BÖLÜM 13- ALFA'NIN UYANIŞI

1168 Words
Orman sessizdi. Fakat bu sessizlik, huzurun değil fırtınanın öncesindendi. Elena, gözlerini kapattığında kalbinden yükselen uğultuyu duyabiliyordu. Bu bir ses değil, bir çağrıydı —toprak, rüzgâr, ağaçlar ve gökyüzü onunla konuşuyordu artık. Her nefeste ormanın damarlarında akan güçle bütünleşiyordu. Arden bir adım geriden onu izliyordu. Kızın çevresinde hava titriyordu, rüzgâr saçlarını kaldırıyor, toprağın üzerindeki yapraklar onun etrafında dönüyordu. Bu manzara, büyüleyici olduğu kadar korkutucuydu. “Elena… durmalısın,” dedi alçak bir sesle. “Bu güç sana ait değil. Seni ele geçirecek.” Elena gözlerini açtı. Gözbebekleri kırmızıyla sarı arasında gidip geliyordu. “Hayır, Arden. Bu güç benim içimde doğdu. Beni ele geçirmiyor… beni hatırlatıyor.” “Ne demek bu?” “Elena artık sadece bir isim değil,” dedi, dudaklarının kenarında soğuk bir gülümsemeyle. “O Alfa’nın yankısı.” Birden ormanın derinliklerinden bir uğultu yükseldi. Yüzlerce kurdun ayak sesleri, toprağın kalbinde yankılandı. Gözleri parlayan siluetler karanlığın içinden beliriyordu —gölgelerden doğan kurtlar, farklı renklerde, farklı güçlerle ama aynı hiza içinde hareket ediyorlardı. Arden nefesini tuttu. “Bu imkânsız…” Elena adım adım ileri çıktı. “Beni izliyorlar, çünkü beni tanıyorlar.” En öndeki kurt diz çöktü. Gözleri Elena’nınkilerle aynı renkte parlıyordu. Onu selamlar gibi başını eğdi. Ardından diğerleri de aynı hareketi yaptı. Toprakta yankılanan ulumalar, bir marş gibiydi. Arden bir adım geri çekildi. “Elena, dur. Onlara hükmedemezsin. Onlar seni yok eder.” Elena bakışlarını Arden’a çevirdi. “Beni yok edemezler. Çünkü ben onların lanetiyim.” Birden rüzgâr sertleşti, ağaçların dalları savruldu. Elena ellerini havaya kaldırdı; avuçlarından kızıl ışık yayıldı. Kurtlar hep bir ağızdan uludu. Ses, ormanın sınırlarını aştı, gökyüzüne karıştı. O anda Arden diz çöktü. Hava o kadar yoğunlaşmıştı ki nefes almak bile zordu. Elena’nın sesi yankılandı: > “Alfa soyunun kayıp ruhları… beni duyun. Bu topraklar artık sizin mezarınız değil, hüküm alanınız olacak!” Uzakta yıldırımlar çaktı. Gökyüzü ikiye bölündü, yağmur damlaları ağır ağır düşmeye başladı. Her damla toprağa düştüğünde, bir kurt ayağa kalktı. Lanetli sürü yeniden diriliyordu. Arden başını kaldırdı, hayretle fısıldadı: “Sen… onları çağırdın.” Elena gözlerini kapadı, bir damla yaş süzüldü. “Ben çağırmadım. Onlar zaten beni bekliyordu.” Bir sessizlik oldu. Sonra Elena geri döndü, Arden’a baktı. “Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.” “Bunun anlamı ne?” “Elimizdeki güç sadece hayatta kalmak için değil, intikam için de kullanılacak.” Arden bir adım yaklaştı. “İntikam mı?” “Elbette. Laneti başlatan, Alfa soyunu karartan Meclis. Onları bulacağız, adalet değil… denge getireceğiz.” Arden’in yüzü gerildi. “Elena, senin görevin intikam değil. Bu laneti kırmak!” Elena başını iki yana salladı. “Hayır. Kırmak değil, yeniden yazmak.” Rüzgâr bir kez daha esti, ormanın içinden kurt ulumaları yükseldi. Elena ellerini indirip fısıldadı: “Av bitti. Şimdi hüküm zamanı.” Arden sessiz kaldı. Onun gözlerinde artık eski Elena yoktu. Bu gözlerde Alfa’nın bilgeliği, öfkenin soğuk huzuru ve doğanın vahşi dengesi vardı. Ve o an anladı ki, Alfa’nın laneti yalnızca bir kehanet değil, bir yeniden doğuştu. Uzakta gök gürledi. Elena döndü, sürüsüne baktı. “Bu orman artık bizim. Kanla yazılanı, kanla sileceğiz.” Kurtlar bir ağızdan uludu. Yağmur, kanın izlerini toprağa karıştırdı. O ulumalar arasında Arden sadece bir şeyi düşündü: “Alfa uyanmadı… geri döndü.” Elena’nın ulumalarla yankılanan sözleri ormanın kalbinde yankısını yitirdiğinde, geriye yalnızca yağmurun ağır, hüzünlü sesi kaldı. Toprak, kan ve yağmur kokusuyla karışmıştı. Rüzgâr her şeyi taşıyor ama hiçbir şeyi tamamen silmiyordu. Arden, Elena’nın yanında sessizce yürüyordu; fakat onun her adımında, içinden geçen korku daha da büyüyordu. Elena’nın artık sadece bir insan olmadığını biliyordu. Onun içindeki varlık —o kadim Alfa— kendini tamamen göstermeye başlamıştı. “Elena,” dedi fısıltıyla, “ya onlara gerçekten hükmedemezsen? Ya bu güç seni değil de… onların kraliçesini yeniden doğurursa?” Elena bir an durdu, yağmur saçlarının ucundan süzülürken başını hafifçe çevirip gözlerinin kenarından ona baktı. “Belki de mesele hükmetmek değil, Arden. Belki de onlarla bir olmak. Çünkü ben ne tam insanım… ne tam lanet.” Arden’in içi ürperdi. “Sen… senin içindeki ses hâlâ konuşuyor, değil mi?” Elena bakışlarını gökyüzüne çevirdi, gri bulutların arasındaki şimşekleri izledi. “Bazen uykumda fısıldıyor. Bazen uyanıkken bile nefesimi yönlendiriyor. Ama korkma, o benim parçam. Onunla savaşırsam kaybederim. Onunla yürürsem, kazanırım.” Bir anda ormanın derinliklerinden bir çıtırtı geldi. Arden hemen savunma pozisyonuna geçti, bıçağını çıkardı. Elena bir elini kaldırarak onu durdurdu. “Dur. Onlar bizden biri.” Gölgeliklerin arasından üç kurt belirdi. Fakat bunlar az önce diz çökenlerden farklıydı. Tüyleri gümüşle karışık siyahtı, gözlerinde ise insan parıltısı vardı. Bir süre sessizce Elena’nın önünde durdular, sonra en öndeki kurt dönüşmeye başladı. Kemikleri çatırdadı, şekli değişti; birkaç saniye içinde yarı insan yarı kurt formuna geçti. Yüzünde hâlâ vahşi hatlar, gözlerinde acı ve itaat vardı. “Alfa…” dedi diz çökerken, sesi titriyordu. “Konsey seni buldu. Sürgün avcıları yola çıktı.” Elena’nın yüzü bir an karardı. “Kaç kişiler?” “Yedi. Ama bu yedi kişi… sıradan değil. Alfa kanından, ama yozlaşmış olanlardan.” Arden’in gözleri büyüdü. “Meclis artık korkuyor demek.” Elena kısık bir sesle güldü. “Korkmakta haklılar.” Sonra gözlerini yere indirdi, parmaklarını toprağa bastı. Yağmur altında, parmak uçlarından yayılan kırmızı ışık toprağın damarlarında ilerledi. Bir süre sonra ışık, ormanın uzak bir köşesinde parladı. Arden şaşkınlıkla baktı. “Ne yapıyorsun?” “Elimizdeki gücü savunmak zorundayız,” dedi Elena, sesi artık soğuktu. “Bu toprak sadece bana değil, bize ait. Bizi avlamaya gelenler, kendi gölgelerinde boğulacak.” Rüzgâr yeniden sertleşti. Kurtlar ulumaya başladı. Arden bir an Elena’ya baktı, sonra uzaklara. “Bu seni değiştirecek, Elena. Artık geri dönüş olmayacak.” Elena, dudaklarının kenarında buruk bir gülümsemeyle, “Geri dönmek mi?” diye tekrarladı. “Biz hiç gitmedik ki, Arden. Lanet hiçbir zaman gitmedi. Sadece uykudaydı.” O anda ormanın içinden yankılanan bir uluma geldi. Bu uluma Elena’nın sürüsünden değildi. Daha karanlık, daha güçlü, daha eski bir şeydi. Arden’in kalbi sıkıştı. “Elena… bu ses…” Elena başını kaldırdı, gözlerinde alevin yansıması vardı. “Evet. Alfa soyunun en eski laneti uyanıyor. Meclis sadece avcı göndermemiş. Onlar… Alfa’nın gölgesini serbest bırakmış.” Arden’in eli istemsizce titredi. “Yani—” “Elbette,” diye araya girdi Elena. “Karanlık Alfa.” Rüzgâr ormanı bıçak gibi kesti. Gökyüzü karardı, gök gürültüsü bir çığlık gibi yankılandı. Elena gözlerini kapadı. “Onu hissettim,” dedi. “Ve o da beni hissetti.” Arden korkuyla bir adım geri çekildi. “Ne yapacağız?” Elena derin bir nefes aldı. “Biz değil, ben. Çünkü bu hesap ikimizin arasındaydı. Yüzyıllardır tamamlanmayan döngü, bu gece bitecek.” Arden öfkeyle başını salladı. “Yalnız gidemezsin!” Elena döndü, gözleri parladı. “Ben Alfa’yım, Arden. Bazen yalnız yürümek zorundayım.” Arden’in sesi kısık çıktı: “O seni öldürür.” Elena, yavaşça yaklaşıp elini Arden’in yüzüne koydu. “Ölürsem bile, Alfa’nın laneti de benimle ölür. Bu toprakta, bir daha kimse zincire vurulmayacak.” Arden’in gözlerinden yaş süzülürken, Elena arkasını döndü. Kurtlar onu izliyordu. Bir işaret verdi. Hepsi sessizce ayrıldı. Gökyüzü bir kez daha çaktı. Elena, fırtınanın içine yürüdü. Ve ormanın derinliklerinden o karanlık ses yeniden yankılandı: “Geri döndün demek… Alfa.” Elena durdu, gülümsedi. “Hayır. Ben hiçbir zaman gitmedim.”
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD