Artık Benim Sevgilimsin

2521 Words
“Hiç… öyle dolanıyorum işte,” dedi Aslı, sesinin tonunda belli belirsiz bir kırıklık vardı. Sanki kelimeler boğazında birikmiş, oradan dışarıya çıkmak için izin istiyordu da tam çıkamıyordu. Arda, kız kardeşinin yüzüne dikkatle baktı. Onu çocukluğundan beri en iyi tanıyan, iyi ve kötü günlerinde yanında olan, her bakışından içini okuyan bir abiydi. “Sende bir haller var, ama hadi hayırlısı bakalım, yakında kokusu çıkar.” dedi yumuşak bir tebessümle. Aslı gözlerini kaçırdı, dudaklarını birbirine bastırarak kendini ele vermemeye çalıştı. “Vallahi bir şey yok abicim. Son sınavlar başladı ya… onun gerginliği var üzerimde. Hep uykusuzum, biraz da yorgunum.” Sesindeki titrek ton, kelimeleri olduğundan daha çıplak gösteriyordu. Arda elini uzattı, Aslı’nın saçlarının arasına parmaklarını gezdirerek başını okşadı. O hareket, çocukluklarından beri değişmeyen bir şefkat anıydı. Aslı her seferinde bu dokunuşta güven bulurdu. “Sıkıntı yapma canım,” dedi Arda yavaşça. “Bu sene olmazsa seneye bir daha denersin. Hayat böyle bir şey işte. Her şey olacağına varıyor. İnsan, en çok da sabrıyla büyüyor.” Aslı, abisinin sözlerini içine sindirdi. Kalbinin tam ortasında bir şeylerin düğümlendiğini hissetti. Başını salladı, “Tamam abicim,” dedi kısık bir sesle. Gitmek üzereydi ki geri dönüp abisine sarıldı. Bu sarılış birdenbire olmuş gibi görünse de içinde uzun zamandır tuttuğu bir minneti, bir sevgiyi barındırıyordu. Abisinin göğsüne yaslandığında kendini küçük bir çocuk gibi hissetti. “Sen anneme bakma,” dedi hafif bir tebessümle. “Biliyorsun tek hayali seni evlendirip torun sahibi olmak. Her anne gibi işte… onun hayali de bu.” Arda, Aslı’nın saçlarını hafifçe sıvazladı. “Biliyorum küçük kardeşim. Ama keşke o da beni anlasa. Bazı şeylerin zamana ihtiyacı var. Kalbi yaralıyken, insan bazı şeylere hazır hissedemiyor. Onun da bunu anlaması lazım.” Öğleden sonrayı annesiyle birlikte Sabriye Teyze’ler de geçirdi Aslı. Ev taşımalarına yardım ettiler, eşyaların arasında, eski fotoğraf albümlerinin tozlu kokusunu içlerine çekerek zaman geçirdiler. Dışarıdan bakıldığında sıradan bir gündü ama Aslı’nın içinde bir ağırlık vardı. Arda’nın yaralı bakışları, Mert Ali’nin son mesajı ve kendi sakladığı küçük sırları… hepsi üst üste birikmişti. Akşam eve döndüğünde saat dokuza geliyordu. Yorgun bedenini eve bıraktığında, ruhu hâlâ bir telaşın içindeydi. Odasına çekilir çekilmez telefonu ellerinin arasında buldu. Kalbi hızlı hızlı atıyorken parmakları ekranda gezindi. “Öğrenci Aslı’dan asker Mert Ali’ye… orada mısın?” yazdı titreyen ellerle. Mesajın karşıya ulaşmasını, okundu işareti belirmesini, küçük bir mavi tikin umut gibi doğmasını bekledi. Ama cevap gelmedi. Kesin kızmıştı, abisiyle ilgili sorduğu soruya cevap vermediği için… Alt tarafı bir soruyu geçiştirmişti. Ne olmuş yani? “Yok canım,” dedi kendi kendine. “Bir işi vardır, mesajı görmemiştir. Ben de hemen evham yapıyorum…” Kendi kendine söylenirken, kalbinin derininde onu kaybetme korkusunun ağır bastığını hissetti. Mert Ali, en yakın arkadaşının kardeşi olduğunu öğrense ne yapardı? Aslı, ihtimalleri düşününce zoraki yutkundu. Hiç tereddütsüz beni terk ederdi diye geçti aklından. Ama Aslı, Mert Ali’yi seviyordu. Onu kaybetmemek için ne gerekirse her şeyi yapardı. Hemen bir şeyler karalamaya başladı. “Abimi tanıdığını sanmıyorum. Yurt dışında bir turizm firmasında çalışıyor,” yazdı. Yutkundu, parmağı ‘gönder’ tuşuna basarken içi cız etti. Mesajın diğer tarafta yarattığı hissi bilmeden beklemek, belirsizliğin en zor yanıydı. Mert Ali mesajı okudu. Gözleri satırlarda dolaştı ama nedense içi tatmin olmuyordu. Parmağı klavyeye kayarken derin bir nefes aldı: “Bana doğruyu söylediğine inanmak istiyorum Aslı. Madem ki seninle bir ilişkiye başladık, bunun güven üzerine kurulu olmasını isterim. Benim için dürüstlük ve güven çok önemli değerler.” Aslı’nın elleri titredi. “Sana karşı dürüstüm. Lütfen bana inan.” Yazdı. Mert Ali bu defa daha netti. “Seni arayabilir miyim? Söyleyeceklerim çok uzun. Yazmam pek mümkün değil. Mesajla duygu aktarımı olmuyor. Ayrıca sesini duymak istiyorum. Ses tonunu merak ediyorum.” Aslı bir an panikledi. Odasında sağa sola bakındı, aynaya göz attı. Saçları dağınık mıydı, pijaması düzgün müydü? “Olur ama iki dakika sonra ara,” yazdı. Koşup dişlerini fırçaladı, gargara yaptı. Kalbi göğsünden çıkacak gibi atıyordu. Telefon çaldığında açmadan önce öksürüp boğazını temizledi. “Efendim…” dedi. Sesi titremişti. Mert Ali bir an durdu, bu anı hafızasına kazımak istercesine. Nasıl yumuşak ve hoş bir sesti bu… kulaklarını doldurup kalbine işleyen. “Merhaba Aslı,” dedi usulca. “Sesini duymak yazmaktan çok daha iyi geldi. Teşekkür ederim.” Cevap gelmedi. “Yazarken yağdırıyordun ne oldu prenses, dilini mi yuttun?” dedi gülümseyerek. “Şey… biraz utanıyorum.” “Utanmak kadına yakışan bir özellik. Bu iyi bir şey. Açıkçası ben de heyecanlıyım. Uzun zamandır böylesine heyecanlandığımı hatırlamıyorum. Sayende liseli ergenler gibi hissediyorum.” “Ağır abi olmak zor olmalı,” dedi Aslı çekinerek. Mert Ali kahkahayı patlattı. “Aslında hiç zor değil. Zor olan duygularımı dile dökmek. İnan bana şu an benim için hiç kolay değil. Ama duymanı istediğim şeyler var.” “Dinliyorum…” dedi Aslı yavaşça. “Açıkçası senden çok hoşlandım Aslı. Sanki beni tamamlayan parça gibisin, eksik yanım gibisin ve seninle tamamlanacağımı hissediyorum. Ben böyle bir şeyi ilk defa yaşıyorum. Tek düze hayatım seninle anlam, huzur ve neşe kazandı. Öyle ki geleceğe dair hayaller bile kurmaya başladım. Tam ümidimi yitirdiğim bir anda karşıma çıkman bir tesadüf olamaz. Seninle aramızda yalan, sır ve gizem olsun istemiyorum. Sana karşı dürüst olacağım; aynı şekilde sen de bana karşı dürüst ol, tamam mı?” “Tamam…” dedi Aslı, gözleri dolmuştu. “Benim için aile kavramı çok önemli prenses. Ailemi küçük yaşta yitirdim. O nedenle evlenip yuva kurmak en büyük isteğimdi. Bu şekilde özlemini çektiğim şeye kavuşacaktım. Başımdan iki nişanlılık olayı geçti. İkisinde de terk edildim. Beklemek istemediler, o sabrı gösteremediler. Belki ben de fazla ilgili davranamadım, bilmiyorum… uzaktan bir ilişkiyi yürütmek gerçekten kolay değil. bir şeyler eksik kaldı. Demek ki yanlış kişilermiş. O zamanlar üzülmüştüm ama sonra iyi ki de olmamış diye çok şükrettiğim zamanlar oldu.” Duygularını açmak onun için zordu ama bunu yapmalıydı; aralarında sır olsun istemiyordu. İlişkilerini sağlam bir temel üzerine kurmak istiyordu. “Tam yalnızlığımı kabullendiğim bir anda hayatıma bir mesajla girdin. Ben şüpheci bir insanım, seni zorladıysam kusura bakma. Ama güven benim için çok önemli. Hayatım yalnızlıkla geçti... geçiyor. Kolay biri sayılmam, bana katlanabilecek güçlü bir insan olmalı hayatıma girecek olan kişi. İnan bana çok zor bir hayatım var. Ama mesleğime aşığım. Dünyaya bir daha gelsem yine asker olurum. Bunu böyle bil. Asker yolu beklemek zor bir iş. Buna herkesin ruhu da bedeni de dayanmaz. Sen şu an bunların farkında olmayabilirsin. O nedenle sabaha kadar söylediklerimi iyice bir düşünmeni istiyorum, sonra kararını ver. Ona göre bir daha konuşuruz.” Aslı derin bir nefes aldı. Sesindeki titrek tonu saklayamadı. “Düşünecek bir şey yok Mert Ali. Ben bütün bunların farkındayım ve bedeli ne olursa olsun ödemeye hazırım.” “Fazla cesursun…” dedi Mert Ali. Sesinde bir hayranlık vardı ama aynı zamanda bir endişe de gizliydi. “Bence yine de sabaha kadar düşün. Sonrasında kimsenin kalbi kırılmasın. Ben bir yola çıkacaksam, ona göre hazırlığımı yapıp yol arkadaşımdan emin olmak istiyorum. Senin de emin olmanı istiyorum.” Aslı telefonu kulağına yaklaştırırken parmak uçları titriyordu. Karanlık odasında, ince tüllerden süzülen sokak lambasının sarı ışığı altında düşünceleri birbirine dolaşıyordu. Kalbi bir yanda korku, bir yanda umutla çarpıyordu. “Eminim Mert Ali… Ben bugünler için ne kadar bekledim, bilmiyorsun. Neden duygularımdan emin olmadığımı düşünüyorsun?” dedi Aslı, sesi hem kırgın hem de sitemliydi. İçinde, onu anlamaması ihtimalinin doğurduğu bir hüzün vardı. “Yaşın daha küçük,” dedi Mert Ali yavaş, tartarak. “Yolun çok başındasın. Hayat sana şu an toz pembe geliyor olabilir ama inan bana hiç de öyle değil. İnsan büyüdükçe renkler solar, gerçekler daha ağır basar.” Aslı bir an sustu. Dudaklarını birbirine bastırdı. Sonra ani bir itirazla sesini yükseltti. “Bütün bunların farkındayım!” Sözleri odasında yankılandı, sanki kendine de hatırlatıyordu söylediğini. “Ben sana o ilk mesajı yazmadan önce zaten bütün bunları ve daha nicesini düşündüm. Duygularına bir anlık yenik düşen bir kız muamelesi yapma bana. Ben öyle biri değilim.” Mert Ali’nin sesi biraz daha kısıldı. Kalbinin derininde hâlâ kapanmayan yaraları vardı. “Demek istediğim bu değil Aslı… Ben sadece… senin ileride bir gün pişman olmanı istemiyorum. Ben kalbimin bir daha kırılmasını istemiyorum. Ben… bir daha terk edilmeyi kaldıramayabilirim.” Sesinde gizleyemediği bir titreme vardı. Bir askerdi, yeri geldiğinde soğukkanlı olmayı bilirdi ama konu kalbi olduğunda çocuk gibi savunmasız kalıyordu. Yaralı bir yürek duruyordu karşısında. Aslı bunun farkındaydı ve buna rağmen yanında olmak istiyordu. “Sana söz veriyorum,” dedi kararlı bir sesle. “Ne olursa olsun senin için savaşacağım. Umarım sen de öyle yaparsın asker.” Aslı, bir gün Mert Ali kimliğini öğrendiğinde kolayca kabullenmesini diliyordu. Bunun hayalini kuruyor, dualar ediyordu. Mert Ali derin bir nefes aldı. “Ben söz verdim mi, ölümüne giderim,” dedi ağır bir ciddiyetle. Telefonun diğer ucunda kısa bir sessizlik oldu. Kalplerinin çarpışı, sözlerin arasındaki boşluğu dolduruyordu. “Ben de sözümden dönen bir kız değilim,” dedi Aslı, gözleri dolmuştu. “O halde…” dedi Mert Ali, derin bir nefesin ardından. “Bundan böyle benim sevgilimsin. İleri de bir gün de benim eşim olacaksın.” * Aslı’nın kalbi yerinden fırlayacak gibiydi. O an gökyüzü daha mavi, duvarlar daha aydınlık gelmişti ona. “O halde bundan böyle benim sevgilimsin” sözü kulaklarında yankılanıyor, içini kelebeklerle dolduruyordu. Genç kız havalarda uçuyordu. İstediği şeye kavuşmuştu artık. Tek sıkıntı bunu ailesine nasıl söyleyecekti. Özellikle ağabeyinin tepkisinden korkuyordu… Arda’nın kaşlarını çatışını hayal bile edemiyordu. Ama şu an bunları düşünüp strese girmenin zamanı değildi. Henüz nikah masasına oturmuyorlardı ne de olsa. Bu küçük sır, kalbinin bir köşesinde sıcacık saklı kalmalıydı. Mutlulukla gözlerini kapadığında, sabaha kadar huzurlu bir uyku uyudu. Rüyasında, bir elin kendi elini sıkıca tuttuğunu, dalgaların arasında küçük bir teknede birlikte gittiklerini gördü. * Pazar günü kalabalık ve yoğun bir gündü. Kimi evde, kimi Sabriye teyzenin evinde… Evin içinde tamirat sesleri, gülüşmeler ve çay kaşığı tıngırtıları vardı. Babası ve Arda da gelmişti. Ellerine aletleri almış, duvarlara çivi çakıyor, kapı menteşelerini sıkıştırıyorlardı. Evin havası çalışkanlık ve aile sıcaklığıyla dolmuştu. Nasılda samimi sıcak bir ortamdı. Öğle yemeğinden sonra, Aslı kahve pişirmek üzere mutfağa geçti. Kahve kokusu eve yayılmıştı ki Arda’nın telefonu çaldı. Ağzından çıkan ismi duyunca Aslı’nın yüreği hopladı. “Efendim, Mert Ali,” dedi Arda, sesi doğal ama Aslı’nın kulaklarına çarpan her hecesi yüreğini sızlattı. Aslı elinde tuttuğu tepsiyle olduğu yerde donup kaldı. Ayakları kök salmış gibi yere yapışmıştı. Kalbi sanki kaburgalarını parçalayarak dışarı çıkacak gibiydi. “Nasılsın dostum?” dedi Arda. Bir süre karşı tarafı dinledi. “Bıraktığın gibiyim, ne olsun. Bizim bir komşunun tadilat tamirat işleri var, onlara yardımcı oluyoruz. Sen neler yapıyorsun?” sesi biraz yorgun ama içten geliyordu. Keşke Mert Ali’nin neler konuştuğunu duyabilseydi. “Bize gelsene dostum. Annemle babam her seferinde seni soruyorlar.” Aslı’nın o an kulakları uğuldadı. İki sene önce gitmişti onlara Mert Ali. O akşamı hâlâ hatırlıyordu genç adam. Arda’nın anne ve babası onu evlerinin oğlu gibi karşılamış, özellikle Rabia teyze masaya dizdiği yemeklerin hepsinden tatması için ısrar etmişti. “Bunu da ye oğlum, bunun da tadına bak,” diye diye önüne doldurmuştu tabakları. Mert Ali o sofrada gözleri dolu dolu, imrenerek bakmıştı o aile tablosuna. İçinde saklı kalan eksiklikleri hatırlamış tekrar gün yüzüne çıkmıştı. Özlemini çektiği o güzel aile içinde nasılda huzurlu ve mutlu hissetmişti kendini. Mert Ali’nin birden gözünde yemyeşil gözlü küçük bir kız çocuğu belirdi. Masanın köşesinde sessizce oturan arada kaçamak bakışlarla ona bakan bir çift yeşil göz. Onu birine benzetir gibi oldu ama çıkaramadı. Tam dalıp gidecekti ki Arda’nın sesi onu kendine getirdi. “Alo? Mert Ali, orada mısın?” “Sağol dostum şu an işlerim var, başka bir zaman gelirim inşallah.” “Oğlum, her seferinde beni oyalıyorsun. Alt tarafı arabana binip karşıya geçeceksin o kadar. Bak bu defa da gelmezsen evine gelir seni zorla alıkoyarım.” “Çok büyük bir tehditti,” dedi Mert Ali gülerek. “Ciddiyim bak! En kısa zamanda seni bekliyorum.” “Söz vermiyorum, bakarız. Kapatmam gerek, size kolay gelsin.” Telefon kapanınca Rabia Hanım merakla sordu: “Kimdi oğlum?” “Mert Ali, silah arkadaşım.” “Hani bize yemeğe gelen delikanlı mı?” “Evet, tekrar çağırdım ama her seferinde bir bahane uyduruyor.” “Acaba bilmeden bir kusurumuz mu oldu?” dedi Rabia Hanım, kaşlarını çatarak. “Yok anneciğim, aile konusunda biraz hassas. Aslında anlatmıştım ya, ailesini küçük yaşta trafik kazasında kaybetmiş. Birkaç yıl teyzesinde kaldıktan sonra yurtlarda büyümüş. Çok temiz, sağlam bir adamdır. Cephede defalarca hayatımı kurtardı.” Rabia Hanım ellerini açtı, gözleri dolarak dua etti: “Allah razı olsun ondan. Rabbim seni de onu da bütün vatan evlatlarını kazadan beladan, her türlü kötülükten korusun yavrum.” “Sen çağır oğlum. Gelse de gelmese de çağır. Elbet bir gün gelecek.” Diye araya girdi babası. Arda’nın bakışları hala ayakta dikilen kardeşini buldu. Elinde tepsi şok olmuş bir şekilde öylece bekliyordu. “Kızım kahveler soğudu. Otobüs mü bekliyorsun orada?” “Ay dalmışım öyle.” Kahveleri dağıtırken Aslı içinden dua ediyordu “Mert Ali’nin bize geleceği o gün inşallah yakın bir zamanda olmaz…” * Pazartesi sabahı… Mutlulukla uyanıp yatağında gerindi. Bu defa annesinden önce kalkmıştı. Mutfağa girdi, çayı ocağa koydu, kendine tost hazırlarken bir yandan kahvaltı masasını hazırlamaya başladı. Yarım saat sonra Rabia Hanım uyanıp mutfağa girdiğinde gözlerine inanamadı. “Kızım, hayırdır?” “Günaydın anneciğim,” dedi Aslı gülümseyerek. “Sana sürpriz yapmak istedim. Allah razı olsun, bıkmadan usanmadan her gün kalkıyorsun. Bundan sonra haftanın iki günü kahvaltı olayı bende.” Rabia Hanım’ın gözleri doldu. “Ah benim düşünceli kuzum, yok annem, sen yat uyu. Uykunu alman lazım. Ben seve seve hazırlıyorum. Şurada iki ayın kaldı, sonrasında Allah Kerim.” Aslı kıkırdayarak annesine takıldı. “Böyle diye diye beni tembelliğe alıştırıyorsun. Senin yüzünden iş bilmez bir kız olup çıkacağım. Sonra da ‘anası buna bir şey öğretmemiş’ diyecekler.” “Ne münasebet! Benim kızım evlenmeyecek ki, o okuyup doktor olacak.” “Beynimi yıkamaya çalışma anneciğim, başarılı olamayacaksın. Hem okurum, hem çalışırım, hem evlenirim.” “Yok daha neler! Sen daha küçüksün, ne evlenmesi kız, ağzını hayra aç. Aman Allah korusun.” “Hemen şimdi demiyorum ki… Vakti gelince evleneceğim işte.” Rabia Hanım’ın sesi çatallaştı. “Seni nasıl gelin edeceğiz hiç bilmiyorum. Düşündükçe tansiyonum fırlıyor. Ağabeyinin yokluğunda sana çok bağlandık vallahi, kimselere veresim yok seni kızım.” Aslı fırsatı bulmuşken şakacı bir edayla sordu. “Eli yüzü düzgün, sağlam karakterli bir adama da mı vermezsin? Belki abim gibi asker olur. Güzel olmaz mı?” Rabia Hanım’ın yüzü birden asıldı. “Ay Allah yazdıysa bozsun! Benim yüreğim zaten yanıyor. Bir de seni yalnız başına düşünemem. Asker hiç olmaz Aslı, sil bunu kafandan kızım. Bak sana söylüyorum çöpçü bile olur hiç değilse sabah gider akşam evine gelir karısının başında olur. Ama asker asla olmaz.” “Ne alaka anne ya? Gönül bu yani. Kader diye bir şey var. Belki kaderimde bir askerle evlenmek vardır.” “İnsan kaderini kendi yazar. Şimdiden askerle evlenmeyeceğim diye karar verirsin ve ona göre tercihler yaparsın. Aklını kullan güzel kızım. Görüyorsun abinin halini. İnat etti asker olacağım diye. Her gidişinde yüreğimize kor düşürüyor. Ondan haber alamadığımızda ne kadar gözyaşı döktüğümüzü ne çabuk unuttun? Bak, Pınar’a… Sözde seviyordu ama yalan oldu her şey. Mesafe, aşka çok büyük engeldir. Annem demişti dersin sonra.” Aslı dudaklarını büküp konuyu kapattı: “Neyse, kapatalım bu konuyu. Neşem bozulmasın.” Rabia Hanım kaşlarını kaldırdı. “İşime gelmedi demiyorsun da, konuyu kapatalım diyorsun.” Aslı gülerek annesine sarıldı, iki yanağından öptü. “Canım annem… Seni çok seviyorum.” Rabia Hanımın gözleri parladı, “Güzel kızım benim,” dedi titrek bir sesle.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD