Akşam olduğunda Elif mutfakta telaşla dolanıyordu. Tencereden fokurdayan sesler yükseliyor, fırından yayılan kek kokusu evi sarmalıyordu. Bir yandan masa örtüsünü düzeltiyor, bir yandan ellerini silip yeniden bir şeyleri karıştırıyordu.
Suna, kollarını beline dayamış, kapı eşiğinden onu izliyordu.
— “Elif, sen hâlâ anlatmadın. Bu çocuk kim? Nereden çıktı? Yoksa gizli gizli sevgili mi yaptın?”
Elif’in yüzü bir anda alev gibi kızardı.
— “Saçmalama! Sadece komşumuz. Hani şu maket olayında bahsettiğim çocuk var ya… işte o.”
Suna’nın gözleri parladı.
— “Haa, maketi parçalayan öküz!”
— “Şşşt! Sesini al biraz, duyar vallahi.” Elif’in elleri havada asılı kaldı. “Ama… kabul ediyorum, biraz yardım etti.”
Tam o sırada mutfağa Bilge girdi.
— “Niye eksik anlatıyorsun? O ‘öküz’, aynı zamanda okulda üzerinden geçen öküz değil mi?” dedi, göz kırparak.
Suna kahkahasını tutamadı.
— “Kızım, yüzün zaten her şeyi anlatıyor. Neyse, ben sofrada gözüm gibi bakarım size.”
Kapı zili çaldığında Elif’in kalbi sanki birkaç vuruşu atladı.
Kapıyı açtığında Bora, her zamanki rahat gülümsemesiyle karşısında duruyordu. Yanında kısa saçlı, muzip bakışlı biri vardı.
— “Selam. Ben geldim. Bu da Emre — beraber geldik, çünkü onsuz hiçbir yere gidemem.”
Emre hemen lafa atladı:
— “Merhaba! Bora’nın Ankara’daki bütün günahlarını bilen tek kişiyim, o yüzden buradayım.”
Bilge kapının eşiğinden kafasını uzattı.
— “Ne güzel, ben de Elif’in sırlarını bilen kişiyim. Demek masa tamam.”
Gülüşmeler arasında Bora alayla Elif’e eğildi:
— “Gördün mü? Daha masaya oturmadan cepheler kuruldu.”
Elif gözlerini devirdi.
— “Alış artık. Bu evde kolay kolay şımartılmazsın.”
Sofra kurulduğunda ev kahkahayla dolmuştu.
Bilge, her fırsatta Bora’ya laf çarpıtıyor, Emre o lafları alıp ustalıkla geri çeviriyor; Suna ise durumu seyir zevkiyle izliyordu.
Elif hem gülüyor hem de “aman bir şey olmasın” telaşıyla ellerini oyalıyordu.
Bir ara Bora, Elif’e hafifçe eğilip kısık sesle söyledi:
— “Senin bu evde işin zor. Ama merak etme, ben ittifakıma seni de katarım.”
Elif kaşlarını kaldırdı.
— “Beni mi? Sen önce kızların imtihanından geç de sonra konuşuruz.”
Bora’nın dudakları bir tebessümle kıvrıldı. Elif’inse yüzüne istemsiz bir sıcaklık yayıldı.
Yemek bittiğinde kahve faslı başladı.
Suna ayağa kalktı.
— “Kahveler benden! Elif, sen yine çay istersin, değil mi?”
Elif göz ucuyla baktı, ama cevap vermedi. O anda Bora ve Emre aynı anda “çay” ve “kahve” dedi.
Kızlar kahkahaya boğuldu.
Bilge, gülerek Suna’nın koluna girdi.
— “Hadi sen kahveleri yap, ben çay suyunu koyayım.”
Emre hemen atıldı:
— “Kambersiz düğün olmaz! Şeker ayarlamaları bende!”
Üçü neşeyle mutfağa geçince, salona bir sessizlik çöktü.
Ne müzik vardı ne televizyon…
Sadece mutfaktan gelen kahkahaların boğuk yankısı ve çaydanlığın tıslaması.
Bora, koltuğa oturdu; parmaklarını birbirine kenetleyip Elif’i izledi.
Elif, masadaki peçeteleri katlamakla meşgulmüş gibi yaptı — ama aynı peçeteyi yedinci kez katlaması onu ele veriyordu.
— “Peçeteler sana bir şey mi yaptı?” diye sordu Bora gülümseyerek.
Elif başını kaldırmadan:
— “Temizliği seviyorum.”
— “Fark ettim. Birazdan beni de ütüleyeceksin diye korkuyorum.”
Elif istemsizce güldü, sonra hemen ciddileşti.
— “Komik değil.”
— “Biraz komik.”
— “Hayır.”
— “Yüzün öyle demiyor ama.”
Elif’in dudakları seğirdi.
Mutfaktan gelen kahkahalar daha da yükselince, Bora alçak sesle fısıldadı:
— “Bak, onlar eğleniyor. Bizse burada peçeteye psikolojik baskı uyguluyoruz.”
Elif bu kez gülmemek için dudağını ısırdı.
— “Sen sustuğunda eğlenceli bir ortam yaratabiliyoruz, sorun o.”
Bora başını yana eğdi.
— “Demek benim sessizliğim huzur veriyor… Güzel. Ama kabul et, şu an gayet iyi anlaşıyoruz.”
— “Seninle mi? Sadece konuşuyoruz.”
— “Konuşmak da bir başlangıçtır.”
Elif cevap vermedi. Ama aralarındaki sessizlik, söylenmemiş bir şeylerin yankısıyla doluydu.
Gözleri kısa bir anlığına kesiştiğinde, ikisi de bakışını kaçırmadı — bu, farkında olmadan birbirini tanımanın ilk anıydı.
Sonunda Bora, dudaklarında beliren gülümsemeyle fısıldadı:
— “Şu an Suna burayı görse kesin ‘Bak işte, dizilerdeki sahne bu’ derdi.”
Elif kahkahayı bastıramadı.
— “Sen var ya, ciddiyetin katili gibisin.”
— “Sen de gülümseyince dünyanın savunmasız hâli gibisin.”
Elif bir an sustu, yüzü kızardı.
— “Sen hep böyle mi konuşursun?”
— “Hayır. Genelde sadece doğru kişilere.”
Tam o sırada mutfak kapısı açıldı. Bilge elinde kahve tepsisiyle içeri girdi.
— “Ne güzel, biz kahve yaptık, siz burada flört ettiniz!”
Elif yerinde sıçradı.
— “Kim flört ediyor ya?!”
Bora kahvesini alırken gülümseyerek söyledi:
— “Ben değilim, ben sadece peçetelerle konuştum.”
Kahkahalar yeniden evi doldururken, Elif bir an durdu.
Kahve fincanından yükselen buhar, sanki içindeki karmaşayı da görünür kılmıştı.
O an, her şeyin yeni yeni karışmaya başladığını — hem kalbinde hem hayatında — ikisi de sezmişti.