“Bıçak.”

1247 Words
Salonun ortasında yere serilmiş büyükçe bir battaniyenin etrafında altı kişi toplanmıştık. Ortada koca bir UNO destesi, etrafta da boş cips kaseleri duruyordu. Sözde oyun oynuyorduk ama hepimiz deli gibi hırslandığı için birbirimizi öldürecektik neredeyse. "Tamam, sıra bende!" diye bağırdı Rüya, elindeki kartları zafer edasıyla havaya kaldırarak. "Kesin +4 atacak," dedi Enes, gözlerini kısarak. "Bakın görün, hep bana geliyor bu kötülük." Rüya’nın kahkahası odada yankılandı. Gerçekten de elindeki kartı büyük bir ciddiyetle masaya bıraktı: +4. Enes başını iki yana salladı. "Benimle kişisel bir alıp veremediğin var mı?" diye sordu dramatik bir sesle. Abartmayı da çok seviyordu! "Yok ama suratın çok eğlenceli oluyor," dedi Rüya, gülmekten gözünden yaş gelerek. Burcu araya girdi. "Hadi, o dört kartı çek bakalım, yoksa kurallar gereği şarkı söylemek zorundasın." "Böyle bir kural yoktu ki!" "Şimdi var," dedi Burcu, kart destesini Enes’in önüne iterek. O sırada Yavuz elindeki tek kartı gösterip bağırdı: "UNO!" "HAYIR!" diye aynı anda üç ses yükseldi. Alperen hızla masaya atıldı, son anda ters çevir kartını koydu. Yavuz’un sevinci anında yüzünden silindi. "Sen ciddi misin ya?" diye inledi. "Kurallar kuraldır kardeşim," dedi Alperen, kahkahasını yutarak. Ben ise olanları kenardan izleyip kıkırdadım. Sinsi sinsi hamlemi yapmak için izliyordum. “Ben hiçbir şey yapmadım ama sanırım yine ben kazanacağım." "Sende son iki eldir hep böyle sessiz sessiz ilerliyorsun, sonra bir bakmışız oyunu almışsın," diye homurdandı Enes. "Bu haksızlık!" Oyun ilerledikçe odadaki hava kahkahalarla doldu. Birinin eli kazara cips kasesine çarpıyor, diğeri kartları yanlışlıkla ters tutuyor, sürekli yeni 'ev yapımı kurallar' ekleniyordu. Akşam olduğu için yemeklerimizi yemiş bir kenara geçmiştik. Ortamda bir ölüm sessizliği vardı ve rahatsız edici olduğu kesindi. Bu sessizliği ise Rüya bozmuş, UNO oynama fikri ortaya atmıştı. Enes eline dört kart ekleyip homurdandı. "Yemin ederim bu oyunda lanetlenmişim. Hep +4 bana geliyor!" "Belki de evrenden sana bir mesaj geliyordur," dedi Rüya sırıtarak. "Evet, mesaj şu: arkadaş grubumu değiştirmeliyim." Yavuz sırıttı. "Değiştir hadi, ama söyleyeyim, yeni arkadaş grubun seni kesinlikle bu kadar rezil etmez." dedi gülmeye devam ederek. "Teşekkürler Yavuz, çok destek oldun." Burcu hâlâ hırsla kartlarını karıştırıyordu. "Ben neredeyse kazanıyordum! Alperen yüzünden elimde hâlâ beş kart var. Alperen omuz silkti. "Ne yapayım? Savunma refleksi. Senin kazanmanı izlemek bana ağır gelir." "Yani kıskançlıktan yaptın!" "Yok canım, sadece geleneksel olarak seni sabote etmekten keyif alıyorum." dedi sırıta sırıta. Kardeş gibilerdi. Elimi çenemin altına koyup iç çektim. Ben yokken çok şey değişmişti. Onlar arkadaştan öte kardeş gibiydi ve bu deli gibi belliydi. Araya girdim. "Benim bu oyunda kimseyle kavga etmeme gerek yok. Siz kendi kendinizi yok ediyorsunuz.” "Yok artık," dedi Enes, kaşlarını kaldırarak. "Senin bu sessiz sinsiliğin hepimizi delirtiyor." "Sinsi mi? Ben sadece stratejik oynuyorum." "Senin stratejin susmak ve doğru anı beklemek." Sırıttım. Tüh! Çabuk yakalandım ya. "Ve işe yarıyor," dedim, gururla elimdeki iki kartı göstererek. O sırada Rüya’nın yüzünde şeytani bir gülümseme belirdi. "Hadi bakalım, renk kırmızı olsun." Enes irkildi. "Hayır, sakın kırmızı deme!" "Artık çok geç." Enes nefesini tuttu, sonra eline baktı ve çığlık attı: "Beş tane kırmızı kartım varmış! Allahım bu nasıl lanet?" "Enes," dedi Rüya gözlerinden yaş silerek, "sen bu oyunun ana karakterisin. Biz sadece figüranız." Enes kollarını kavuşturdu. "O zaman bari bana mutlu bir son yazın." Ama o sırada ben elimdeki son kartı bıraktım. "Üzgünüm Enes, mutlu son bana nasip oldu." Ve herkes bir ağızdan bağırdı: "YİNE GÜNEŞ KAZANDI!" Güldüm. Ne yapayım? Aşırı zekiydim. Alperen’e bir telefon geldiğinde gördüğü isim ile gülen yüzü soldu. Hızlıca dışarı çıktığında herkes merakla arkasından baktı. Birkaç dakika sonra içeri girdiğimde yüz ifadesi buz giydi. Diğerlerine tek tek bakıp ceketini hızlıca kapatırken diğerlerine göz gezdirdi. “Sorun ne?” diye sordu Yavuz. “Halef.” dedi Alperen. Sanki hepsi anlaşmış gibi ayaklandılar. Burcu sessizdi; bakışları buz gibi, düşüncelerini gizlemek için yüzüne maskesini çoktan takmıştı. Buzlar Kraliçesine dönmüştü. Rüya ve Enes daha telaşlıydı, ikisi de aynı anda konuşmaya çalışıyor, birbirlerinin sözünü kesiyorlardı. Yavuz ise direkt Alperen’in yanında yer almıştı bile. Birden neler oluyordu? "Dışarı çıkmamız lazım," dedi Burcu, donuk sesiyle. "Onlar bizi bekletmez." "Evet ama..." Alperen'in bakışları, kanepenin üzerinde bacağı alçıya sarılı halde oturan bana kaydı. "O yalnız kalacak.” Ne olduğunu anlamadım, neden yalnız kalacaktım ki zaten? “Nereye?” “Kısa bir işimiz var.” dedi Alperen kestirip atar gibi. Gözlerimi devirdim. Ama ne?! "Yine gizemli gizemli konuşmaya başladınız. Ne güzel oynuyorduk işte…” Burcu yine laf atmak için araya gireceği sırada Enes sözünü kesti. "Anlatırız gelince, hem uzun sürmez. Bir iki saat içinde döneriz." Alperen içten içe dişlerini sıktı. "Biz yine de emin olalım." dedi, sanki herkese sesleniyormuş gibi ama aslında tek bakışla bana yönelmişti. "Kapıları kilitli, perdele çekili olacak. Kimseye güvenme. Telefona hemen cevap ver.” Kaşlarımı çattım. Onun sesindeki gerginliği fark ettim ama üzerine gitmemeye karar verdim. Evet, arada sırada bende anlayışlı olabiliyordum. Yavuz, ellerini çırptı. "Çok uzatmayalım. Her saniye önemli." Dakikalar sonra kapı kapanıp sessizlik çöktüğünde evde yalnız kaldım. Evin içinde alışılmadık bir huzursuzluk vardı. Normalde televizyonu açar ya da telefonumla oyalanırdım ama bu kez içimi saran tedirginlik geçmek bilmedi. Bir süre sonra dış kapıdan hafif bir gıcırtı duydum. Başımı çevirdim, kulak kesildim. Rüzgardır, değil mi? Kapı açacak güçte mi?! Komşular? Bu izbe yer, çok affedersiniz ama üç harfli gibiydi ve bu nemrut suratlılarla kimse komuşuluk etmezdi. Gürültü tekrar etti. Ağır, temkinli ayak seslerini duyabiliyordum. Ayağıma baktım. Tam da kırılacak zamandaydın değil mi?! Alperen’in de tedirginliğini hatırlayınca beni bir fenalık bastı! Zorlanarak ayağa kalktım ve sakin ama bir o kadar da telaşlı adımlarla mutfağa giderek tezgâhın üzerinde duran ekmek bıçağını aldım. Ellerimin titrediğini hissediyordum. Koridordan gelen gölgeyi görünce nefesim kesildi. Bir adamdı; kapüşonlu, yüzünü gölgeleyen biri. Yavaş adımlarla salona doğru yaklaşıyordu. Elinde parlayan bir şey vardı: bıçak. Boğazımda düğümlenen çığlığı bastırmaya çalıştı. Sessizce geri çekildim ama ayağıma yük binince acıyla inledim. Tam benim yapabileceğim bir salaklıktı! Adamın başı birden bana doğru çevrildi. Göz göze geldik. “Sen... sensin demek," dedi adam alaycı bir sesle. "Onlar seni bırakıp gittiler." Kimdi lan bu?! Ve benimle derdi neydi? Bıçağı daha sıkı kavradım. “Yaklaşma!" diye bağırdım, sesim düşündüğümden daha gür çıkmıştı. Bu manyaktan kurtulmamın bir yolunu bulmalıydım! Adam gülümsedi, birkaç adım daha attı. "Korkma. İşim uzun sürmez." Bir anda telefonumu almayı düşündüm ama salonda kalmıştı. Kaçma şansım yoktu. Zihnimde Alperen'in az önceki sözleri yankılandı: Kimseye güvenme. Kapıları kilitli tut. Ama kapılar kilitliydi... adam nasıl girmişti? Adam saldırıya hazırlanır gibi bıçağını kaldırdığında, tüm gücüyle masadaki meyvelerden birini fırlattım. Meyveler, adamın koluna çarpıp durunca dengesini kaybetti, ama tamamen durmadı. Hemen toparlanıp ileri atıldı. Hemen elimdeki bıçağı savurdum. Bıçak havada parladı, adam geri sıçradı. "Demek savaşmak istiyorsun," dedi hırlayarak. Tam o sırada evin kapısının gürültüyle açıldığını duydum. Gözlerim parladı, geri dönmüşlerdi! Adam ise panikle arkasına baktı. İlk gelen Alperen'di. Öfkeyle gözleri alev alev yanıyordu. "Sana demiştim!" diye kükredi, hızla adama yönelerek üzerine atıldı. Enes ve Yavuz hemen ardından koştu. Adam kaçmaya çalıştı ama Burcu, soğukkanlı bir şekilde önüne geçti. Yüzünde tek bir mimik yoktu. “Yanlış eve eve geldin.” dedi buz gibi sesiyle. Adam kıstırılmıştı. Rüya, benim yanına koştu, nefes nefese elimi tuttu. "İyi misin? Yaralandın mı?" “İyiyim," dedim, az daha hiç tanımadığım bir manyak tarafından öldürülecek olmamı hiçe sayarak. "Ama az kalsın..." Alperen, adamı yere yatırıp kolunu bükerek etkisiz hale getirdi. Yavuz sertçe bastırdı, Enes bıçağı odanın bir ucuna tekmeledi. Burcu, hiçbir şey olmamış gibi cebinden telefonunu çıkarıp birilerini aramaya başladı. "Sen nasılsın?" diye sordu Alperen, başını kaldırıp bana bakarken. Sesinde öfke vardı ama endişesi daha baskındı. “Bir manyak tarafından bıçakla korkutulmam dışında çok iyiyim! Hem bu kim ve benden ne istiyor ve siz nereye gittiniz?” - Kimse cevap veremedi. Çünkü asıl sorun, düşman çetenin planı tam anlamıyla başarılı olmuştu: onları evden uzaklaştırmış, Güneş’i hedef yapmışlardı. Ve bu, sadece başlangıçtı.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD