Sabah güneşinin solgun ışıkları apartmanın camından süzülürken koridor sessizdi.
Elif, anahtarını çantasına koyup kapıyı kapattı. Aynı anda yan dairenin kapısı da açıldı.
İkisi de arkasını döndüğünde, bir anlığına donakaldılar.
Bora, elinde telefonu, saçları dağınık, kapıda durmuştu.
Elif’le göz göze geldiklerinde, yüzlerinde aynı şaşkın ifade belirdi.
— “Günaydın,” dedi Bora, sesini olduğundan daha sakin tutmaya çalışarak.
— “Günaydın,” dedi Elif, kısa ve temkinli bir tonda.
İkisi de ne yapacağını bilemez halde aynı anda asansöre yöneldiler.
Kapı sessizce kapandı, metal kabin hafif bir gıcırtıyla inmeye başladı.
Küçük alanda sessizlik aralarına bir perde gibi gerilmişti.
Bora ellerini ceplerine soktu, bir süre yere baktı, sonra bakışlarını Elif’e çevirdi.
— “Okula mı?” diye sordu.
Elif başını hafifçe salladı.
— “Evet.”
— “Ben de gidiyorum. Beraber gidelim mi?”
Elif başını çevirmeden kısa bir “Tamam,” diyebildi sadece.
Sesi o kadar kısık çıkmıştı ki Bora bir an duymadığını sandı.
Ama duymuştu — hem de kalbinin derinliğinde.
Asansör zemin kata ulaştı, kapı açıldı.
Yan yana yürümeye başladılar.
Hava serindi; sabah rüzgârı apartmanın önündeki ağaç yapraklarını hafifçe hışırdatıyordu.
Tam dış kapıdan çıkacaklardı ki Bora, içeri girmekte olan biriyle çarpıştı.
Çarpışmanın şiddetiyle Bora bir adım geri sendeledi, karşısındaki adam elindeki kahveyi zor tuttu.
— “Hele daaa, önüne baksana ula!” diye çıkıştı adam sert bir sesle.
Bora başını kaldırdı, bakışlarını adama dikti — tam o sırada Elif’in sesi yankılandı:
— “Abi!”
Karşısındaki adam, Elif’in sesiyle başını çevirdi.
Bir anlık sessizlik... üçü de oracıkta dondu kaldı.
Mert, şaşkınlıkla Bora’ya baktı.
Bora elindeki dosyaları sıkıca kavrarken hafifçe kaşlarını çattı.
Elif’in yutkunma sesi duyuldu; ne diyeceğini bilemiyordu.
Bora’nın dudaklarının kenarı belli belirsiz kıvrıldı.
— “Küçük dünya,” dedi alçak sesle, gözlerini Mert’ten ayırmadan.
Mert hâlâ ne olduğuna inanamaz haldeydi.
Elif’in yanına yaklaşıp kolundan tuttu.
— “Sen… onunla mı iniyorsun?”
Elif’in yüzü bir anda kızardı.
Söyleyecek çok şeyi vardı ama hiçbiri ağzından çıkmadı.
Bora o sırada omzundaki çantasını düzeltti, sakin bir ses tonuyla konuştu:
— “Sadece aynı apartmanda oturuyoruz. Tesadüf işte.”
Mert kaşlarını çattı, yüzüne Karadeniz rüzgârı gibi bir sertlik geldi.
— “He mi? Tesadüf ha... Ben bu tesadüfü bozarım arkadaş!” dedi dişlerinin arasından.
Elif bir şey diyemeden, Mert kolundan tuttuğu gibi arabaya yöneldi.
— “Hade, abisi okula bırakmaya geldiii seni,” dedi yarı ciddi yarı sinirli bir sesle.
— “Abi, sen dönmemiş miydin?” diye sordu Elif şaşkınlıkla.
Arabaya bindiklerinde Mert, direksiyona iki elini koyup derin derin nefes aldı.
— “Dönmesem de içim el vermedi, bi uğrayayım dedim... iyi ki de dönmemişim ha!” dedi kendi kendine homurdanarak.
Elif, gözlerini pencereden ayırmadan konuştu:
— “Karşı dairemde yaşıyor... iki ay önce taşındılar, arkadaşıyla kalıyor.”
Mert hiçbir şey demedi.
Sadece gözlerini yola dikti, dudaklarının kenarındaki kas hafifçe seğirdi.
Arabayı okula yanaştırdığında sessizlik bozuldu.
Elif kapıyı açarken, Mert sakin ama ciddi bir sesle konuştu:
— “Tamam, abim. Kızmıyorum sana... sadece sindirmem lazım bu durumu.”
Elif başını salladı, gözleri dolmuş gibiydi.
Mert devam etti:
— “Okul çıkışı alayım seni. Bi-iki gün beraber kalalım. Hatta o cadı kızlara da söyle, hafta sonu gezdireyim sizi.”
Elif hafifçe gülümsedi ama gözlerini kaçırdı.
— “Cumartesi akşamı Bora’lara yemeğe gideceğiz abi, önceden verilmiş söz,” dedi kısık sesle.
Mert’in elindeki direksiyon gıcırdadı.
— “He mi? O Peşancı uşağının evine... Madem öyle, bende geleceğum o zaman. Söyle ona, fazla dolanmasın ortalarda!” dedi Karadeniz’in o tok sesiyle.
Elif yutkundu, sessizce kapıyı açtı.
— “Tamam abi…” diyebildi sadece.
Sonra çantasını omzuna takıp arabadan indi.
Arkasını dönmeden yürümeye başladı ama kalbi hızlı atıyordu.
Mert’in arabası uzaklaşırken rüzgarla birlikte o sert Karadeniz kokusu da dağılıyordu sanki.
Elif derin bir nefes aldı, okulun ön kapısına yöneldiği sırada bir araba yanına yaklaştı.
Camı yavaşça indi — direksiyonun başında Bora vardı.
Göz göze geldiler.
Bora’nın dudaklarının kenarı kıvrıldı, gözlerinde o tanıdık, muzur ışıltı belirdi.
— “Hele daa… Fırtına gibi esti de gitti ha!” dedi gülümseyerek, sesiyle birlikte havayı da yumuşattı.
Elif istemsizce kahkaha attı.
— “Hiç yakışmı ağzına o laf,” dedi başını iki yana sallayarak.
Sonra bir adım geri çekildi, arkasını dönüp yürümeye başladı.
Bora, onun uzaklaşan siluetine bakarken gülümsemesi yavaşça derinleşti.
İçinde garip bir karışım vardı — hem merak hem meydan okuma.