Beni iyice çileden çıkartan bu tavrı ile komiser hiç de sempatik durmuyordu.
Yine de sûkunetimi koruyarak, ılımlı bir şekilde, "Çantamı kaybettim. Yani aslında yerini biliyorum, otogarda unuttum. Yarın alacaktım. İstanbul'a bugün geldim." diyerek başıma gelenlerin kısa bir özetini geçmeme rağmen: komiser, bir kahkaha daha atmış ve alaycılığından bir şey kaybetmeyerek, "Gelir gelmez de ayağının tozuyla polisliğe mi soyundun?" demişti.
Yüzümden bakışlarını bir anlık kaçırıp yine Doğan komisere bakarak, "Gördün mü ya! Küçük hanım İstanbul asayişini beğenmemiş kendi müdahale etmek istemiş!" dedi.
Komiserin rencide edici tavırlarından bir an önce kurtulmak için, "Telefon etmek istiyorum!" dedim
Komiser, sinir bozucu bir bakış ve yandan sırıtmayla, burnundan nefes vererek, "Hadi yaa! öyle mi?! Avukatta ister misiniz hanımefendi?" deyince gözlerim gibi sözlerimi de kaçırmıştım.
"Ne olduu? Şimdi de susma hakkını mı kullanıyorsun. Burada oyun oynamıyoruz küçük hanım, film de çekmiyoruz. Madem çantan yok, TC kimlik numaranı söyle! Ailene ulaşabileceğimiz bir numara ver çabuk!"
Komiser artık daha ciddi ve sabırsız bir hâl almıştı. Komiser, ailemin numarasını isteyince: Ritmini elimde tutamadığım kalp atışlarım ciğerlerimi de ele geçirmeye başlamıştı. Ailemin öğrenmesinden korktuğum için, hızlı hızlı nefes alıp vererek tekrar ağlamaya başladım.
Bir süredir yerden kaldırmadığım bakışlarımı komisere dikip, göz yuvamda biriken yaşlardan görebildiğim kadarıyla yalvarır gibi baktım.
Bakışlarımın ne manaya geldiğini anlaması için, titreyen elimin işaret parmağının boğumunu dudaklarıma dokun çek yaparak, "Lütfen ailemi aramayın, bilmesinler yalvarırım!" dedikten sonra elimi yüzüme kapatıp tekrar ağlamaya başladım.
Avuç içlerimde gizlemeye çalıştığım hıçkırıklarımın sıcaklığı tekrar yüzüme çarpıyordu. Burnum artık tahliye musluğu görevine geçmiş, yerini de yemek borusuna bırakmıştı. Ellerimin ne derece küçük olduğunu: Avuçlarımın içinde zor nefes alınca anlamıştım. Bir yıldır benim yüzümden üzüntüler içinde olan ailemin, bir de bu şekilde aranmasını istemiyordum.
~~~~~~•~~~~~~
Karşısındaki kim olursa olsun ağlamasına dayanamayan komiser, Nurseli'nin bu haline de üzülmüştü. Alaycı tavrını bir kenara bırakıp, üzüldüğünü belli etmeyen bir sesle, "Tamam, tamam! Başlama yine ama sen de bize yardımcı ol. Kimsin? Nesin? Adın ne?" dedi.
~~~~~~•~~~~~~
Yanıma geldiğinden beri ses tonu moralimi bozan komisere her ne olduysa: Birden oktav atlayan müzisyenler gibi ton değiştirerek, "Tamam, tamam! Başlama yine ama sen de bize yardımcı ol. Kimsin? Nesin? Adın ne?" deyince gücümün yettiği kadarıyla, "Adım Nurseli." dedikten sonra daha çok ağlamaya başladım. Artık o güven verdiğini düşündüğüm komiser bile beni susturamıyordu.
~~~~~~•~~~~~~
Komiser, başını Nurseli'nin başının hizasına eğdi, aralarında bir karış mesafede durup, yutkunarak kısık sesle, "Tamam sus! Valizini aç bir kontrol edelim! Sadece TC versen de olur, arkadaşlar da gideceğin yere bırakırlar.
Sen de dosya kapanana kadar şehir dışına çıkmazsın olur biter, tamam mı?"
~~~~~~•~~~~~~
Parmaklarımın arasından belli belirsiz gördüğüm komiser, biraz daha yaklaşmıştı, nefesini tenimde hissedecek kadar eğilip sadece benim duyabileğim bir tonla konuşuyordu. Hıçkırıklarımın sesinden ne söylediğini anlamıyordum. Ağlamamın kısa süreliğine mola verdiği anda "Valizini aç" dediğini duyabilmiştim. Yanıma kimin getirdiğini seçemediğim valizimi açıp tekrar kenara çekildim. O an, valizime bakan kişinin altlarda kalan bana özel eşyalarımı da ortaya çıkartacağını düşünerek tekrar ellerimi yüzüme kapatmıştım. Ama bu sefer ağladığım için değil utandığım içindi.
~~~~~~•~~~~~~
Ne söylerse söylesin olmuyor, Nurseli susmuyordu. Hıçkırarak valizi açtı polisler kontrol etti. Valizde, kıyafetleri, bir iki kalem, defter ve kitaplarından başka bir şey yoktu. Bir süre öyle kaldıktan sonra komiser, arkadaşı Doğan komisere dönerek ,"Siz merkeze geçin, bende arkadan gelirim." dedi.
~~~~~~•~~~~~~
Diğer polislerin kendisine "komiserim" dediği Doğan komiser de "Emredersiniz komiserim!" deyip, biraz önce verilen emri uygulamak için yanındakileri otolara yönlendirmesinden, karşımdaki kişinin başkomiser olduğunu anlamıştım. Polisler gitmiş, teyze ve başkomiser hala ekip otosunun başında, benim sakinleşmemi bekliyordu.
~~~~~~•~~~~~~
Yaşlı kadın, bir yandan Nurseli'nin göz yaşlarını silerek sakinleştirmeye çalışıyor, bir yandan da komisere olanları anlatmaya çalışıyordu.
Komiser, teyzenin anlatımından Nurseli'nin, köyden okumaya geldiğini ve o heyecanla, her insanın başına gelebilecek bir şey olan eşya unutma olduğunu anlamıştı. Artık çok klişe bir durumdu. Peki ama şu anki çetin durumdan nasıl kurtulabilirlerdi.
Nurseli de hiç yardımcı olmuyordu.
"Tamam teyzeciğim! Anlıyorum ama elimden bir şey gelmez, Nurseli'nin de bize yardım etmesi lazım."
Teyzenin aklına parlak bir fikir geldi. Heyecanla, "Siz gidiinn!" dedi.
"Anlamadım?"
"Otogara diyorum, gidin oradan çantayı alın. Hem yolda sakinleşir hem de çantasını bulur yavrucak. Sevaba girersin oğlum. Bak yoldan gelmiş. Yol bilmez, iz bilmez. Belki de seni karşısına Allah çıkartı."
Komiser saatine baktı, mesai saatine kadar gidip gelebilirlerdi. Trafik yoğunluğu da bu saatlerde olmaz diye düşündü. Nurseli'ye bakarak,
"Ne diyorsun gidelim mi?" diye sordu.
~~~~~~•~~~~~~
Tanıştığımız andan itibaren kendisine kanım kaynayan Gülsüm teyze: Göz yaşımdan dolayı yüzüme yapışan saçlarımı çocuk başı okşar gibi geriye tarayıp, komisere bana yardımcı olmasını söyledikten sonra bu sefer de bana dönerek, "Hadi kızım, bak vardır bunda da bir hayır. Yeter artık kendini harab ettin. Hadi bak komiser oğlumla gidin çantanı alın. Sonra da yurduna gidersin." dedi.
Bir an bana da mantıklı gelmiş ve ikna olduğumu göstermek için başımı aşağı yukarı sallamıştım. Komiser hiç bir şey söylemeden valizimi bagaja koydu. Birlikte arabaya bindik. Benimle konuşmasını istemediğim için hemen kemerimi takıp başımı cama yaslayıp dışarıyı izlemeye başladım. Geçmişim yine aklına gelmişti. Bir yıl sonra yine bir ekip otosundaydım. Çoğu kişi saçmaladığımı düşünse de; Yine, kötü şansımın peşimi bırakmayacağını düşünüyordum.
~~~~~~•~~~~~~
Komiser hiç konuşmuyor arada bir
yan yan Nurseli'yi izliyordu. Yarım saatlik yolu bir saatte gidemeyince, arkadaşını aradı. Konum vererek yolun neden kapalı olduğunu sormasını istedi.
Temde kaza olmuş trafik tek şeritten ilerliyordu. Sirenleri açıp kaza mahalline doğru ilerledi.
~~~~~~•~~~~~~
Arabadaki sessizlik: Komiserin, telefonda trafiğin nedenini sormasıyla bozulmuştu. Konuşulanları duymamıştım ama sirenleri çalmaya başlayıp, emniyet şeridine geçince acil bir durum olduğunu anlamıştım.
Trafiğin durduğu yerde zincirleme kaza olmuş, yolu da ambulanslar ve polis otoları kapatmıştı. Tek şeritten kontrollü geçiş yapıyorlardı.
Komiserin arabayı durdurup kemeri açmasından ineceğini anlamıştım.
Kapısını açmış, bedenini çıkartmaya yakın, bir şey söyleyecek gibi baktı, Herhalde kaçacağımı düşünmüş olacak kii, "Sen arabada kal, aşağıya inme!" dedi
Şaşırmış bir hâlde, "İnsem nereye gidebilirim acaba?" dedim.
Komiser, "Acelem var sen dur! Sorcam ben sana!" der gibi bir tavırla başını sallayarak arabadan indi. Ne olduğunu geçte olsa anlamıştım ama umrumda değilmiş gibi kaza yerine bakmaya başlamıştım.
Uzaktan gördüğüm kadarıyla komiser, kazaya müdahale eden ekiple birlikte durumu kontrol altına almıştı.
Ambulanslar yaralıları alıp birer birer oradan uzaklaşıyordu. Yanımdan, yolu açmak için çekicilerin geçtiğini gördüm.
Herhalde yapılacak bir şey kalmadığı için komiser arabaya doğru yürüyordu. Arabaya bindiğinde merakla, "Durumu ağır olan yok değil mi?" diye sordum.
İnerken ki tavrımın intikamını almanın tam zamanıymış gibi. "Sen inip karışmadığın için herkes iyi merak etme!" dedi
Ekip otosunda olmamdan dolayı mıdır bilmiyorum bi özgüven patlamasıyla, "Polislerin genel özelliği mi bu? Yoksa size mi has?" diye karşılık verdim
Komiser, hiç özlemediğim alaycı sesiyle, "Neymiş o merak ettiğiniz davranışım küçük hanım?" diye sorunca bende sözümü yarım bırakmamak için, "Alaycılık, kincilik, başa kakmak!" dedim
Komiser, beni kendime getirip tekrar kabuğuma çekilmeme sebep olacak sözleri arka arkaya söylemeye başlamıştı.
"Sen işimi mahvettiğinden beri amirime ne hesap vereceğim onu düşünüyorum!" dedi ve sinir bozucu bir gülümsemeyle, devam etti. "Ne yapsaydım, plaket mi takdim etseydim Nurseli hanım!"
~~~~~~•~~~~~~
Nurseli cevap vermeden tekrar cama doğru döndü. Tartışmayı yarıda bırakması komiseri daha çok sinir ediyordu. Yanındaki, iki saat önce o kadar uğraştıkları operasyonu mahveden kız değil de, sanki yıllardır tanıdığı birisiymiş ve yıllar sonra karşılaşmanın sevinci içerisindeymiş gibi hissediyordu.
Bu karmaşık duygular içerisinde otogara geldiler.
~~~~~~•~~~~~~
Çantayı unuttuğum masaya geldiğimizde koyduğum yerde görememiş yine atak geçirmeye yakın panikleyip sağa sola bakınmaya başlamıştım.
Sandalyeyi; çekip, kaldırıp, altına üstüne bakıyor, bir yandan da yalan söylemediğimi kanıtlamaya çalışıyordum.
"Buradaydı! Burada unuttum, Yook!"
Benim panik olmamdan sıkılmış olsa gerek, komiser hemen atıldı. Omzuma dokunup, "Dur başlama hemen! illaki biri bulup garsona vermiştir, Gel soralım." deyip eliyle büfeyi göstererek yürümem için işaret verdi.
Büfeye yaklaşırken garson genç beni tanımış ve, "Neredesin abla ya?! Peşinden koştum ama sana yetişemedim. Çantan burada, al." deyip ben sormadan tezgahın altından çantamı vermişti. Çocuğa minnet dolu gözlerle ve neredeyse ağlamaklı bir şekilde "Teşekkür ederim, sağolun." dedim
Delikanlı, "Rica ederim abla sen sağ ol ama burası İstanbul, sen yine de dikkat et. Hırlısı var, hırsızı var!" dedi. Delikanlının: Bir saat önce yaşadıklarımı tasdikler niteliğinde ki bu sözü karşısında, baş parmağım ve işaret parmağımla alt dudağımı sıkıp kıkırdayarak komisere baktım.
Komiser sinirlendiğini belli etmemeye çalışarak yüzüme bakmadan, "Hadi, aldıysak gidelim artık." diyerek çıkışı işaret etmişti. Tekrar teşekkür edip oradan ayrıldık.
Komiserin sinirlendiğini görünce, "Ne o, bozuldun?" dedim, bir saat önceki tavırlarının intikamını alır gibi.
Komiser inkar etmeye çalışsada ses tonundan belli oluyordu, "Yooo, ne alâkaa? Neden bozulacak mışım ki?" desede yürümesi ve bakışları bile ne kadar sinir olduğunu göstermeye yetiyordu.
Birlikte arabaya doğru yürümeye başladık. Komiser; sinirini bastırmış gibi yan yan bakıp, başını yanlara doğru sallayıp göz kırparak, "Nereye gitmek istersiniz küçük hanım?" deyince yine ciddiye alarak saate baktım. Sonra cebimdeki adresi gösterip, "Buraya gidelim." dedim.
Arabanın oraya yürürken, büyük olasılıkla meraktan hop oturup hop kalkan annemi arayıp: Günümün nasıl geçtiğini değilde, nasıl geçmesini istediğimi anlatmıştım.
Sultanahmet'e gittiğim, bir teyze ile tanıştığım ve muhabbetin hoşnutluğundan zamanın nasıl geçtiğini anlayamadığım yere kadar sesim titrememiş, yalanım belli olmamıştı ama arayamama sebebime çokta ikna olmamış gibiydi.
Arabaya bindiğimizde; gelirken sorunsuz taktığım kemeri takmaya çalışırken zorlanmıştım, galiba hızlı çektiğimden takılmıştı. "Bozuk herhalde!" deyip takmaktan vazgeçmiştim. Nasılsa ekip otosundaydım, takmasam da sorun olmaz diye düşünmüştüm.
Bir iki deneme sonucunda kemeri takmadığımı gören komiser, "Bu da böyle arada şiddet istiyor." diyerek hızlı bir şekilde çekip, takıldığı yerden çıkarttı. Kemerin tokasını sallarken, "Bir de şiddet çözüm değil derler!" dedi.
~~~~~~•~~~~~~
Komiser bir anda, Nurseli ile göz göze geldi. Bu nasıl olabilirdi.
Bu gözler; yıllardır hasretini çektiği, özlem duyduğu biri gibi tanıdık; bir o kadar uzak, küçük çocuk gibi ürkek, okyanus gibi derindi.
~~~~~~•~~~~~~
Bana, nefret ettiğim şiddeti savunmaya çalışan komisere, ilk defa içinde yaş olmayan gözlerle dik dik bakmaya başlamıştım. Gözlerini benden alamayan komiseri, sert bir şekilde, "Gidebilir miyiz artık?" diyerek kendine getirdim.
Nihayet yola koyulmuştuk. Ben bu komiserden bir an önce kurtulmak isterken, İstanbul sanki ilk oyununu oynamaya başlamıştı. O akşam, bütün İstanbul yola çıkmış gibiydi. O kadar trafik vardı ki, araçlar kıpırdamıyor, bazı şoförler inip ileride kaza mı var diye bakıyordu. Yorgun ve aç olan midem ağrımaya başlamış ve sesi artık dışarıdan duyulur olmuştu.
Elimi yumruk yapıp çantamın altından mideme bastırdım. O esnada midem isyan bayrağını çekmiş gibi ses çıkartınca, komiser sesi duyup,
"Sen aç mısın?" diye sormuştu.
En son ne zaman doya doya yemek yediğimi hatırlamıyordum, şiddetli mide ağrıma rağmen, "Evet açım" yerine "Bilmiyorum!" dedim. Komiser bu halimi görünce ilk çıkıştan yan yola girmişti. Yoldan çıktığımızı görünce sağa sola bakındım.
"Nereye gidiyoruz?" diye sordum gözümü ilk defa gördüğüm yerlerde gezdirerek.
Komiser,
"Bu trafik, en az bir saat sürer. Sen İstanbul'un hırsızından çok trafiğinden kork!" diyerek içinde hâlâ sinir kalıntısı olduğunu belli ediyordu.
İleride ışıl ışıl parlayan AVM'nin otoparkına girdik. Park edip indikten sonra arabanın önüne doğru yürürken bir yandan da inmem için işaret ediyordu. "Hadiii!" dediğinde çekinerek çantamı arka koltuğa koyup indim.
Avm'ye girip doğruca yemek katına çıktık. Daha önce randevulaşmış gibi direk iskendercinin bölümüne yaklaşıp masaya oturmuştuk. Komiser; garson gelince, "Abi bize çok acil birer kase çorba getir! Sonra sipariş verelim olur mu?" dedi.
~~~~~~•~~~~~~
Komiser, Nurseli'nin daha fazla açlık çekmesini istemiyordu, çorbalar geldi. Nurseli, yıllardır aç gibi ağrıyan midesine inat, gayet sakin çorbasını üfleyerek yavaş yavaş içmeye başladı. Kase yarıya indiğinde komiser garsonu çağırarak menüyü istedi. Bir yandan da Nurseli'nin tabağına bakıyordu. "Ben İskender yiyeceğim. Sen ne yemek istersin?" dedi.
Nurseli daha fazla zahmet vermemek için, "Ben başka bir şey yemek istemiyorum sağ olun." dedi.
~~~~~~•~~~~~~
"Ben başka bir şey yemek istemiyorum" dediğimde herhalde daha sonra yiyeceğimi düşünüp menüyü kapattı. Kendisi de iskenderden vazgeçip, "Yeme isteğin geldiğinde yeriz o zaman." deyip arkasına yaslandı. Komiserin kararlı bakışından, ben yemeden yemeyeceğini anladığım için, "Tamam o zaman ben de İskender alayım." dedim çorbamdan bir kaşık daha alarak. Karşımda oturan adamın istediğini, zorla olmasa da yaptırmak gibi bir huyu vardı.
Komiser siparişi vermiş, hâlâ çorbamın yarısı duran kaseme bakıyordu. Yaslandığı yerden öne doğru geldi, kollarını bağlayıp masanın üzerine koyduktan sonra göz hizama kadar başını eğerek; "Sen böyle gıdın gıdın yersen sabaha kadar gidemeyiz ama!" dedi, hızlı yemeye teşvik eder gibi.
Kendimi zorlayıp daha hızlı yemeye çalıştım. Çok acıkmama rağmen tabağın sonuna gelmeden doyduğumu hissettim Daha fazla yiyemiyordum. Komisere bakıp, elimle de göstererek yiyemediğimi işaret ettim.
Komiser şaşırmış bir ifadeyle,
"Ne yedin ki, o tabak bitecek. Hadi bakalım!" dedi
Hareketlerinden bir çocuğun babası ya da akrabası olduğu çok belli oluyordu. "Hadi hadi, haammm! Uçak uçak!"
Komiserin bu şapşik hali komiğime gittiği için başımı öne eğip kahkahaya yakın güldükten sonra zorla da olsa yemeye devam ettim. Benim gülmemi bekliyormuş gibi gülümseyip elini uzattı.
"Ben Selim."
"Selim" ismine olan hassasiyetimden dolayı bir kaç saniye duraksadıktan sonra toparlanmaya çalıştım. Elimden çatalı bırakıp bana uzattığı elini sıktım. Hızlıca lokmamı çiğneyip ağzımda yer açmaya çalışarak, "Bende Nurseli. Tekrardan! Memnun oldum." dedim.
Bir yıldır ilk defa bugün: bana acımayan, neler yaşadığımı bilmeyen kişilerle muhabbet ediyordum. Bütün dert ve sıkıntımı bir günlükte olsa unutmuş gibiydim. Selim komiser neredeyse mahvetmek üzere olduğum operasyonu ve çeteyi anlatıyordu.
"Aylarca gecemizi gündüzümüze kattık. Yemedik içmedik, dün gece yatak yüzü görmedim. Ne oldu? Sen geldiinn!"
O esnada kendimi savunma gereğinde bulundum, "Ya! Senin ki de ne amatörce bir plan öyle ya." deyip suyumdan bir yudum içtim.
Selim komiser, "Nedenmiş bakayım?" dedi "Sen nereden bileceksin" der gibi bakarak.
"Koskoca Sultanahmet'te operasyon mu yapılır?" dedim o kadar insanın tehlikeye atılmayacağını düşünüp.
Yine bir taş vurarak, "Niye hırsızlık yapılıyor ya!" deyince o an içimden geçen senaryoyu söyledim.
"Hırsızlığı orada yapmayacaktın ki, gizli, tenhada yapacaktın."
"Haağ! Yani hırsız zannettin, bir de planını yaptın öyle mi? Bravo sana. Bunlar kara para aklama çetesiydi. Değiş tokuşu özellikle böyle kalabalık yerlerde yaparlar."
O âna kadar: Aklıma, kara para aklama çetesinin varlığı bile gelmediği için, gözlerimi belerterek, "Dikkat çekmemek içiiinnn!" dedim sesimin kontrolünü kaybederek.
Elindeki çatalı bana doğru sallarken, "Aynen öyle!" deyip göz kırptı, "Bak çaktın köfteyi."
Sözümü onayladığında bana bi öz güven gelmiş ve benden de iyi polis olabileceğimi düşünmeme sebep olmuştu.
~~~~~~•~~~~~~
Selim, Nurseli'nin sakinleştiğini gördü. Böyle kişilerden baskı halinde pek bir şey öğrenemeyeceğini biliyordu. O yüzden onu oyalama taktiği ile yer mekan farketmeksizin, farkettirmeden sorgulamıştı. Gerçekten Nurseli'nin çeteyle bir ilişiği yoktu. Şimdi daha önemli olan ismini ilk defa duyduğunu düşündüğü kızın neden bu kadar tanıdık geldiğiydi. Nurseli'nin geçmişinden soru sorulduğunda, biraz duraksayıp öyle cevap verdiğini görmüş ve geçmişi çok didiklememeye karar vermişti. Saate baktı avm neredeyse kapanacaktı.
Yemeklerini bittikten sonra hesabı ödeyip dışarı çıktılar.
~~~~~~•~~~~~~
Dışarıya çıktığımda çok şaşırmıştım. Çoktan akşam olmuştu. Saatin nasıl geçtiğini anlamamış olmamdan mı yoksa AVM'nin ışıklarından mı bilemiyordum. Selim komisere saati sorduğumda yurt giriş saatinin dolmasına yarım saat yoktu.
"Yurda yetişemeyeceğim, bari otele gideyim" diye düşündüm. Selim komisere, son ricamda bulunmak için baktım.
"Beni SultanAhmet'e bırakır mısın? Biz gidene kadar yurt saati geçmiş olur. Başka bir yere gideceğim."
"Emin misin? Yurdun müdürü ile konuşabilirim."
"Evet evet, eminim! Benim gidecek yerim var."
Arabaya bindiğimizde kemeri nazikçe çekip, bu sefer ben şiddet olmadanda yapılabiliyor gibi göstermiştim. Selim komiser anlamış ve imalı imalı gülmüştü. Ana yola çıktığımızda hâlâ yoğun derecede arabalar vardı ama durma noktasında değildi. Ne kadar ısrar ettiyse de SultanAhmet'te kararlıydım. Selim komisere daha fazla zahmet vermek istemiyordum.
SultanAhmet'e geldiğimizde arabadan indim. Selim komiserin tarafına doğru yürüyüp cama eğildim,
"Tekrar teşekkür ederim."
"Rica ederim ama gideceğin yere bıraksaydım?"
"Babamla birlikte geldigimizde, zor durumlarda kalacağım oteli de ayarlamıştık. Buradan sonrasını ben hallederim, gerçekten çok sağolun."
Selim komiser üstelemek istememiş olacak ki, "Peki, tamam sen bilirsin." demişti.
S:"Son olarak kimliğini görebilir miyim? Malum yarın tutanak tutulacak, onun için lazım. Bir daha emniyete gelmene gerek olmasın." deyince aklıma, ismim değişirken avukatın, "Sicile işleyecek durumlardan uzak dur!" dediği gelmişti.
TC numaramı da o sebepten dolayı vermek istememiştim. Neredeyse altı saattir birlikte olduğumuz komiser, şakamdan anlar diye düşünmüştüm. Alaycı bir tavırla saati göstererek kimliğimi vermemek için itiraz ettim.
"Mesai saatiniz doldu komiserim, devriye görevlisi harici kimlik göstermek zorunda değilim. Değil mi?" dedim.
~~~~~~•~~~~~~
Selim'in, kimliği isteme sebebi: aslında anne baba ismine ve nereli olduğuna bakmak olduğu için umursamasada tavrına sinirlenmişti.
Zaten ilgisinin olmadığı belli olduğu için uzatmak istemeyip, "Demek öyle küçük hanım. Burada kalıp; sana, bir başkomiserin ne yapıp ne yapamayacak mertebede olduğunu anlatacak kadar zamanım yok. Tamam mı? Ama sana tavsiye, başka komisere bu şekilde davranma. Tersine denk gelirse seni üç gün nezarete bile atar. Demedi deme!" diyerek üstü kapalı tehdit ettikten sonra, "Tamam mı!.." dedi ve ergen bir kız gibi davranan Nurseli'ye, "Eyvallah" işareti çekerek gaza bastı.
O kadar sinirlenmişti kii, dikiz aynasından Nurseli'nin, arabanın peşinden koştuğunu görmesine rağmen, durmayarak daha da hızlandı.
Pişman olduğu için peşinden koştuğunu düşündü. Ders vermek için durmayıp emniyete doğru devam etti.
Yolda sinirden direksiyona vuruyor, bir yandan da söyleniyordu. Operasyonu da istediği gibi olmamıştı.
"Bir de üstüne üstlük hanımefendinin şoförlüğünü yaptık iyimi!"
Ekip otosunu merkeze bırakıp kendi arabasıyla evinin yolunu tuttu.
Nurseli hakkında tek bildiği yurdun adresiydi.
Ertesi günü emniyetten sonra oraya gidecekti.
Evine yaklaştığında telefonu çaldı. Karşısındaki kişi, "Komiserim arabada bir çanta ve valiz bulduk size mi ait?" diye sordu...