“Bahaneler.”

1136 Words
2012, Kayalar mahallesinde sıradan bir gündü. Yazın son günlerine yaklaşırken, mahalledeki kadınlar kışlık yapmaya girişmişti. Bir curcuna havası vardı. Meryem Hanım, alnındaki teri silip kavanozlara domatesi doldururken yokuştan koştura koştura Yusuf geldi. "Meryem...abla...Meryem Abla." dedi nefes nefese. "Ne oldu Yusuf?" dedi Meryem Hanım merakla. "Güneş düştü!" dediğinde Meryem Hanım hızlıca ayağa kalktı. "Bir şeyi var mı?!" "Kolunu kırdı galiba." dedi Yusuf dudaklarını ısırarak. Meryem Hanım panik içinde yokuşu koşarken, elma ağacının dibinde ağlayan Güneş'i, onu neşelendirmeye çalışan arkadaşlarını gördü. Alperen, Güneş'in ıslak yanaklarını silerek "Ağlama Güneş, bir şey olmamıştır." dediğinde Güneş daha çok ağlıyordu. “Artık kolum yok benim! Hep senin yüzünden oldu!" diyerek yanındaki Enes'e tekme attı. Enes gerileyip popo üstü düşerken Güneş ağlamaya, tabiri caizse zırlamaya devam etti. "Bana kolunu vereceksin!" Enes korkuyla kolunu tuttu. "Hayır. Vermem sana hiçbir şey!" "Alacağım işte senden!" dedi Güneş. Meryem Hanım, kızının her zamanki halini fark edince içine su serpilmişti. Yanına gidip diz çöktüğü sırada Enes, Güneş'in dediklerini ciddiye almış olacak ki ayağa kalkmış ağlayarak annesinin eteklerine koşmuştu. Nasıl mı? "Anne kolumu kimseye verme! Bir daha yaramazlık yapmayacağım söz veriyorum." diyerek. - Kırık ayağım ile herkese merhaba! Evet, beni apar topar hastaneye getirmişlerdi. Ben acıdan deli gibi kıvranırken vurdukları sakinleştirici ile biraz daha iyi olsam da işe yaradığı söylenemezdi. İlk önce röntgen çekmişlerdi, emin olmak adına. Ama ben emindim! O kırık acısını yaşayan bilir... Hastane yatağında öylece yatıyordum. Alperen başımdan bir dakika bile ayrılmamıştı. Tabii benim kolunu mengene gibi sarıp ‘hiçbir yere gitmemesini’ isteyip yüz bin kere tembih ettikten sonra… “Sana inanamıyorum Güneş. Sen neyine güvendinde bizim aramıza girmeye çalışıyorsun hala aklım almıyor!” Söyleniyordu. Gerçekten sabahtan beri başımın etini yiyordu! Ağlamaklı bir ses çıkardım. “Ayrıca o it oğlu itin nesini koruyup duruyorsun?” hala devam ediyordu. “Bu da sana ders olsun, bir daha kavgaya bodoslama dalmaman gerektiğini anlamışsındır.” Hala. “Yeter artık sus, sus, sus!” diye bağırdığımda ters ters suratıma bakarken odanın bir ucundaki Enes kahkaha patlattı. “Bende ne zamana kadar sabredecek diye merak ediyordum. Ulan sende de ne çene varmış be..” diye Alperen’e güldüğünde Alperen gözlerini devirdi. “Ne var? Dediğim her şey doğru.” diyerek kendini savundu Alperen. “Ayağım kırılmamış gibi sabahtan beri seni çekiyorum!” diye çemkirince yüzünü buruşturdu. “Henüz ayağının kırılıp kırılmadığı belli değil.” dedi Burcu sakince. Koltuğun bir köşesine oturmuş bacak bacak üstüne atmış bir şekilde orada oturuyordu. “Sen dedin. Kırıldı dedin.” dedim ağlamaklı bir sesle. “Sadece tahmin.” diyerek kestirip attığı sırada odanın kapısı açıldı ve içeri doktor girdi. Şimdi öğrenecektim. “Güneş Zarif.” “Evet?” dedim. “Ayağında kırık var..” tamam bundan sonrasını duymama çok gerek yoktu. Resmen ayağım kırılmıştı. Kim bilir ne zaman iyileşirdi. “…Kısacası birkaç ay içinde fizik tedavi desteği ile eskisinden iyi hale gelebilirsin. Sadece 2 hafta kadar alçıda kalması gerekiyor.” İmdat! Hıçkırdım. Doktor geçmiş olsun diyerek odadan ayrıldı. “Gidelim.” dedi Alperen. Nereye? “Sana bakacak birileri var mı? Arayalım.” dediğinde Burcu, Enes’in Burcu’yı dürttüğünü gördüm. Bu halde bile beni başından savmaya çalışıyordu demek? Hem de ben, onlar yüzünden bu haldayken? “Yok.” diye kestirip attım. “Annene haber ver o zaman, gelip baksın sana.” dedi bu sefer. Yavuz, “Burcu.” diye uyarırken güldüm. “Hayır.” dedim. “Bana bakacak birileri var zaten.” Burcu kaşlarını merakla kaldırırken “Az önce yok diyordun?” dedi. “Tamam, fikrimi değiştirdim. Şu an var.” dedim ve hepsine tek tek bakıp sırıtarak “Siz.” dedim. “Ayağım kırıldıysa sizin yüzünüzden kırıldı, bana bakacaksınız.” Burcu güldü ama sinirli bir gülüştü. Enes hemen atıldı. “Haklı. Kavgayı ayırmaya çalışırken oldu, ayağı kırık nereye gönderelim Burcu?” dedi. Burcu, “Yıldıray’ın kucağında gelirken bize sormadı, eminim kendisi başka bir yol bulur.” deyince kaşlarımı çattım. “Ne demek istiyorsun sen?” “Ne demek istediği-“ Alperen araya girdi. “Hoop hop. Burcu dışarı çık.” dedi sert ses tonuyla. Burcu dişlerini sıkarak Alperen’e baktı ve başını iki yana sallayıp sertçe kapıyı çarparak odadan ayrıldı. Sinirle Alperen’in yüzüne bakarken “Kötü bir şey demek istemedi. Kendince nedenleri var.” diyerek açıklama yapmaya çalıştı ama hala aynı ifadeyle baktığımı fark ettiğinde “Gerçekten.” dedi. “Burcu kötü biri değil.” “Neyse ne.” dedim umursamayarak. “Bana bakacaksınız.” deyip omuz silktiğimde alttan alttan gülümsediğini fark ettim. “Mecbur.” bundan hiç memnun değilmiş gibi burnunu kırıştırdı. Enes, “Doğru söyle kız. Evde kalabilmek için bahane miydi bu?” diye sırttığında Yavuz gözlerini irileştirdi. “Küçücük bedeninle şu ayıların kavgasını ayırmaya çalışmandan anlamalıydık.” dediğinde güldüm. Beni kendi aralarında neşelendirmeye çalışırlarken Alperen gözlerini devirdi. “Sanki sen yumruk atmadın kardeşim.” “Yok la.” dedi Yavuz sırıta sırıta. “İki okşadım yanağını, drama yarattı piç herif, bir baktım bayılmış.” İki yanağını okşamak? Yıldıray diye birisi yok artık. Alperen kafasını yana yatırıp kütletti. “Şu konuya da çare bulalım. İt bizi oyuna getirdi.” dediğinde Yavuz bir şeyi hatırlamış gibi ilk önce yüzünü buruşturdu daha sonra küfür etti. “Ne oyunu?” diye sordum. Duymazdan geldiler. Gözlerimi devirip sevimlice gülümsedim ve kollarımı kaldırarak sordum. “Ee, beni kim taşıyacak?” * Eve gelmiştik. Defalarca kovulduğum eve. Bir dediğim iki edilmezken bu işten iyice zevk almaya başlamıştım. Rüya koltuğun bir ucundan benden defalarca kez özür dilemiş, ‘kavgadan korktuğu için’ kaçtığını söylemişti. Bu bende soru işaretleri oluşturmuştu. Artık tehlikeli olduklarına emin olduğum bu grupta, Rüya’nın varlığı kendini sorgulatıyordu. “Efendim, beğendiniz mi?” dedi Enes tip tip suratıma bakarak. Getirdiği kahvemden bir yudum alıp “Hmm.” dedim. “İdare eder, oturabilirsin.” diyerek yanımı gösterince ‘sonunda’ der gibi nefesini üfleyip oturdu. “Alperen!” diye bağırdım. “Ne var?” diye karşılı şu k verdi. Ne kadar da sevgi dolu! “Yemek hazır mı?” Alperen elindeki tahta kaşıkla mutfaktan çıktığında süzdüm onu. Siyah tişörtü ve gri şortu üzerindeydi. Mutfak önlüğü takıyordu. Çilekli mutfak önlüğü. “Bir kez daha o çeneni açarsan yemek yiyemeyeceksin.” deyince ellerimi havaya kaldırdım. “Normalde kendi yemeğimi kendim yapabilirdim tamam mı?!” diye çıkıştım ve ayağımı gösterdim. Bir güzel alçıya almışlardı ve desteklemesi için Yavuz, ayağımın altına yastık koymuştu. “Ama yapabiliyor muyum?” tek kaşımı kaldırdım. “Hayır. Neden?” işaret parmağımla Alperen’i gösterdim. “Senin yüzünden.” Alperen sabır çekti. “Gerçekten de hiç değişmemişsin. Hala ömür törpüsü gibisin Güneş!” diye bağırdı tekrardan mutfağa girip. Burcu’yu koltuğun bir ucunda görünce dikkatim ona kaydı. O da beni dikkatle izliyor olacak ki ona baktığımı fark edip “Sakın.” dedi ve devam etti. “Ben diğerleri gibi sakin davranmam.” Bakışlarımı kaçırdım. “Bir şey demeyecektim zaten…” diye mırıldanırken ilk kez alttan sırıttığını fark ettim. Neyse, buzlar kraliçesi ilk kez gülümsemişti. Kırık ayağıma baktım. Bundan sonra ne olacağını bilmiyordum ama burada kalmamın bileti, kırık ayağımdı. Ve bu süreyi mantıklı bir şekilde değerlendirmek zorundaydım.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD