kapının önüne dizdim.  Yatağın altına fırlatığım tozlar içinde kalan çantamı yerden sürterek kucağıma çektim. Burnuma dolan tozlar yüzünden hapşırdıktan sonra zinciri açıp içinden mürekkep ve tüy kalemi çıkardım. Yerlere saçılan sararmış boş, yırtık bir kağıt parçasını aldım ve kirli zemine koyup yazmaya başladım. "İki gün sonra  limanda olacağım. Gelip beni alın." Tüy kalemi silkeler gibi bir kaç kez çırptıktan sonra ortaya beyaz bir Kozavanya kuşu çıktı. Gür,bahar esintili kanatlarını çırpıp omzuma kondu ve başını yanağıma usulca sürtü. Çenesinin altındaki tüylerini nazikçe okşadım. Kuyruğunu açıp titterince tüylerinin arsından rengarenk,masalsı gül yaprakları döküldü. Ona yazdığım kağıdı uzattım, ince zarif gagasının arasına aldı ve bana son kez sürtündükten sonra kanatlanıp duvardan geçerek gözden kayboldu. Çantayı tekrardan yerine ittirdim. Dönüp testileri kapının önünden çekmek için edildiğimden sarhoşça şarkıları mırıldanan o aptalların sesini duydum. Testileri çekmekten vazgeçtim. Kulağımı kapıya dayayıp yaklaşan sesleri dinledim. "Uzun bacaklı, güzel kadınlar gördüm bu gece. Dokunmak için, ona şarkılar söyledim. Kucağıma oturması için ona kırmızı güller verdim. Öpmek için ayaklarına kapandım..." Bağırarak haykırdığı müstehcen şarkı,yüzümü ekşitmeme sebep olmuştı. Karga gibi lanet,iğrenç bir sesi vardı. Kulaklarımı kapatıp gidip yatağıma oturdum. Bir an önce odalarına çekişmelerini ve şarkı söylemeyi kesmelerini diledim. Kapımın kolunun oynadığını gördüğümde ayağa fırladım. "Sen daha güzelsin, bana gel..." Kapıyı yumruklamaya başladı. Kaba saba sesiyle haykırdı. "Hadi güzel kadın,bana kapını aç." "Defol git buradan." Beni korkutmalarından her ne kadar nefret etsem de hançerimi çoktan elime almıştım.  "Bana dokunamazlar."diye sessizce mırıldandım. Avucumda ki sert deriyi sıktım, kapı açıldığında öne doğru hamle yapmak için kendimi hazırladım. Derin bir nefes ve rahatlamak adına bir kaç söz fısıldadım kulağıma. Kapıyı ittirdi,testlerden bir kaçı devrildi. İçindeki tüm sular yere bocaladı. Ayakkabılarımın altına kadar ulaştı ıslaklık. Biraz daha ittirdiğinde başını uzatıp bana bakacak kadar kapıyı araladı. Sırttı." Demek hançerin var." Az önce dışarıda şarkı söyleyen adamla uzaktan yakından alakası olamayacak kadar hayret ettirecek etkileyici bir sesi ve daha önce hiç görmediğim kadar yakışıklı bir yüze sahipti. Üstelik parlayan gözleri, sarhoş olmadığını kanıtlayacak kadar keskindi. Kapıyı biraz daha ittirince kendimi geri çektim. Hançeri tutuan elim tirtir titriyordu. Kapıyı sonuna kadar açtıktan sonra içeri girdi. Uzun boyu ve heybetli cüssesi küçük odayı birden doldurdu. Elinde ucundan kan damlayan saf altından işlendiği belli olan inanılmaz zarif bir hançer taşıyordu. Vahşi ve hoyrat gözleri beni baştan ayağa inceledi. "Adın ne?"diye sordu. Sesi vahşiliğinin aksine yumuşak çıkmıştı. Korktuğumu belli etmemeliydim. Lanet olsun ki,ödlek gibi korkarken bunu başarmak nerdeyse imkansızdı." Sen kimsin?"demeyi başardığımda kendime hayret ettim. Dilimi yutmuş olabileceğimden öyle emindim ki...Hâlâ yerinde olduğunu bilmek sevindiriciydi. Güldü. Kan damlatan hançerine kısa bir bakış attım." Sence belli olmuyor mu?" Tek kaşı havaya kalktı,gülümsemesi sırtımaya döndü. İfadesi fazlasıyla sakindi. Tabii eğer elinde kanlı bıçakla sırıtan bir adam ne kadar harika görünebilirdi ki? "Bana yaklaşma!"diye ciyakladım. Hançeri ona doğru kaldırdım. Hançere baktıktan sonra küstahça bana güldü. Sesi kafamın içinde fırıl fırıl döndü. Yutkunurken sıkmaktan terleyen avucumu hafifçe açıp kapattım. "Bana karşı koyabileceğine inanıyor musun?'' Bana yaklaşmaya başladı. Üstüme üstüme gelirken hançeri birine saplamak üzereymiş gibi tutuyordu. Ağır ağır üzerime gelirken,"Yaklaşma!"dedim. Sesim fıfılyıdan öteye gitmemişti. Durmadı. İki adımlık bir mesafe kalınca bilinçsizce hançeri ona doğru savurdum. Nasıl olduğunu anlamdan bileğimi kavrayıp büktü ve hançerin elimden düşmesine sağladı. Elimi sırtıma doğru büktükten sonra yüzümü duvara doğru çevirip yanağımı duvara yasladı ve arkadan tüm bedeniyle üstüme çullanıp iyice hareksiz kalmamı sağladı. Kulağıma doğru soğuk nefesini üfledi."Tecrübeli bir katille nasıl savaşacağını asla bilmiyorsun."dedi ve güldü. "Kimsin?" diye sordum,güç bela nefes alıyordum. Kalbimin içinde korku güçlü bir aygırın toynakları gibi dört nala koşuyordu. Kahrolasıca bir cesaret kırıntısına bile köleydim. O iki gramcık gururum olmasaydı, beni öldürmemesi için utanmadan çoktan ayaklarına kapanmıştım. "Bilmem, bunu kendin bilmeliydin. Seri katil dedin mi herkes beni tanır."Vücudunu biraz daha bedenime bastırdığında inleyerek kolumu vahşi pençelerinden söküp almak için delice çırpındım. Alçak herif öyle bir açıyla bükmüştü ki az da olsa kıpırdatınca biri başımı gövdemden söküyormuşçasına şiddetli bir ağrı hissediyordum. Hoş, gövdeden kopan bir başın nasıl hissettirdiğini de bilmiyordum. Tanrı biliyor ya,öğrenmeyi de hiç mi hiç istemiyordum. "Tanrı aşkına, bütün gün seri katillerle mi muhatap oluyorum? Nereden tanıyayım seni?" Bacaklarımı sağa sola savurdum. Kolu bu sayede az da olsa baskısını azaltınca biraz nefes aldım. "Bırak beni aşağılık!"diye ciyakladım."Bırak,yoksa bağırırım. Birazdan herkes burada olur." Kulağımın dibinde itici gülüşünü duydum. Parmaklarımla gözlerini oyup onları kavanozda saklamayı arzuladım. "Bir kadın hep çığlık atar."Boynuma dudaklarını müstehcen bir şekilde sürtünce hayret ve şaşkınlıkla kaskatı kesildim."Sonuçta ona çığlık atıran şey zevk de olabilir, öyle değil mi?" Suratım bembeyaz kesildi. Öfke damarlarıma doluşan zehir gibi tüm uzuvlarıma yayıldı. Onu kendi ellerimle bozacaktım. "Lanet herif!" Çığlık çığlığa haykırdım. Asla umut vermeyeceğini düşündüğüm direniş çabalarım aniden sonuç verdi. Bende uzaklaştı. Dönüp yüzüne baktım. Sırıtıyordu. Hiç bekletmeden sinir bozucu suratına tokadı yapıştırdım. "Adi p** kurusu!"dedim,bir tokat daha atmak için can atıyordum."Haysiyetsiz sokak köpeği! Onursuz at dışkısı. Cehenneme kadar yolun var sidikli çayır öksüz." Yana kayan başını bana çevirdi. Gözlerinden geçen karanlık parıltıyı fark ettiğim gibi kapıya koştum. Tek bir hareketle belimden kavradı ve beni az önce ki duvara tekrardan yasladı. Bu kez yüzlerimize birbirine bakıyordu. "Ne kadar geniş bir iltifat anlayışın varmış. Daha önce hiç bu kadar yaratıcı şeyler duymamıştım." Sırıttı. Gözlerinde daha önce eşi benzerine raslamadığım korkunç bir şeyler vardı. "Bırak beni!" Dilini şaklatı. Alay eder gibi yüzüme fışkıran saçlarımı kulağımın arkasına toplamayı deneyince parmaklarına dişlerimi geçirmeyi planladım. Yapmak istediğim şeyi anında kavradı ve ellerini çeneme koyup başımı arkaya yatırdı. "Şurada biraz eğlenmeye çalışıyoruz." Dişlerinin arsından tısladı. "Neden azıcık rahat durmuyorsun." Güçlü ve büyük parmakları çenemin değil, nerdeyse tüm yüzümü kaplamıştı. "Üzgünüm ama eğlence anlayışımız birbirine ters düşüyor." Öfkesi yavaşça kayboldu. "Öyle mi?"dedi."Halbuki sana henüz ne tür şeylerden hoşlandığımı söylemedim bile."Çenemde ki elini gevşekti. Neyin peşinde olduğuna dair en ufak bir fikre sahip değildim. Ama açıkça benimle oynadığının farkındayım. "Umurumda da değil."diye tersledim onu. "Ama erken karar verme. Belki ortak hoşlantılarımız vardır." "Senin gibi biriyle ne gibi ortak şeylerimiz olabilir ki?" "Hmm,"Düşünüyormuş gibi bir müddet sessiz kaldı. Bir şeyler bulmuş gibi gözleri parladı aniden."Başkasının tarlasında armut çalmak gibi mesela." Olduğum yerde kaskatı kesilirken o güldü. "A-Ahter?"Gözlerimin önünden bir sürü anı akıp gitti. Hiçbirine uzanıp dokunamadan silikleşip kayboldular. Birlikte yaptığımız son şey hariç. Onu çok iyi hatırlıyordum. En ufak detayına kadar. Nefes alamadan öylece yüzüne bakmaya devam ettim. Gülümsemesi genişleyince beyaz, güzel dişleri ortaya çıktı. Beni bırakıp geriye çekildi. Ellerini saçlarının arsına daldırıp onları geriye doğru taradı." Demek hâlâ adımı unutmamışsın. Beni gördüğünde attığın o bakışlardan sonra beni tamamen unuttuğunu düşünmüştüm." Ona doğru hızlı bir adım attım ve o gittiğinden beri yapmak istediğimi yaptım. Ona bugünün ikinci tokadını attım. "Çabuk...defol...buradan!" Eli bu kez yanağına dokundu. Kızaran yüzünde parmak izlerim çok net farkediliyordu. "Git hemen!"dedim."O iğrenç suratını hemen unutmam için defol git ve sakın geri dönme." "Beni dinlemeyecek misin?" Sesindeki acıyı fark ettiğimden sızlayan kalbime tekmeler savurmak istedim. "Hayır. Asla. Defol." Gözlerine daha fazla bakamayacağımı anladığım an yüzümü yana çevirdim. "Hadi ama-" "Sus!" Kulaklarımı kapattım."Defol. Hemen şimdi git buradan. O zaman çekip giderken yaptığın gibi. Eminim zorlanmasın." Bana yaklaştığını fark ettiğim an köşeden fırlayıp bu kez onun ellerine düşmeden kapıdan geçtim ve hiç durmadan üst kata kadar koştum. O sırada koridorda kanlar içinde yatan adama bakmamaya çalıştım. Nefes nefese beni saklayacak kadar geniş olan iri yapılı bir şövalye heykelinin arkasına geçtim. Yaklaşan adımlarını duydum. Vücudumu büzebildiğim kadar büzüp köşeye sindim. Önümden geçince avucumu ağzıma bastırdım. Geçip gitmesi için dua ederken koridorun öteki ucunda efendim çıkınca işler ters gitti. "Tanrı aşkına Ahter! Burada ne yapıyorsun? Neden geleceğini haber vermedin?" Neşeli sesi duvarların pürüzlü yüzeyinde sürtündü. Kocaman bir kahkaha attı. "Tanrım!Kendine bir bak. Çok değişmişsin. Senin için bakireliğini satmayacak kadın yok.".Yüzümü buruşturdum. "Gel de sana bir sarılayım." "Böyle habersiz geldiğim için beni mazur görün amca. Size rahatsızlık vermek arzuladığım bir şey değildi. Ama işler aniden beni buraya sürükledi." Amca? "Hiç olur mu öyle. Sen benim biricik yeğenimsin. Kapım her daim senin için aralıklıdır. Her ne kadar sen arayıp sormasan da." "Biliyorum amca, sizi arayıp soramadım hiç. Ama çok iyi biliyorsunuz ki annem uzun süredir hastalığın pençesinde mücadele ediyor. Babam desen zaten hiçbir şeyin farkında değil artık. Bende başka çocukları olmayınca da annemle ben ilgilenmek zorundayım." Annesi ne zamandan beri hastaymış? Son karşılaşmamızda benden daha sağlıklıydı. "Biliyorum oğlum biliyorum. Senin için çok zor olmalı. Peki şimdi nasıl annen?" "Bir hafta önce öldü." Kalbimin derinliklerinden yükselen bir acı ile sarsıldım. Heykele tutunmamış olsaydım yere yıkılacaktım nerdeyse. "Tanrım!"diye ciyakladı efendim." Benim bundan niye haberim yok." "Ulaşım su sırlara çol sıkıntılı." Metanet ve soğukkanlılık üzerine geçirdiği bir kumaş parçası gibi sesine oturmuştu. Erkeklerin bu tarz konularda biz kadınlara nazaran daha güçlü olması bazen hayliyle epey can sıkıyordu."Şehirde her şey ters gidiyor amca." Konuyu hızlıca başka bir tarafa çekti. "Gemiler sürekli artan fırtınalar yüzünden denize açılmaya korkuyorlar. Daha dün üç geminin battığının haberini aldık. Sağ kurtulan olmamış. Kara da durum aynı. Havalar felaket. Herkes bu tarafa göç ediyor. Sokaklar şimdiden evsizlerle dolup taşmış." Sıkıntılı bir şekilde nefes aldı. Gerginlik sesinden akan bir metal kadar ağırdı. "Biri bize lanet okumuş gibi."diye homurdandı efendim."Burada da işler kötü. Kral her ne kadar saraydan dışarı çıkmadığını düşünse de korkunç bir hastalık şehrin içine yayılıyor."dedi, kralın sırrını başkasıyla paylaşırken hiç gocunmamıştı."Kimsenin bir şey duymaması için beni görevlendirdi."Küfüe eder gibi bulunduğum tarafa tükürdü."Sanki benim müdahalemle kimse bir şey duymayacak. Hah! Aptal herif. Şimdide herkesin hastalıktan haberi var. Aklı olan bu tarafa gelmez. Korkunç bir hastalık. İnsanları soktuğu hâli görmen lazım. Daha dün bir tanesini gördüm. Ölmeden önce. İnsana hiç benzemiyordu. Canavara benziyordu. Buralarda girmemiz gerekiyor. Güneye gitmemiz gerekiyor. Yoksa çok kalmaz o hastalık bizi de bulaşır. Canı cehenneme,hiçbir ilaç sonuç vermiyor. Tanrı bizi açıkça cezalandırıyor oğlum. İnsanlığın sonu yakın." "Sevgili amca, Tanrının cezası hiç kuşkusuz çok şiddetli olacak. Tabii bunu hak edecek ne yaptığımız." "Her şey yapmış olabiliriz. Neyse, sen cenazeyi ne zaman kaldırdınız?" "Öldüğü gün." dedi hüzünlü bir sesle Ahter. "Babam cenazeye kimsenin katılmasını istemedi." Efendim homurdanarak bir şeyler söyledi. "O her zaman böyleydi."dedi. Ahter'in omzuna yavaşça vurdu." Hadi gel, sana sıcak bir şeyler ikram edeyim. Bu gece annen için küçük bir anma töreni hazırlamak istiyorum. Sakın hayır demeye kalkma. Annen çok harika bir kadındı. Bunu fazlasıyla hak ediyor." Aher başını saygıyla öne eğip kaldırarak sessizce kabul etti. Ama bundan hoşlanmadığı açıkça yüzünden okunuyordu. 

editor-pick
Dreame-Editor's pick

bc

ÖLÜMLÜK AŞK

read
1.8K
bc

Modern Zaman Prensesi

read
1.2K
bc

Rosaline-Tanrıçanın Doğuşu

read
1K
bc

Seçilmiş

read
4.0K
bc

İNTİKAM ATEŞİ

read
5.8K
bc

YERALTI KRALİÇESİ +18

read
18.4K
bc

Mafyanın Barbi Bebeği

read
117.1K

Scan code to download app

download_iosApp Store
google icon
Google Play
Facebook