Gece sona ermemişti. Orman hâlâ savaşın izlerini taşıyordu; devrilmiş ağaçların gövdeleri, toprağa karışmış kan kokusu ve sessizliğin arasına karışan tek tük iniltiler… Elena dizlerinin üzerinde oturmuş, hâlâ titreyen ellerine bakıyordu. Parmaklarının arasında biraz önce ışığın bıraktığı izler vardı; sanki derisinin altına işlemiş, damarlarında dolaşan kanın bir parçası olmuştu. Her nefeste göğsünün içinde büyüyen bir ateş hissediyordu.
Arden birkaç adım ötede dikiliyordu. Vücudu yaralarla kaplıydı ama ayakta kalmaya çalışıyordu. Ona baktığında Elena, onun sadece kurt sürüsünün lideri değil, aynı zamanda lanetin ağırlığını sırtlayan bir adam olduğunu görebiliyordu. Altın rengi gözleri hâlâ parlıyordu; öfke, kararlılık ve biraz da korku gizleniyordu o bakışlarda.
“Elena,” dedi Arden, derin ve kısık bir sesle. “Burada daha fazla kalamayız. Onlar geri dönecek. Ve senin gücün… herkesi buraya çeker.”
Elena başını kaldırdı, sesi fısıltıdan biraz fazlaydı. “Ne oluyor bana? Bu ışık… bu şey… ben ne yapıyorum?”
Arden yaklaşarak önünde durdu. Üzerindeki kan kokusu Elena’yı rahatsız etse de garip bir şekilde onun varlığına ihtiyaç duyduğunu hissetti. Arden eğildi, yüzünü ona yaklaştırdı.
“Bu, sıradan bir gücün ötesinde. Sen… bu lanetin tam kalbisin.”
Elena’nın boğazı düğümlendi. “Ama ben bir hiçim. Babam beni hep korumaya çalıştı, bana hiçbir şey anlatmadı. Bütün bunların içinde ben ne yapabilirim ki?”
Arden’in çenesi kasıldı. “Baban seni korumaya çalıştı, evet. Ama senden gerçeği sakladı. Ve gerçek… senin damarlarında gizli.”
Elena gözlerini kapattı, hıçkırıklar boğazına düğümlendi. İçinde hissettiği bu güç ona ait değilmiş gibi geliyordu. Onu ele geçirmeye çalışan, kendisine yabancı bir varlık gibiydi. Ama aynı zamanda bırakmak da istemiyordu. Çünkü o ışık sayesinde hayatta kalmışlardı.
“Ben… istemiyorum,” dedi, gözyaşları yanaklarına süzülürken. “Böyle bir şey istemiyorum.”
Arden’in elleri omuzlarına kapandı, bakışları sertleşti. “Ama sana sorulmuyor, Elena. Bu kaderini sen seçmedin, ben de seçmedim. Ama ikimiz de ona mahkûmuz.”
Aralarındaki yakınlık dayanılmaz bir hâle gelmişti. Elena onun nefesini hissedebiliyordu; vahşi, yorgun ama aynı zamanda garip bir şekilde huzur veren bir nefesti bu. Gözlerini ondan kaçırmaya çalıştı ama başaramadı. İçinde büyüyen korkuyla beraber, kalbine sızan o yasak çekim daha da güçleniyordu.
Birden Arden geri çekildi, derin bir nefes aldı. “Buradan gitmeliyiz. Sürümün sınırlarına ulaşmamız gerek. Orada biraz olsun güvenli oluruz.”
Elena istemsizce başını salladı. Ayağa kalktığında bacakları hâlâ titriyordu ama yürümek zorunda olduğunu biliyordu. Arden önden gitti, Elena da arkasından. Sessizlik arasında yalnızca yaprakların hışırtısı ve uzaklarda yankılanan kurt ulumaları vardı.
Yürürlerken Elena, Arden’in sırtına baktı. O koca, güçlü bedenin ardında ne kadar yük taşıdığını fark etti. Bir alfa olmak demek, sadece savaşmak değil, aynı zamanda laneti sürüklemekti. İçinde bir merak kabardı.
“Arden…” diye seslendi kısık bir sesle.
Adam durdu, başını hafifçe çevirdi. “Ne?”
“Elimdeki güç… neden bende? Sen ‘lanetin anahtarı’ dedin. Bu ne demek?”
Arden yürümeyi bıraktı, derin bir nefes alarak yüzünü göğe kaldırdı. Ay bulutların ardına gizlenmişti ama gökyüzü hâlâ gümüş rengindeydi. Sonra Elena’ya döndü, gözlerinde gizlediği bir acıyla.
“Yıllar önce,” diye başladı, sesi ağırdı, “atalarımız arasında bir anlaşma yapıldı. Kurt sürüleri ile insan soyunu bağlayan eski bir yemin… Ama o yemin bozuldu. Bir ihanet, hepimizi lanetin zincirlerine bağladı. O günden sonra kurtlar kanla beslendi, insanlar ise korkuyla. Ve bu laneti kıracak tek şey… kan ve ışığın birleşmesi oldu.”
Elena’nın kalbi hızlandı. “Kan ve ışık…” diye tekrar etti, kendi kendine fısıldar gibi.
“Evet,” dedi Arden. “Kan bizden, ışık… senden. Senin soyunun damarlarında gizli olan şey, bu lanetin çözülmesinin anahtarı. Ama aynı zamanda… bizi tamamen yok edebilecek tek güç de sensin.”
Elena geri adım attı. “Hayır… hayır bu doğru olamaz. Ben kimseye zarar vermek istemem. Böyle bir şey olamaz.”
Arden’in yüzü gölgelerin içinde daha da sertleşti. “Ama olacak, Elena. İstesen de istemesen de. Çünkü düşmanlar bunun farkında. Onlar seni ele geçirmek istiyor. Senin ışığını kendi karanlıklarına katmak istiyorlar.”
Elena’nın gözleri büyüdü. “Ya başarabilirlerse?”
Arden yaklaşarak yüzünü ona yaklaştırdı. Sesinde hem öfke hem de yemin vardı. “O zaman dünya karanlığa gömülür. Ve ben… senin düşmene izin vermeyeceğim.”
O an Elena’nın içi ürperdi. Bu sözler, bir alfanın yemininden çok daha fazlasıydı. Bu, kaderin zincirlerine vurulmuş iki ruhun birbirine bağlandığının işaretiydi.
Tam o sırada, ormanın derinliklerinden gelen yeni bir uluma, düşüncelerini böldü. Arden’in gözleri anında değişti, kasları gerildi. “Çabuk, buraya geliyorlar.”
Elena nefesini tuttu, gözlerinde korku büyüdü. Ama bu kez korkunun yanında başka bir şey daha vardı: İçinde giderek kabaran güç, ışık tekrar parmak uçlarında kıvılcımlanıyordu.
Arden onun elini yakaladı, sıcacık avuçları Elena’nın titreyen parmaklarını sardı. “Kontrol etmeyi öğrenmek zorundasın. Yoksa seni ele geçirirler.”
Elena gözlerini kapadı, derin bir nefes aldı. İçindeki ışık, onun iradesine cevap verir gibi titredi. Bu kez korkudan değil, kendi isteğiyle çağırmaya çalışıyordu.
Arden bakışlarını karanlığa çevirdi, sesi bu kez daha yumuşaktı. “Korkma. Ben buradayım.”
Uzaklarda yaprakların hışırtısı duyuldu. Toprak sarsıldı, gölgeler hareketlendi. Düşmanlar yaklaşıyordu. Elena gözlerini açtığında, ışık artık sadece parmaklarında değil, gözlerinin içinde de parlıyordu.
Ve o an anladı: Bu savaş artık kaçamayacağı bir kaderdi.
Elena, Arden’in gözlerinin içine baktığında, orada hem karanlığı hem de ışığı gördü. Onun gözlerinde savaşın acımasızlığıyla birlikte, kendisine yönelmiş tarifsiz bir sahiplenme vardı. Bir an için etraflarındaki uğultu kayboldu, sadece ikisinin nefesi duyuldu. Ama bu anın kırılganlığı uzun sürmedi. Düşman alfaların lideri bir kez daha uludu, yankısı ormanın her köşesine yayıldı.
Elena’nın bedeninden yayılan ışık kontrolsüz bir şekilde kabarmaya başladı; kolları titriyor, ayaklarının altındaki toprak çatlıyordu. Kalbinin derinliklerinde, hiç bilmediği ama ona ait olan bir güç uyanıyordu. Arden elini uzatıp onun parmaklarını kavradığında, aralarındaki bağ öyle bir kıvılcım yarattı ki, gökyüzü bir anlığına şimşekle yarıldı.
Elena, bu bağın artık sadece kaderin bir oyunu değil, kanla yazılmış bir yemin olduğunu hissetti. Ama bunun bedelinin ne olacağını, henüz bilmiyordu…