Akşam olmuş, günün yorgunluğu mutfağa sinmişti. Ocağın üstünde kaynayan tencere, kesme tahtasında doğranan sebzeler… Her şey bir ev sıcaklığını taşıyordu ama Elif’in yüzünde o sıcaklıktan eser yoktu.
Bilge domatesleri doğrayıp salata kasesine alırken bir yandan Suna’ya göz kırptı. İkisi de Elif’in suratının asıklığından rahatsızdı ama doğrudan bir şey demek istemiyorlardı. Elif, tezgâhın köşesinde sessizce makarna sosunu karıştırıyor, ara sıra kısa cevaplarla sohbete katılıyormuş gibi yapıyordu.
Suna sonunda dayanamadı, konuyu pat diye ortaya attı:
— “Bu arada,” dedi neşeli bir sesle, “cumartesi akşamı Bora ve Emre’nin evine yemeğe davetliyiz.”
Elif’in kaşı hemen kalktı ama bakışlarını çevirmedi, karıştırdığı sosu izlemeye devam etti.
— “Benim işim var.”
Bilge, elindeki bıçağı bıraktı, kollarını bağladı.
— “Ne işiymiş o, bakalım?” dedi omzuyla Elif’i dürterek.
Elif kaşığı sosa daldırdı, sakin görünmeye çalışıyordu ama ses tonu keskinleşmişti.
— “Siz gidin, arkadaşlık edin. Bana ne… Görmek istemiyorum. Beni de sürüklemeyin bu defa.”
Mutfağa bir sessizlik çöktü. Ocağın çıtırtısı dışında hiçbir ses yoktu. Bilge derin bir nefes aldı, bıçağını tezgaha bıraktı.
— “Elif,” dedi bu kez ciddi bir ses tonuyla. “Bak, haddim değil diye sustum ama sen çocuğa hiç açıklama fırsatı vermedin. Evden çıkan Bora değildi, o gürültüyü yapan da o değildi. Suçlu muamelesi yaptın, neden?”
Elif kaşığını bırakıp ellerini önlüğüne sildi. Gözlerini Bilge’ye dikti, ama sessizdi.
Bilge devam etti, sesi yumuşak ama kararlıydı:
— “Neyin faturasını kesiyorsun, Elif? Sevgilin değildi, kocan değildi… Belki sadece seninle arkadaş olmak istedi. Bazen insanlar sandığımız kadar kötü niyetli olmaz. Bir fırsat ver, tanıdığın kişiyi gerçekten tanımak için.”
Elif derin bir nefes aldı. İçinde karışık bir şeyler kıpırdadı — öfke, pişmanlık, belki de hâlâ tam bastıramadığı bir duygu.
Suna sessizce tencerenin kapağını kapattı, ortamı yumuşatmak ister gibi gülümsedi.
— “Hem belki iyi bir yemek yapmıştır, kim bilir?” dedi hafif bir şakayla.
Bilge gülümsemedi, sadece Elif’e baktı.
— “Sen karar ver,” dedi sonunda. “Ama kaçmak bazen rahatlatmaz. Sadece içinde kalanları ertelersin.”
Elif, gözlerini tezgâha dikti.
— Tamam dedi kısık sesle gidelim.
Ama Bilge’nin sözleri, içindeki o bastırılmış yankıyı yeniden uyandırmıştı.
Akşam yemeği yenmiş, tabaklar yıkanmış, mutfağa o tanıdık sessizlik çökmüştü.
Elif erkenden odasına çekilmişti ama uyumak ne mümkün… Bilge’nin sözleri zihninde dönüp duruyordu, sanki her biri kulağının içinde yankılanan birer yankı gibi.
“Neyin faturasını kesiyorsun, Elif?”
Bu cümle, duvara çarpıp tekrar tekrar ona dönüyordu.
Yatağının kenarında oturmuş, pencereden dışarı baktı. Şehrin ışıkları uzakta yanıp sönüyordu; rüzgâr, perdenin ucunu hafifçe dalgalandırıyordu.
Düşünceleri birbiriyle yarışıyordu — karışık, bulanık, duygusal bir girdap gibi.
Hakikaten neyin faturasını kesiyordu o?
Karşı komşusuydu sadece.
Evin gürültüsüyle, çıkan tartışmalarla, yanlış anlaşılmalarla hiçbir ilgisi yoktu aslında Bora’nın.
Kızlardan sonradan öğrenmişti; o gece Bora Ankara’daymış, Emre’yle birlikte. Evde kalan, Amerika’da yaşayan kuzenleriymiş.
Elif iç çekti, alnını dizlerine yasladı.
Bir yanıyla hâlâ o ilk öfkesine tutunuyordu — çünkü öfke, kalbini korumanın en kolay yoluydu.
Ama diğer yanı, bir şeyleri affetmek istiyordu sanki.
Belki de gerçekten, Bilge’nin dediği gibi, kaçmak sadece ertelemekti.
Gözlerini kapattı.
Bir anda, anılar yeniden canlandı:
Ankara’daki yemekte, Bora’nın o koyu lacivert takım elbisesiyle masaya oturuşu, gözlerindeki alaycı ışıltı, ama aynı anda bir ciddiyet de…
Ve o hafif, çekingen gülüşü — ne kadar da karışık bir insandı.
Elif ne kadar uzak durmaya çalıştıysa, Bora o kadar yaklaşmaya çalışmıştı.
Ne yaparsa yapsın, bir şekilde onunla konuşmanın yolunu buluyordu.
Oysa Elif, bu çabayı “inat” sanmıştı.
Ya değilse?
Ya gerçekten… hoşlanıyorsa?
Elif, yastığa başını koydu, göz kapakları ağırlaştı.
Sabaha kadar uyuyamadı.
Kendine kızdı, düşündü, sustu, sonra yine düşündü.
Ve sabahın ilk ışıkları pencerenin kenarından içeri süzülürken, içinde bir şey nihayet dinginleşti.
Artık kararını vermişti.
“Ne olursa olsun,” diye fısıldadı kendi kendine,
“akışına bırakacağım… ve bu kez, bir şans vereceğim.”
Bilmeden —binanın öbür ucunda, aynı saatlerde — Bora da uykusuz geçen gecesinde aynı kararı alıyordu.
Ama ikisi de, birbirlerinin o sessiz sabah kararlarından habersizdi.
Kader, belki de ilk defa ikisine aynı anda aynı sözü fısıldıyordu:
“Bu kez kaçma.”