14

588 Words
Elif, ertesi sabah babasını havalimanına kadar uğurladığında, içi garip bir boşlukla dolmuştu. Osman Bey Rize’ye dönüyordu; kızıyla vedalaşırken, her zamanki gibi sert ama koruyucu bakışlarını gizleyememişti. — “Kendine dikkat et kızım. Derslerini aksatma, Mert’le de fazla didişme,” demişti, elini Elif’in omzuna koyarak. Elif başını sallamış, zoraki bir gülümsemeyle, “Merak etme baba,” diyebilmişti. Uçak gözden kaybolduktan sonra Mert’in sesi duyuldu: — “Hadi bakalım hanımefendi, İstanbul bizi bekler.” Elif hafifçe iç çekti. “Daha dersler başlamadı, biraz erken dönüyoruz sanki.” — “Hem orada iki gün takılırız,” dedi Mert. “Hem de evin tozunu alırız. Ayfer Abla yalnız kalmaktan sıkılmıştır.” Yol boyu sessizlik vardı. Radyoda eski bir Karadeniz türküsü çalıyordu. Elif dışarıyı izlerken düşüncelerine dalmıştı; Rize’nin yeşili uzaklaştıkça, kafasındaki karmaşa büyüyordu. İstanbul’a vardıklarında, şehrin kalabalığı onları hemen içine çekti. Ailenin Boğaz’a yakın, iki katlı eski ama zarif evi önlerinde yükseliyordu. Kapı daha açılmadan, içeriden tanıdık bir ses duyuldu: — “Mert, Elif! Geldiniz mi çocuklarım?” Ayfer Abla, elinde mutfak önlüğüyle kapıya fırlamıştı. Güleryüzüyle ikisini de sarıp sarmaladı. — “Hoş geldiniz kuzularım. Yol yorgunusunuzdur, hadi sofraya. Sıcacık fasulye taze pişti.” Mert’in yüzü aydınlandı. “Senin yemeklerini özlemişim vallahi, Ayfer Abla.” Elif gülümseyip teşekkür etti ama içinde hâlâ bir huzursuzluk vardı. “Ben aslında kendi evime geçecektim…” Mert hemen araya girdi: — “Yok yok, bu gece olmaz. Hem yalnız kalırsın, hem de gezeriz biraz. Hadi, abini mi kıracaksın?” Elif başını iki yana salladı ama sonunda pes etti. “Tamam, ama sadece iki gün.” O akşam Boğaz kıyısındaki bir balık restoranına gittiler. Hava serindi, deniz kıyıya hafifçe çarpıyordu. Masanın üstünde küçük bir mum titriyordu. Elif uzun zamandır bu kadar huzurlu bir manzaraya bakmamıştı. — “Bak İstanbul bile seni özlemiş,” dedi Mert, çatalını eline alırken. “Yalnız… fazla dalma, balıklar bile kıskanır güzelliğini.” Elif güldü. “Senin bu lafların hiç değişmiyor.” Tam o sırada garsonun arkasından tanıdık bir ses geldi: — “Demek ki kaderin mizah anlayışı da değişmiyor.” Elif’in eli çatalda dondu. Başını kaldırdığında, birkaç masa ötede Bora’yı gördü. Elinde şarap kadehi vardı, yanında birkaç iş arkadaşı oturuyordu. Gözleri bir anlığına buluştu; kısa, yakıcı bir an. Mert hemen fark etti o bakışı. Kaşlarını çattı, sandalyeye yaslandı. — “Tesadüf işte,” dedi Bora, masalarına yaklaşırken. “Yine aynı şehir, yine aynı akşam.” Elif, sesi titremesin diye çabasını gizleyerek, “Dünya küçük,” demekle yetindi. Mert hemen araya girdi, alaycı bir tonda: — “Küçük ama bazıları her yerde karşımıza çıkacak kadar meraklı.” Bora gülümsedi, hiç bozuntuya vermeden: — “Meraklı değil, kaderin mizacına uygun diyelim. Ama siz nasılsınız, Mert Bey?” Mert’in dudak kenarı kasıldı. “Gayet iyiyiz. Elif de, ben de, yol yorgunuyuz sadece.” Bora bakışlarını Elif’e çevirdi. — “Umarım yolun seni yormamıştır Elif. Ama belli, hâlâ aynı durgunluk var sende.” Elif’in kalbi hızla atmaya başladı. “Yorgunum, evet,” dedi kısa bir sesle. “İzninle, yemeğim soğuyor.” Bora başını hafifçe eğdi. — “Afiyet olsun o zaman. Görüşürüz.” Arkasını dönüp uzaklaştığında, Elif’in içindeki o bastırılmış karmaşa bir kez daha yüzeye çıktı. Mert, sessizce kaşığını bıraktı. “Yine huzurumuzu kaçırdı. Gerekirse dönüşümü ertelerim, senin yanında kalırım.” Elif başını iki yana salladı. — “Hayır abi, gerek yok. Ben sadece... neden bu kadar geriliyorum bilmiyorum.” Mert gülümsedi, onun omzuna dokundu. — “Çünkü hâlâ bazı şeyleri unutmadın küçük hanım.” Elif denize baktı. Mum alevi rüzgârla titredi. O an, içinden sadece şu geçti: “Belki de unutmamak, unutmaya çalışmaktan daha kolaydır.”
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD