İlk görüşte aşk.

5000 Words
Çantamı son kez kontrol ederek evden çıktım. İnanabiliyor musunuz? Evde kulaklığımı unutmuştum ve yarım saat yürüdüğüm yolu geri dönmüştüm. Bence haklı bir sebepti. Şemsiyemi açarak yürümeye başladım. Hava bugün kapalıydı ve yağmur çiseliyordu. Bazı insanların aksine yağmurdan hiç hoşlanmazdım. O tenime değen su damlaları bile yüzümü buruşturmama yetiyordu. Kulaklığımı kulağıma takarak şarkı dinlemeye başladım. İnsanların gürültüsü arasında bana huzur veren tek şey buydu. Döndüğüm yolu geri yürüyerek ilerledim. Tam bu sırada geçen tramvaya baktım. Hızlıca içine binip boş bir yere oturarak başımı cama yasladım. Gözlerimi kapatıyordum ki...Allah kahretsin o ne?! Gözlerim, yüzü cama yansıyan çocuğu gördüğümde büyüdü. Yansıması bile bu kadar güzelse, kim bilir normal hali nasıldır diye düşünürken çaprazıma baktım. Düşündüğümden daha yakışıklıydı. Simsiyah dağınık saçları, saçlarına tezat gökyüzü mavisi gözleri vardı. Burnu küçücük olmakla birlikte kusursuz derecede düzdü. Dudakları ne çok küçüktü ne çok büyük. Kulaklarında kulaklık vardı ve ayak hareketlerinden anladığım kadarıyla hareketli bir müzik dinliyordu. Ben slow severdim. Eliyle ise sımsıkı bir şey tutuyordu. Buna dikkatli bir şekilde bakınca maket olduğunu gördüm. Büyük ihtimalle mimarlık okuyan bir üniversite öğrencisiydi. Kalbim, bedenimden çıkacak derecede hızlı atarken kendine kızdım. İlk defa gördüğüm birisine aşık olacak değildim herhalde? Onu bir daha görmeyeceğim diyerek kendimi telkin ettim. Ancak bu uzun sürmedi çünkü bakışlarım yine çocuğun kusursuz yüzüne düştü. Siz ilk görüşte aşka inanır mısınız? Ben inanmam. Ta ki onu görene dek. İlah mısın silah mısın diye sormak vardı. Ama vardı işte. Bundan daha fazlası yoktu. İnsafsızın oğlu nasılda yakışıklıydı. Kenarda, kıyıda köşede onu kesen kızlara kaşlarımı çatarak baktım. Huysuzca yerimde kıpırdanırken derin derin nefes almaya başladım. Kalbim o kadar hızlı atıyordu ki, ne zaman başımı çevirsem kendimi yine ona bakar vaziyette buluyordum. Bir insan, nasıl daha önce hiç tanımadığı birinden bu denli hoşlanırdı ki? Galiba o salak ben oluyordum. Tramvay yavaş yavaş benim durağıma geldiğinde birçok kişi inmeye başladı. İnmek ile inmemek arasında kalmıştım. İnmeli miydim? Ama içimdeki ses inmememi, karşımdaki çocuğun nereye gittiğini öğrenmemi istiyordu. Kararsızlık içinde kalırken yerimde oturmaya devam ettim ve tramvay hareketlendi. Çocuk istifini bozmazken diken üstünde görüyor gibiydim. Hiç bilmediğim yerlere gelirken, nasıl döneceğimi kara kara düşünmeye başladım. Bugün akşam etütü vardı ve benim buradan eve dönmem kaç saatimi alırdı. Tam bu sırada tramvay yeniden durdu, çocuk ağır hareketlerle yerinden kalkıp aşağı inince bende beceriksizce ardından indim. Şimdi ne yapmalıydım? Takip mi etmeli? Yoksa arkama bakmadan kaçmalı mı? Yine kendime yenik düşerek arkasından ilerlemeye başladım. Bildiğiniz sapık gibi çocuğu takip ediyordum! Yüzüm bu düşünce ile kızarırken yüzümü sertçe sıvazladım. Kendimi bu hallere düşürdüğüm için kesmek istiyordum. Ara sokaklara girdiğimizde, tenhalaştığını fark etmemle yüzümü buruşturdum. Tam bu sırada bir şey oldu. Çocuk arkasını döndü. Ve bana garipleşen yüz ifadesi ile bakmaya başladı. İkimizin nefesi sokakta yankılanırken ben terleyen avuç içlerimi pantolonuma sürttüm. Daha sonra dudaklarını aralayarak konuştu. "Tam yirmi dakikadır farklı sokaklara girip çıkıyorum ve peşimde hep sen varsın. Aynı yerlere mi gidiyoruz, yoksa bir sapık gibi beni mi takip ediyorsun?" Çocuğun konuşmasıyla dondum ve ellerimi nereye koyacağımı bilemez vaziyette ona baktım. Aman Allah'ım! Bu çocuğun her şeyi mi güzel olur? Sesi, tıpkı bir ninni gibiydi. Sakin, rahatlatıcı ve güzel. Şimdi ben sesinden de mi etkilenmiştim? Pekâlâ. Kesinlikle dizilerde ki ilk görüşte aşık olanlarla dalga geçtiğim için olmuştu. Etme bulma dünyası? Dilim lâl olmuş ona bakmaya devam ederken sakinleşmeye çalıştım. Sonuçta, onu takip ettiğime dair kanıtı yoktu değil mi? Daha fazla anlamadan arkamı dönmeli, kaçmalıydım. "Şey..." diye mırıldandım ilk önce. Benden cevap bekler vaziyette bakarken, 'devam et' dercesine elini salladı. Tam bu sırada gözüm boynundaki dövmeye takıldı. Sağ tarafında, köprücük kemiğinin biraz üstünde, ne çok büyük ne çok küçük bir kar kristali şeklinde dövme vardı. Ne diyeceğimi bilemez vaziyette oraya bakarken, "Hey? Yüzüme bak." deyince kızararak gözlerine bakmaya başladım. Gökyüzü mavisi gözlerine. "Ben..." dedim ve az sonra saçmalayacağımı bile bile devam ettim. "Boynunda ki dövme. Çok güzelde. Anlamını soracaktım." Şaşkınlıkla gözleri ve dudakları aralanmışken, bende en az onun kadar şaşkındım. Ne yani? Daha güzel bir yalan bulamaz mıydım? Kesinlikle birisi beni tokatlamalıydı. Elindeki maketi tek elinin üstüne alıp diğer eliyle saçını karıştırdı. Zaten dağılmış saçları onun bu hareketiyle iyice dağılırken, az sonra bana inanması için yalvarabilirdim. Gözleri kısılıp dikkatlice yüzümü taradı. Şuan berbat olduğum konusunda hiç şüphem yoktu. Üzerimde buz mavisi, dizleri hafif yırtık bir jean vardı. Üstümde beyaz iç gösteren bir tişört, onun altında da siyah bir sporcu atleti vardı. Alel acele evden çıktığım için bağlı saçlarım özgürlüklerini arıyor gibi dağılmıştı. Çocuğun bir anda üstüme doğru atak yapmasıyla hafifçe çığlık attım. Kokuyla gerilediğim sırada, eli kolumu tutup beni bir yere çekiştirmeye başladı. "Ne yapıyorsun?" diye sordum şaşkınlıkla. Beni bir dükkanın içine sokarken ona bakmaya devam ettim. "Burada bekle beni." diyerek dükkanın içinde bulunan personel yerine girdi. Ben ise daha fazla ayakta dikilmemek için sol tarafımda bulunan deri koltuğa oturdum. O, kısa bir süre içinde yanında adamla geldiğinde ayağa kalktım. Getirdiği adamım her yerinde çeşitli dövmeler bulundurması bana bir şeyi hatırlatıyordu. Burası, dövmeciydi. "Ne? Ne?" diye kekelerken çocuk gülerek tam karşıma geçti. Adam bizi yalnız bırakarak içeri girdiğinde birbirimizin gözlerine bakıyorduk. Çocuk gülümseyerek, "Yaptıracak mısın?" diye sorunca hala ona bakıyordum. Ne yani? Tamam, çocuğa çok fena tutulmuştum. Ama onun dövmesini yaptıracak kadar delirmemiştim değil mi? "Aynısı mı olsun istersin?" diye sordu yeniden. Daha evet demeden, dövmesini yaptıracağımı nereden bilebiliyordu ki? Şimdi sakin olmalı ve düzgünce düşünmeliydim. Bir psikoloji öğrencisi olarak bunu yapmalıydım herhalde? Boşuna 3 yıl okumamıştım ama şu olanlar beynimi devre dışı bırakıyordu. Demek ki aşık olmak buydu. İyi de neden ben bu kadar istiyordum? Tam şuan da o koltuğa yatmak ve o dövmenin boynuma işlenmesini istiyordum. Ya sonra pişman olursam? Çocuğu bir daha görmeyecektim ki? Ama bütün bunları bir kenara atarak başımı salladım ve üstümdeki kot ceketi çıkardım. "Aynısı olsun." dediğimde gülümsemesi gözlerine kadar ulaştı. "Gel benimle." diyerek elini uzatınca, utana sıkıla elini tuttum. Beni bir odanın içime çekiştirip ışığı açtı. Evet, şuan burası tam bir dövmeciydi. Siyah bir koltuk vardı, onun yanında da malzemeler. Yavaştan yavaştan tırmsaya başlarken, 'hadi sana kolay gelsin' deyip kaçmak istiyordum. Ama istiyordum işte. Gönlüm bunu yapmaya izin vermiyordu. Eliyle koltuk benzeri bir şey gösterince tedirginlikle oraya uzandım. Bana bakmadan malzemeleri arıyordu ve bu durum kaşlarımım çatılmasına neden oldu. "İlk önce orayı temizlemeliyiz." deyince gözlerimi kocaman büyüttüm. Bir saniye. O mu yapacaktı? Aniden doğrularak, şaşkınlık içinde sordum. "Sen mi yapacaksın?" dediğimde gülümseyerek konuştu. "Henüz o kadar iyi değilim. Ama nasıl temizleneceğini de biliyorum." diyerek göz kırpınca, içimden tamam dedim. Tamam. Benim ruhuma el fatiha. Bir pamuğa bilmediğim bir şey dökünce, "O ne?" dedim. Omuzlarımdan iterek geri yaslanmamı sağladı ve pamuğu boynuma dokundurdu. Bu sırada, "Sen hep böyle çok soru sorar mısın?" diye sormuştu. Gözlerimi kocaman açıp, "O şey benim boynuma değecekse, tabii ki evet." diyerek çıkıştığımda, "Sakin ol." dedi gülerek. "Sadece dövme yapılacak yeri temizliyorum. Ve bu da alkol." diye sözlerine devam etti, elindeki şişeyi sallayıp. "Hıı, desene öyle." mırıldandığımda, çeneme eliyle dokundu. "Boynunu biraz daha geri itmelisin." Dediğini yaparak boynunu açığa çıkardım. Pamuğu dövmenin yapılacak yerine sürerken derin derin nefesler alıyordum. Belki eli tenime değmiyordu ancak gözlerinin bile orda oluşu içimin alev alev yanmasına neden oluyordu. Ah! Kahretsin. Niye böyle hissediyordum sanki? Tamam. Sakin ol kızım. Alt tarafı hoşlandığın çocuk boynuna dokunuyor ve az sonra hoşlandığın çocuğun boynundaki dövmenin aynısı sende olacak. Düşündüm de ben sakin olamayacağım. "Temizlenmedi mi hâlâ?" diye sordum mızmız biçimde. Eğer biraz daha oraya dokunursa ağlayacaktım. "Daha başlamadan mızmızlanıyorsun, bu dövme direkt buraya olmayacak biliyorsun değil mi?" diyerek o noktaya parmağını bastırdı. "Nasıl yani?" diye sordum kaşlarımı çatarak. "Yani diyeceğim o ki." deyip gözlerini gözlerime çıkardı ve tebessümle devam etti. "Daha çok görüşeceğiz." 'Daha çok görüşeceğiz.' Dediği şey beynimde dönüp dururken nefesim tutulmuş bir şekilde, "Ne?" dedim. Tamam, hayli saçma bir tepkiydi ama en azından tutulmamıştım. Bu bile kendimi teselli etmeme yetiyordu, çılgınlar gibi bağırıp 'ey aşk sen nelere kadirsin?' diye bağırmak istiyordum. Gülümseyerek, "Hiç." deyip işine kaldığı yerden devam etti. "Bu şey çok mu uzun sürüyor?" diye sordum bu sefer. Pamuğu yerine bırakıp, yeni bir pamuk alarak üstüne başka bir şey döktü ve boynuma sürmeye başladı. Acaba sen azıcık uzak mı dursan? Yoksa kalbim yerinden çıkacak. "Aslında kişiye bağlı ama bu, senin daha fazla acı çekmen demektir. O yüzden seans seans yapmak daha mantıklıydı." dedi gözlerime bakarak. Dirseklerimden destek aşarak doğruldum ve alayla güldüm. "Peki buna kim karar verdi?" dediğimde omzuma dokunup yeniden yatmamı sağladı. Ardından gözlerine ulaşan muzip gülüşüyle, "Ben." dedi. "Ben karar veriyorum." İçimde yaşadığım ben, oturduğu yerden kalkıp halaya geçerken nefesimi tutup başımı salladım. Resmen tutulmuştum. "Akif abi!" diye kapıya doğru bağırdı. Böyle yapmasıyla boynundaki dövme kendisini daha çok göstermişti. Akif dediği adam içeri gelip bana baktı. "Ne olacak?" deyince gözlerimi çocuğa diktim. "Benimkinin aynısı." dediğinde Akif abinin yüzünde bir tebessüm oluştu ancak kısa bir süre içinde tebbüsüm kendini ifadesizliğe bıraktı. "Pekala." dedi. "Sen içeride bekle." Gözlerimi kocaman açarak dirseklerimin üstünde doğruldum. "Burada kalmayacak mı?" diye sordum şaşkınlıkla. "Kalayım mı?" dedi. Gözlerimiz birbirine değer vaziyetteyken bir çok şey okunuyordu gözlerinden. Kalayım mı dedi. "Kal." dedim. Bana asırlar gibi gelen, ancak kısa bir süre sonra, Akif abi "Gözlerini açabilirsin." dedi. Gözlerimi kırpıştırarak açtığımda derin derin nefeslendim. Canım tahmin ettiğimden daha çok yanmıştı, ama değmişti. Yada ben öyle düşünüyorum. Çocuk ise benim 'kal' dememden sonra karşımızdaki koltuğa oturmuş ve oradan kalkmadan bizi izlemişti. Gözlerim kapalı dahi olsa, onun oradaki varlığını hissetmiştim. Hissetmek. Mideme kramp girmesi ile gözlerimi kapattım. Ama biliyordum ki bu kramp herhangi bir hastalık habercisi değildi, sadece 'o'ydu. "Şimdi sana yapman gerekenleri anlatacağım." diyerek konuşmaya başladı Akif abi. Çocuk bunu üzerine oturduğu yerden kalkıp, "Ben hallederim." deyince, Akif abi başını sallayıp odadan çıktı. Şimdi yine baş başaydık. "İlk olarak dövmeye bakımı ben yapacağım. Zaten üçte biri bitmiş gözüküyor. Bu demek ki iki seans daha buradasın. Her neyse." deyip yine eline pamuk alarak üstüne bir şey döktü. Pamuğu dövmeye bastırırken devam etti, "Eve gittiğinde saracağım bandajı çıkar ve anti-bakteriyel bir sabunla yıka, bunu yaparken içme suyu kullan. Ardından bir peçete yardımı ile yavaşça kurula. Sonra da nemlendir. Sakın ama sakın kimsenin dokunmasına izin verme, yaran sonradan kaşınmaya başlayacaktır. Kaşıma. Kabuk bağlayabilir, doğmayı aklından bile geçirme. Tamam mı?" Susmasıyla, "Hı hı." dedim yavaşça. Dövmenin üstüne bandajı yapıştırıp ayağa kalktı. "Bu kadardı." deyip kalkmam için elini uzattı. Gülümseyerek elini tuttum ve, "Teşekkür ederim." dedim. Kalktığımda gözleri dövmemin üstündeydi. Bu yanaklarımın al al olmasını sağlarken bakışlarımı kaçırarak dışarı çıktım. "Ücreti ne kadar?" diye sorduğum sırada, çocuk -hala adını bilmiyorum- "Dövme tamamlanınca ödersin." deyince başımı salladım. "Peki. Gidiyorum ben o zaman." dediğimde bir tepki vermedi. Bunun vermiş olduğu bozuntuyla ceketimi alıp üzerime giydim ve çantamı omzuma taktım. Daha fazla kendimi rezil etmek istemediğim için dövmeciden çıktığımda, "Yok artık..." diye hayıflandım. Resmen heryer kapkaranlıktı. Telefonumun saatine bakınca, "23.00" olduğunu gördüm. Gözlerim korkuyla büyürken geldiğimiz yerden gitmeye başladım. Daha doğrusu koşmaya. Son tramvayı kaçırmaya hiç mi hiç meraklı değildim. Sinirle kendime söylendiğim sırada, bir anda elimden tutulmamla daha hızlı çekilmeye başlandım. Gözüm anın verdiği korkuyla büyürken elimi çekmek istedim ancak bana dönmesiyle diyeceklerini yuttum. Yüzü, ay ışığının verdiği parlamayla daha güzel gözüküyordu. Diğer elinde yine maketi tutuyordu ve masmavi gözleri muzipçe ışıldıyordu. "Bir sapık gibi takip etmek istemem. Seni gideceğin yere bırakabilirim." dedikten sonra elimi bıraktı. Ben daha cevap vermeden pantolonun cebinden araba anahtarı çıkardı ve açma düğmesine basınca bir arabanın farları aydınlanıp söndü. Arabanın yanına gelince ön koltuğa geçerek kapımı kapattım. O da arka koltuğa maketini bırakıp sürücü koltuğuna oturdu. "Evinin adresi ne?" Dilim tutulmuş gibi ona bakarken cidden şuan eşek cennetine gittiğimi düşünüyordum. Gerçekten...Bir insan nasıl bu kadar mükemmel olabilir? Evimin adresini söylerken bana garip garip bakmaya başladı. "Sen ciddi misin?" diye soru yöneltti. "Neden ki?" diye sordum tedirgince. Lütfen anlamamış olsun. Lütfen. "Bir dövme için bir buçuk saat yol mu geldin? Tramvayda sorsan söylerdim zaten?" dedi. Gözlerimi kaçırarak omuz silktim. "Ben okula gidiyordum aslında, yani biz ona bir saat diyelim." İyice bok etmek nasıl olur? İşte beni görüyorsunuz, anlatmaya gerek yok. "Hadi ya?" dedi alayla. "Bayağı fark etti şuan." diye devam etti. Bende direkt savunmaya geçip, "Ama tramvay çok kalabalıktı. Kalkmam ve yanına gelmem on kez düşmemle sonuçlanırdı!" diye çığırınca gülmemek için dudaklarımı binine bastırıyordu. "Sana hiç çok kötü yalancısın diyen oldu mu?" "Yo, neden ki?" diye sordum saf saf. Ah, ben cidden saftım sanırım. Aradan uzun bir süre geçtikten sonra apartmanın önüne gelince, "Teşekkür ederim." dedim. "Cumartesi gelmeyi unutma." dediğinde başımı sallayarak arabadan indim. Tam kapıyı kapatıyordum ki, aklıma gelen şeyle duraksadım. "Adını sormam sanırım sapıklığa girmiyor?" dediğimde elini direksiyondan çekip yüzüne götürdü. Elini yüzüne bastırırken gülüyordu. Rezilim. Rezil. Somurtarak kapıyı sertçe kapatıp apartmanın kapısına ilerledim. "Ben ultra salağım." dediğim sırada anahtarı deliğe yerleştirmiştim. Kapıyı açmıştım ki, bir anda kolumdan tutulmamla geriye çevrildim. İlk önce köprücük kemiğinin hemen üstündeki dövmeyi gördüm. Gözlerim yüzüne çıkarken her zaman ki ıfadesi vardı. "Toprak." dedi. "Ne?" "Adım Toprak." diyerek yeniden konuştuğunda başımı salladım. "Nehir." dedim bende. Dudağını yalayarak, "Güzel." dedi. "Güzel." dedim. Güzel dedi! Adımı güzel bulmuştu! Eve girer girmez sırtımı kapıya yasladım ve soluklandım. Bir yandan salak gibi sırıtırken bir yandan 'adımı güzel buldu' diye seviniyordum. Aniden çığlık atarak oturma odasına koştum. Kendimi peluşlu, kocaman ayıcığımın üstüne attığımda deli gibi bağırmaya devam ediyordum. Hayatım boyunca her zaman aşk kitaplarına kafayı sarmış bir insandım. Her okuduğum kitap karakterine aşık olurdum. Eh, nedeni belli değil mi? Hiçbir zaman kitaptakiler gibi aşık olacağımı düşünmezdim. Hele ki, ilk görüşte aşk mı? Gülmekten sanırım kafayı yiyeceğim sayılı olaylardan birisi. Hatta bir arkadaşım bana aşık olduğunu anlatırken gülmekten halıda yuvarlandığımı hatırlıyorum. Şimdi ise, aşık olduğum için halıda yuvarlanıyorum. Kendimi yana atıp soluklandım. Diğer yandan yüzüme yapışan saçlarımı geriye ittirdim. Odama giderek kapıyı kapattım ve makyaj masama oturdum. Makyaj temizleyicisi ile yüzümü temizleyip, yıkadıktan sonra pijamalarımı değiştirdim. Tam yatağa giriyordum ki kapı çaldı. Allah Allah? Kaşlarımı çatarken ölü numarası yapmayı düşündüm ama ısrarla çalıyordu. Oflayarak kapıya gittim. Zaten bu kapı ya uyurken çalar, yada rahatım yerindeyse. Bir huzur yok. Kapı deliğinden baktığımda ise küçük dilimi yutuyordum. Oydu. Toprak. Ne? Huzur yok diye söylenirken resmen Allah, Toprak'ı kapıma dikip, 'Al sana huzur.' dedi. Daha fazla ne kadar saçmalayabilirdim acaba? Hem onun burada ne işi vardı ya? Aynadan tipime bakarken kafama vurdum. Bir daha kesinlikle gece olmadan makyajımı temizlemeyecektim. Zaten pijamaları görmezden geliyorum. Kapı deliğinden tekrar bakarken gitmek üzere olduğunu görüp kapıyı alel acele açtım. "Toprak?" dedim sorarcasına. Aferin kızım. Hiç belli etmiyorsun. "Cüzdanını arabada düşürmüşsün. Gitmeden önce üçüncü katın ışığının yandığını görmüştüm. Şansımı denemek istedim." derken elini ensesine atmış gözlerini kısarak tepkimi izliyordu. "Şanslıymışsın." dediğimde gülümsedi ve bir elini kapının pervazına yasladı. "Evet." dedi gözlerimin içine bakarken. "Şu sıralar çok şanslıyım." diye devam ettiğinde gözlerimi kaçırdım. Ne diyeceğimi bilemez vaziyette ona bakarken cüzdanımı aldım, "İyi geceler." deyip giderken az sonra söyleyeceğim şeye kendimi hazırladım. "Toprak." diye seslendim. Merdivenlerden inerken duraksayıp bana baktı. "Bir kahve içer misin?" Evet. Hiç belli etmiyorum. Alık alık suratıma bakarken tek düşündüğüm şey kafamı duvardan duvara sürtmekti. "Ben..." dediği sırada bir anda kapıyı yüzüne çarptım. Delikten bakarken yüz ifadesini şaşkınlık bürümüştü. Ben tam bir aptalım. Kendime telkinler vererek kapıyı açtım ve gülümsedim. "Rüzgâr işte." dedim omuz silkerek. "Nereden nasıl geleceğini insan bilemiyor." diye devam ettiğimde hafif gülümser gibi oldu. Botlarını çıkarırken, "Yalancı." diye mırıldanmasını duymuştum. Tamam anlamış olabilir. Aşırı derece de rezil olmuş olabilirim. Ama bu hâlâ Toprak'ın evime girmiş olduğu gerçeğini değiştirmez. Eve girerken apartmanda sağa sola baktım. Vallahi her yerden dedikoducu teyzeler fırlayabilirdi. Buna gülüp kapıyı kapattım ve Toprak hâlâ bana bakarken elimle salonu gösterdim. Salona geçtiğimiz sıra oyuncak ayıcığımı görünce gülümsedi. "Apartmanda deli gibi çığlık atan sen miydin?" diye sorunca "Hıııı." denen aptal bir ses çıkardım. Yalan söyle. Yalan söyleye söyleye yalan makinesi oldum be. Bir gün çarpılacaksam bu Toprak yüzünden olurdu sanırım. "Evet evet. Apartman alışkındır da bana." Cidden mi Nehir? Kanepeye oturarak, "Yaaa." dedi. "Öyle mi? Bizde terlik sesine kapımıza dayanıyorlar." dediğinde mutfağa geçtim. Amerikan tarz olduğu için onu görebiliyordum. Hafifçe gülüp, "Ne içersin?" diye sordum. "Sade." Of. Ben şekerli severdim. Bu çocukla niye hiçbir şeyimiz tam olarak uymuyordu? "Kahve makinesine neden öldürecekmiş gibi bakıyorsun?" Kafamı kaldırarak güldüm. "Biz aramızda böyle haberleşiriz. Bak şimdi yeşil yanacak." dediğim an hiç beklemediğim bir şey oldu. Şansım bugün sanırım fazlasıyla vardı çünkü yeşil ışık yanmıştı. İkimiz biribirimize bakarken aynı anda kahkaha atmaya başladık. Kahveleri sehpaya bırakıp koltuğa oturarak ona döndüm. "Evden bahsederken bizde demiştin? Kimle kalıyorsun?" diye sordum. Acaba çok mu meraklı gözükmüştüm? Tabii ki öyle. "Liseye giden bir kız kardeşim var. Ergenliğin zirvelerini yaşadığı için sürekli yüksek sesle müzik dinleyip topuklu ayakkabılarla evde yürüyor." deyip kafasını koltuğun arka kısmına yasladı. Anlatırken bile boğulmuş gibiydi. Bu beni gülümsetirken, omuz silktim. "Ağır depresyona girmediğine dua et. O zaman işin yaş." Aslında anne ve babasını da sormak istiyordum ancak dilime kilit vurdum. Açıkçası bu konular beni geriyordu. Tamam, benim çok mutlu bir ailem olabilirdi fakat istemeden de olsa başkasının yarasını deşmek doğru değildi. Kendisi anlatmak isterse zaten anlatırdı. "Aman aman." dediği sırada telefonu çaldı. Açıp konuşurken dikkatimi başka yere verdim. "Tamam güzelim, geliyorum." diyerek kapattı. Ayağa kalktığında bende kalktım. "Su aradı. Belalı kız kardeşim. Gitmem gerekiyor. Görüşürüz." dedikten sonra beni salonda bırakıp dışarı çıktı. Kapının kapanma sesini duyduğumda koltuğa yavaşça çöktüm. O bana açıklama yapmıştı değil mi? Bir de 'görüşürüz' demişti? Görüşürüz tabii. Sırıtırken koltuğa yayıldım ve küçük kıkırtılarla başlayan gülüşüm kahkahalara dönüştü. Sanırım, fena tutulmuştum. Cumartesi gelip çattığında kendimi dövmecide bulmuştum. Kapının önünde dikilmeyi kesip içeri girdim. Akif abi, deri koltuğunun üstünde oturmuş sigara içiyordu. Beni gördüğümde başıyla selam verdi ve içeriyi gösterdi. Bende bir şey demeden içeriye adımların. Kapıyı açıp girdim ve çantamı ahşap sehpaya bıraktım. Acaba Toprak neredeydi? "Hoş geldin." Aniden sesini duyduğumda hafif çığlık atıp, kalbimle elimi tutarak arkamı döndüm. "Ödüm koptu!" dediğimde elini ensesine atarak kaşıdı. "Aslında çok da sessiz gelmemiştim." Bana açıklama yapıyordu. Bence bizden olmuştu. Evet evet. Kesinlikle olmuştu. Midem de kelebeklerin uçuştuğunu hissederken kocaman sırıttım. "Sorun değil, ben çok dalgındım." dedim. Başıyla onayladı ve oturmalı işaret etti. "Bu şey ne kadar sürecek?" dediğimde, "Haftaya cumartesi tamamlanmış olur." diyr cevap verdi. Ardından işini yapmaya koyuldu. Ne ladar zaman geçti bilmiyorum ama gözlerim kapalı artık şu lanet dövmenin tanesini bekliyordum. Eğer annem dövme yaptırdığımı görürse güzelce dövecekti. Gerçi döveceği kesindi, görmeme gibi bir şansı yoktu. Dövme, boynumdaydı. "Bitti." dediğinde gözlerimi kırpıştırarak açtım. "İyi misin?" diye sordu bu kez. Dirseklerimi yanıma koyarak destek aldım, "Midem bulanıyor." dedim çatlak sesimle. Yalan. İlgi istiyorum. Şaka. O kadar da manyak değilim. Sadece dövme gereğinden fazla canımı acıtmıştı ve fazla sürmesi midemin bulanmasına neden olmuştu. "Gel, seni dışarıya çıkaralım." dedikten sonra kollarımdan tutarak ayağa kalkmamı sağladı. "Beni eve götürür müsün?" diye sorunca bir şey demeden belimi tutarak dışarı çıkardı. Arabanın önüne bindirip kendi de sürücü koltuğuna geçince bayık bakışlarım onu buldu. Bana yandan bir bakış atıp arabayı çalıştırırken, "Fazla zorladı sanırım, üzgünüm." dediğinde gülümser gibi oldum. "Onunla alakası yok. Dün akşam etütüm vardı, gece de soğuk biliyorsun. O yüzden olmuş olmalı." dedim içini rahatlamak istercesine. Kızgın bir bakış fırlatırken, "İnce mi giyiniyorsun sen?" dedi. "Atkı falan taksana. Giymişsin incecik montu, tabii hasta olursun." derken gülümsememeye çalıştım. "Takarım." dediğimde, "Hı?" dedi. "Atkı diyorum. Takarım." "Tak." dedi ve gözlerini kaçırarak arabayı sürmeye devam etti. Nereden baksanız yarım saat yol gitmiştik, yol ayrımına giriyorduk ki Toprak'ın telefonu çaldı. Açıp, konuşmaya başladı. "Efendim Su?" dediğinde kız kardeşi ile konuştuğunu anlayarak ondan tarafa döndüm. Kaşları çatılırken bir şeylerin onu sinirlendirdiğini anlamıştım. "Bak aldırıyorsun çikolataları, sonra 'abi ben kilo aldım' diye ağlıyorsun." dedi. Karşıdan, "İstemiyorum ya! Alma tamam mı? Alma!" diyen cırtlak bir ses duyunca Toprak dahil yüzümüzü buruşturduk. Görümcem çatlak çıktı iyi mi? "Tamam güzel kardeşim. Hangi çikolatadan istiyorsun?" diye tane tane konuşan Toprak'a bakarken sırıttım. Kıyamazmışta. "Kızım çikolatanın ismini söylesene! Ne kırmızı renktesi?" artık sırıtmam gülmelere dönüşürken kahkaha atmaya başlamıştım. Toprak da benim gibi gülüyordu ama bir fark vardı. Onun gülüşü sinirdendi. "Su. Biliyorsun değil mi bütün çikolatalar kare olur?" dediğinde yine gülerken, Toprak bana bir bakış atıp sırıtmıştı. "Sana ne kim yanımdaysa? Hayır efendim, vermiyorum telefonu. Ne demek o anlar? Ben salak mıyım?" Aaa görümcem beni istiyor. "Versene telefonu." dediğimde oflayarak uzattı. Heyecanla derin derin nefes aldım. Telefonu kulağıma yaslayıp, "Su?" dediğimde, ağlamaklı bir ses duydum. "Ya hani kare kırmızı çikolatalar oluyor ya ondan istiyorum. Lütfen abimle markete gidip al. Lütfen. Lütfen." diye yalvardığında gülmemeye çalıştım. Benim bildiğim görümceler, abilerini kıskanır ama Su abisiyle beni markete yolluyordu! Tamam sizler için küçük ancak benim içim büyük bir detaydı. Onunla alışveriş yapacaktık. Sadece bir çikolata. Olsun. "Tamam." dediğimde bir 'görüşürüz' gelmesini beklemiştim ama bir şey demeden telefonu suratıma kapattı. "Ne çektiğini anlayabiliyorum. Şimdi en yakın markete gidelim." dedim. Oflasa da sesini çıkartmadı. Aksine yüzünde bir gülüş peydah olmuştu ancak bunu şimdilik görmezden geldim. Arabayı bir marketin yakınına park etti. İneceğim sorada beni durdurup arka koltuğa uzandı. Siyah atkı görüş açıma gelirken onu izlemeye devam ettim. Sanki ameliyata olan doktor gibi dikkatli bir şekilde atkıyı boynuma geçirdi. Atkıya sinen kokusu gözlerimi kapatmama neden oldu. Gözlerimi açtığımda, nefeslerimiz arabanın içinde yankılanıyordu. "İnelim mi?" diye sordum sesim titrerken. Biraz daha burada kalsak bayılacaktım. Konuşmadan arabadan indiğinde bende indim, birlikte marketin içine girdik. "Gelmişken evdeki birkaç eksiği de alayım." dediğini işitmiştim. Eh. Sadece bir çikolata değil. "Sen sepet al." dedim ve "Sonrada eksikleri alırız." diye devam ettiğimde ikimizde durduk. Birbirimizin gözlerine bakarken kalp atışlarımın kulağıma geldiğini hissettim. Az önce istemedende olsa, sanki aileymişiz de, alışveriş yapıyormuşuz gibi davranmıştım. Bakışlarını kaçırarak, "Ben." dedi hızlı hızlı. "Sepeti alayım." "Bende..." derken abur-cubur yerini gösterdim. "Çikolata alayım." İkimizde başımızı sallayarak hızlı hızlı ters tarafa yürümeye başladık. Onu bilmem ama, yüzümde bitmek bilmeyen bir gülümseme vardı. Poşetleri alarak marketten çıktığımızda, buz gibi bir hava karşıladı bedenimizi. İster istemez titrerken koşar adımlarla arabaya bindik. Kemerimizi takar takmaz yola koyulmuştuk. "Kusura bakma." dedi. "Seni de alıkoydum." diye devam edince omuz silkerek gülümsedim. "Hayır hayır önemli değil." dediğimde başını salladı. Bu sırada radyodan gelen şarkıya odaklandım. 'Kimseyi görmedim ben senden daha güzel...' Bakışlarım kilitlenmiş Toprak'a bakıyordum. Anlayıp anlamaması umrumda değildi, sadece gerçekten şarkıdaki gibiydi. Kimseyi görmedim ben, ondan daha güzel. Sanki benim ona baktığımı hissetmiş gibi bakışlarını bana çevirdi. Önüne baksana dedim içimden. Eğer biraz daha bana şöyle bakarsa nefesimi tutmaktan ölecektim. "Niye bana öyle bakıyorsun?" diye sorduğunda, "Nasıl bakıyorum ki?" diye devam verdim. "Sanki gördüğün en güzel şeymişim gibi." Zaten öylesin. "Belki de öylesindir." dedim mırıldanarak. Duymadığını biliyordum, bunu teyit ederken, "Anlamadım?" diye sordu. Anlamaması güzeldi, işimede gelirdi. Şimdi yalan söyleme zamanı. "Sana öyle gelmiştir. Pencereden bakıyordum." "Benimkinin?" "Senin manzaran daha güzel." "Evet." dedi ve masmavi gözlerini kısarak, az sonra kalpten gitmemi sağlayacak cümleleri, gözlerimin içine bakarak sundu. "Manzaramın güzel olmadığını söyleyemem." Üstüme son kez bakıp dışarı çıkarak kapıyı kapattım. Bugün günlerden cumartesiydi ve dövmeciye gidiyordum. Kapıdan çıkar çıkmaz evde kulaklığımı unuttuğumu anladım ve gülümsedim. Eğer o gün kulaklığımı unutmuş olmasaydım, şuan Toprak hayatımda değildi. Belkide bazen çok üzüldüğümüz yada hayıflandığımız şey, bize yeni kapılar, mutluluklar açabilirdi. Kulaklığımkda alıp evden çıktım ve yolu yürümeye başladım. Yarım saat sonra tramvayların oradaydım. Direkt bir tanesine binerek boş olan cam kenarına oturdum. Kulaklığımı takarken şarkı listesinde elimi gezdirdim. Duman ~ Senden Daha Güzel Yüzündeki sırıtmayı engelleyemeyerek şarkıya tıkladım. Şarkı çalmaya başlarken başımı cama yasladım. Bu sırada kulaklığım aniden çekildi. Kaşlarımı çatıp çığırıyordum ki, Toprak'ı görmemle gözlerimi büyüttüm. Bana bakmıyor, bakmak ne kelime karşıya dümdüz bakıyordu. Ellerini kucağımda birleştirmiş, kafasında hafif geri atmıştı. Allah'ım sen neler yaratıyorsun yarabbim. "Toprak?" dediğimde, "Hı?" dedi. "Hiiç." diyerek başımı doları çevirdim. Şuan içimde bütün olan biteni dökmek istiyordum. "Söyleyebilirsin. Seni dinlerim Nehir." dediği zaman içimden kendi kendime teselli ederek konuştum. "Seninle dövme yapıldıktan sonra çok önemli bir şey konuşmak istiyorum. Tamam mı?" diye sorunca başını salladı. "Tamam. Şimdi şarkıya kulak kesilsene, kimseyi görmedim ben senden daha güzel." derken şarkı sözünü muzipçe söylemiş gözlerini kısmıştı. "Kimselere de bakmadım, aklımdan geçen..." diye mırıldandım. İkimiz, tam şuan, Bir tramvaydayız. Her şeyin başladığı yerde. Aynı kulaklık birbirimizde, aynı şarkıyı dinliyoruz, mırıldanıyoruz sessizce. Siz imkansız şeylerin gerçekleşmesine inanır mısınız? Ben inanmazdım. Ta ki şu ana dek. Tramvaydan iner inmez yürümeye başlamıştık. Ben kulaklığı çıkartıp çantamı içine koyarken, "Senin araban yok muydu?" diye sordum. "Var ama arabayı genelde Akif abiye bırakıyorum." deyince başımı salladım. İkimiz uzunca yürüyüp sessiz kaldık. En sonunda dövmeciye geldiğimizde heyecanla nefes aldım. Acaba bundan sonra görüşür müydük? Bence görüşmeliydik. Hatta kesinlikle görüşmeliydik. Bama kalırsa rekor sevgili bile olabilirdik. Kendi kendime saçmalamaya devam ederken yine aynı yere oturdum. Toprak bana yine bir sürü şey söyledi ve boynumu temizledi. Akif abi geldi, Dövme tamamlandı. O kadar heyecanlıydım ki...Sanki yeni okula başlayacak bir çocuk gibi, aşık olduğu çocukla konuşan bir kadın gibi, babasının şefkatine sığınan bir kız çocuğu gibi...O kadar mutluydum ki. İçime sanki birisi balyoz vurmuştu. Bundan sonra onu göremeyecek oluşum canımı sıkıyordu, fakat bir yandan ondan iz taşıyor olmanın vermiş olduğu mutluluk vardı. Ayağa kalktığımda, Toprak oraya bakarak gülümsedi. "Hazır mısın?" diye sorunca başımı salladım. Aynayı tam karşıma getirdiğinde duraklarım şaşkınlıkla aralandı. "Toprak, bu çok güzel." dedim hayran kalmışçasına. Köprücük kemiğimin hemen üstünde kar kristali şeklinde bir dövmem olmuştu. Anısı da kendisi kadar güzeldi. Toprak'ın izi. "Evet. Çok güzel." dedi gözlerimin içine bakarken. Bakışlarımı kaçırarak etrafa bakmaya başladım. Ne demeliydim hiç bilmiyordum. "Toprak...Ben," derken sözümü keserek elimi tuttu ve dışarı çıkardı. "Gidiyoruz." derken şaşkınlıkla bağırdım. "Ne? Nereye gidiyoruz?" dediğimde beni hiç umursamadan koltuktaki çantamı alarak yürümeye devam etti. "Nereye gidiyoruz dedim? Beni böyle götüremezsin!" diye çığırdığımda aniden durdu. Durmanın vermiş olduğu etkiyle sırtına çarparak sendeledim. "İlk gün," dedi cümlelerini bastırarak. "İlk gün de seni böyle sürüklemiştim, sesini çıkartmamıştın. Şimdi de böyle olsan olmaz mı? Benim için bir kez daha peşimden gelemez misin? Benim için bir kez daha... Kahretsin! Anlamıştı. Anlamıştı işte. İçimde git gide büyüyen telaşla ona baktım. Büyük ihtimalle şimdi duracak, ve halime kahkaha atacaktı. Ben ise kalbi kırık bir şekilde boynumdaki dövmesiyle evime dönecektim. Gözlerimin yaşlarla dolduğunu hissettim. Beni bir yere götürürken sesimi hiç çıkartmadım. Tek isteğim beni utandırmamasıydı. Biraz sonra etrafın tanıdık olduğunu görerek kaşlarımı çattım. Nereye gidiyordun böyle? Toprak elimden sımsıkı tutarak beni bir tramvaya bindirince ona ayak uydurdum. Bu sefer etraf fazla kalabalık olsa gerek oturacak boş yer yoktu. Toprak beni demirlerin oraya yaslayıp tam karşıma geçti. Ona bakarken gülümsedi. "Düşme diye." dediğinde bende gülümsedim bu sefer. "Her şeyin başladığı yer." diye mırıldandı. Onun kusursuz yüzüne bakmaya başladım. "Bir kız bindi tramvaya, ama nasıl güzel, nasıl alımlı, nasıl tatlı sana anlatamam. Kızı görür görmez 'tamam' dedim içimden. Kızı kaçırmamalıyım diye düşündüm." dediğinde kalbime amansız bir sizi girdi. Ne yapmaya çalışıyordu bu? Görmüyor muydu kalbimin acısının yüzüme yansıdığını? "Bırak." dedim fısıltıyla ve çıkmaya çalıştım. Beni tekrar oraya yaslarken, "Bırak da sözümü bitireyim." diye devam etti. "Aslında yanına gitmek istiyordum ama cesaretli değildim. Fakat somra kızında gözlerinin bende olduğunu hissettim, kendi kendine kızarıyordu yanakları, insanlara kaşlarını çatarken bana gülümsüyordu usulca. Yine de cesaret edip yanına gidemedim. Biraz sonra durağım gelince indiğimde arkamdan tam yirmi beş dakika boyunca onun küçük ayak seslerini duydum. Sonra yolun ortasında durdum, döndüm arkamı." Gözlerimi büyütmüş ona bakarken öldüm de cennette miyim acaba diyerek kolumu cimcikledim. Eğer beşinci boyuta gitmediysem, Toprak, Bizden bahsediyordu. Bu kafamda olan her şeyin çığlık çığlığa bağırmasına dönüşmüşken, "Sen?" diye mırıldandım. "Sen benden mi bahsediyorsun?" dedim nefesim kesilirken. "Evet, Bizden bahsediyorum." Tramvay yavaşladı. Son duraktı. İnsanlar bir bir inmeye başladı. Sadece ikimiz kaldık. Dolunayın ışığı, Toprak ve ben, Başbaşaydık. Toprak, Her zamanki gibi apartmandan çıkarken yağmurun bastırmasıyla bir küfür savurdum. Sanırım sevmediğim sayılı şeylerden birisi yağmurdu. Onun tenime deyişi bile benim iğrenmemi sağlıyordu. Akif abiye arabamı bıraktığımı hatırlayınca kafama sıkasım geldi. Hızlıca elimdeki makete bir şey olmasına izin vermeden cadde de yürümeye başladım. Tramvayların olduğu bölüme gelince biraz beklemem gerekti fakat uzun sürmeden bir tramvayın geçmesi ile bindim. Gördüğüm ilk boş koltuğa oturup kafamı geriye yasladım. Kulaklığımı çıkararak telefonuma takarken şarkı listemden bir şarkı açtım. Hareketli müzikler severdim, bu yüzden hareketli bir şeyler açıp başımı cama çevirdim. Bu sırada gözüm birisine takıldı. Ona. Günlerdir veya belkide aylardır onu görüyordum. Her sabah bu tramvaya biniyor ve genellikle kızgın oluyordu. Bir kere yanına oturmuştum ve kendi kendine, "Sabahın köründe okul mu olur ya?" diye söylendiğini duymuştum. Sanırım bu diğerleri için yeterliydi. Arabam olmasına rağmen tramvaya binmem size kesinlikle bir saçmalık gelebilirdi ancak sonunda onu görmek varsa tramvaya da binerdim. Onu görmek için ne kadar tramvaya binmiş dahi olsam kim olduğu, nasıl birisi olduğunu araştıracak kadar cesaretli olamamıştım. Cama yansıyan yüzüyle bakışlarım ona çevrildi. Henüz başını kaldırmamış bir şeyler arıyordu. Kaşlarının çatmasından sinirlendiğini anlamıştım. Çok güzeldi. Saçları dört bir yana dağılmıştı. Önüne gelen tutamlardan bir tanesini alıp kulağının arkasına sıkıştırdı. En sonunda kafasını kaldırarak kulaklığımı kulağına takmaya başladı. Bu sırada onu inceleme fırsatım olmuştu. Bal rengi gözleri vardı, yüzü pürüzsüzdü ve saçları...Saçları kahverengiydi ancak onu bana çeken başka şeyleri vardı. Eliyle kulağını yoklarken küpesinin orada olduğunu anlayarak rahatladı. Tam o sırada bir şey oldu. Kafasını bana çevirdi. Ben ise sanki ona bakmıyormuşum gibi kafamı cama çevirdim. Cama yansıyan yüzünden bakışlarının yüzüme düştüğünü görüyordum. O bunun farkında değildi ancak yine de onu izliyordum. Biraz zaman sonra sürekli bana bakmaya başladığını fark ettim. Durakları son sürat geçtiğimizde, geleceğim yere yaklaşmıştık. Ayağa kalktığımda halâ orada olduğunu gördüm. Sanki benim kalkmamı bekliyormuş gibi hızlıca ayağa kalktı. Ellerini pantolununu sürtüyordu, gerginliği gözle görülür dereceydi. Sırıttım. Sanırım bir şeylerin farkına varmıştım. Yavaş adımlarla, aslında on dakikada gideceğim yere sokakları dolaşarak gitmeye başladım. Hangi sokağa girsem o küçük adım sesleri ve telaşlı nefes sesleri duyuyordum. Aslında ilk görüşte aşk zırvalıklarına inanan bir insan değilim; şuan inanıyor muyum? Orası tartışılır. Sadece tek hissettiğim günlerdir gördüğüm bu güzel kızın ve kalbimi hızlandırdığıydı. Aniden durup arkamı döndüm ve o gözlerini kocaman açıp bana şaşkınca bakarken konuştum. "Tam yirmi dakikadır farklı sokaklara girip çıkıyorum ve peşimde hep sen varsın. Aynı yerlere mi gidiyoruz, yoksa bir sapık gibi beni mi takip ediyorsun?" O kadar şoktum ki. Bu duygudan çıkabilmem, Toprak'ın elimi tutarak beni tramvaydan indirmesi ile son buldu. Karşıma geçmişti ve merakla yüzüme bakıyordu. Ben ise ne diyeceğimi bilemez vaziyette dudaklarımı bir açıyor bir kapıyordum. Hayatımda her zaman şansımdan dolayı yakınan ben, şuan şansın alasını yaşıyordum. Kaç aydır...Beni izliyordu. Bu gerçek yüzüme soğuk bir su gibi çarparken gözlerimi kırpıştırdım. "O zaman, sen?" dedim kekeleyerek. "Biliyor muydun en başından beri." dediğimde kafasını salladığını görerek kızardım. En başından beri ona olan duygularımı ve tüm saçmalığımı biliyordu. Bu beni utandırmaya yetiyor hatta yanından kaçma hissi uyandırıyordu. "Utanma." derken eliyle sağ yanağımı tuttu ve diğer elini belime atarak beni kendine çekti. Göğüslerimiz birbirine çarparken derin bir nefes aldım. Elimle yelpaze yaparak, "Burası sıcak mı oldu ne?" diye saçmaladığımda güldü. Çok, çok yakındık. Böylece Toprak'ı daha iyi inceleme fırsatı bulmuştum. Kesinlikle gülünce gözleri kısılıyordu ve sağ yanağında minicik bir gamze vardı. "Şimdi ne olacak?" diye sordum. Evet, saçma bir soru olduğunu kabul ediyordum ancak bir şeylerin netleşmesine ihtiyacım vardı. "Şimdi ne mi olacak?" derken fısıldadı ve beni kendine iyice çekti. "Toprak ile Nehir olacak. Tamamiyle bir yıldır izlediğim kızın, artık elimi tutması gerekmez mi sence de?" deyince kıkırdadım. Beni mutlu etmeyi iyi biliyordu. Bunu seviyordum
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD