BÖLÜM 14- GÖLGEDE BIR ADIM

790 Words
Tugay karargâhına sabahın ilk ışıkları düşerken, Pınar hâlâ yatakta doğrulamamıştı. Yastığına gömülmüş halde, önceki gece Burak’la yaşadıkları konuşmanın ağırlığı zihninde dönüp duruyordu. Kafasını karıştıran sadece onun söyledikleri değil, gözlerindeki o karanlık, o gölgeydi. Onu sevdiğine emindi ama Burak’ın kalbindeki savaş çok derinlerdeydi ve Pınar, o savaşa nasıl dâhil olacağını bilemiyordu. Telefonunun titremesiyle gözlerini araladı. Komutanlığın sabah toplantısına katılmak zorundaydı. Hızla kalkıp üstünü giyinirken zihninde hâlâ Burak vardı. Onunla geçen her dakika bir görev gibi olmuştu son zamanlarda. Birini sevmek kolay değildi; hele onun gibi duvarları yüksek bir adamı… Tugay içindeki küçük toplantı salonunda Burak, Pınar’dan önce gelmişti. Üniforması muntazam, yüzü ifadesizdi. Göz ucuyla kapının açıldığını gördü. Pınar içeri girdiğinde onu fark etmeyen tek kişi o gibi davranıyordu. Pınar ise bir an durdu, gözleri Burak’a takıldı ama sonra başını hafifçe eğerek yerine geçti. Toplantı kısa sürdü. Yeni görev planlaması yapılmış, sınır hattına yapılacak sevkiyatlar belirlenmişti. Pınar, görev notlarını toplarken Burak ona doğru yöneldi. "Pınar, biraz konuşabilir miyiz?" Bir an duraksadı. Sonra başını sallayarak evet dedi. Karargâhın arkasındaki sessiz çamlığın içine ilerlediler. Ağaçların gölgeleri yere uzun çizgiler düşürüyordu. Güneş henüz tüm sıcaklığını yaymamıştı. "Pınar" dedi Burak, sesinde alışılmadık bir yumuşaklık vardı. "Sana dün gece söylediklerimden sonra uyuyamadım. Çünkü seni kendimden korumak isterken, aslında sana en büyük zararı ben verdim." "Burak" dedi Pınar, gözlerini kaçırmadan. "Ben neyin içinde olduğunu biliyorum. Anlamaya çalışıyorum. Ama beni dışarıda tutmaya devam edersen, bir gün gerçekten dışarıda kalırım." Burak başını eğdi. Sessizlik aralarına doldu. Ağaçların yaprakları arasında gezinen rüzgâr bile o anın ağırlığını taşıyordu. "Seni seviyorum" dedi nihayet. "Ama bu sevgi kolay olmayacak. Benim geçmişim, bu görev... Kolay değil." "Hiçbir şey kolay değil Burak. Ama ben buradayım. Gitmedim. Gitmeyeceğim." Burak, gözlerini ona çevirdiğinde içinde ilk kez bir huzur parçası belirdi. Pınar, onunla birlikte bu yolu yürümeye hazırdı. Yalnız değildi. Tam o an telsizden yankılanan keskin bir ses aralarındaki yakınlığı kesti. Tüm birliğe acil kodla bir emir geçilmişti. Sınır hattında bir çatışma başlamıştı. Pınar gözlerini kısmış, Burak ise anında harekete geçmişti. Sözler yarım kalmış, duygular yerini alarma bırakmıştı. Aşk bir kenara itilmiş, görev önceliğe geçmişti. Tugay içindeki panik organize bir hızla yerini hazırlığa bırakırken, Burak ve Pınar kısa sürede birliğin öncü timiyle birlikte helikoptere doğru ilerliyordu. Havada toz, yerde emirler; gökyüzünde ise bilinmeyene giden bir yol vardı artık. Görev başlıyordu. Aşk bir başka nöbete bırakılmıştı. Helikopterin metalik sesi kulaklarda uğuldayarak yükselirken, Burak gözlerini karşısında oturan Pınar’a çevirdi. Yüzünde hiçbir korku emaresi yoktu. Sadece dikkat, sadece odak… O an bir kadın olarak değil, bir asker olarak yanındaydı. Bu onun en çok sevdiği yanlarından biriydi; Pınar'ın güçlü ve dimdik duruşu. Ama bir yandan da içi sıkılıyordu. Onu bu karanlık bölgelere sürüklemenin vicdan yükü ağırdı. "İneceğimiz noktada çatışma hâlâ devam ediyor" dedi karşılarında oturan Teğmen Cengiz. "Keskin nişancı tespit edilmiş. İletişim zayıf ama bölgeye hâkim yüksek kayalıklardan ateş açılıyor. Bizim işimiz önce o tehdidi ortadan kaldırmak." Burak başını salladı. Planı kafasında çoktan kurmuştu. Bu tarz çatışmalarda önce iletişimi, sonra istihbaratı sağlamak gerekirdi. Ve bir saniyelik gecikme bile hayatlara mal olabilirdi. Helikopter, hedef bölgenin yakınındaki düzlüğe indiğinde herkes hızla dışarı çıktı. Toz bulutu arasında tüfekler omuzlandı, gözler her gölgeyi taramaya başladı. Pınar ve Burak aynı hizada, dikkat kesilmiş halde ilerliyordu. Ormanlık alanın içine doğru ilerlerken, karşı vadiden yankılanan ilk silah sesiyle tüm birlik irkildi. Mermiler dalları yırtıyor, toprak sıçratıyordu. Burak yere kapandı. Göz ucuyla Pınar’ın da aynı hızla reaksiyon verdiğini gördü. "Yat yere!" diye bağırdı komutanlardan biri. Teğmen Cengiz telsizi omzuna çekti. "Kuzeydoğu kayalık, ateş oradan geliyor! Keskin nişancı orada!" "Ben o tarafa çıkacağım" dedi Burak kısa ve kararlı bir sesle. "Koruma ateşi verin." Pınar hemen itiraz etti. "Hayır, oraya birlikte çıkıyoruz. İkili çalışırsak daha hızlı temizleriz." Burak bir an ona baktı. “Bu senin görevin değil.” "Yanındayım Burak. Görevde ya da değil." İkisi birlikte alçak bir çöküş pozisyonunda kayalık yöne doğru ilerlemeye başladılar. Toprak gevşekti, dikenli çalılar pantolonlarını yırtıyordu ama adımlarından geri durmadılar. Nefes alışları, kalp atışları kadar ritmikti artık. Kayalığa vardıklarında Burak durdu. "Üst kısımdaki çıkıntının hemen arkasından ateş ediliyor. Sen aşağıdan açıyı kapat, ben yukarıdan geçeceğim." Pınar gözünü dürbünlü tüfeğe dayadı. "Hazırım. Git." Burak dizlerinin üzerinde kayarak ilerledi, taşların arasından sinsi bir kedi gibi süzüldü. Ellerini kayaların sırtına yaslayarak kendini yukarı çekti. Nişancı bir anlık dikkatsizlikle doğrulduğu anda Burak’ın tetiği çoktan düşmüştü. Silah sesi yankılandı. Keskin nişancı kayalıklardan yere düştü. Burak hızla yanında taşıdığı kelepçeyi çıkardı. Yaşıyordu… Bunu istiyordu zaten. Konuşturmak… Pınar yavaşça yanına geldi. Gözleri Burak’ın gözlerinde birleşti. Hiçbir şey söylemediler. Çünkü kelimeler yetersizdi artık. O an, yaşadıkları korku, gerilim ve birbirlerine duydukları güven her şeyin ötesindeydi. Dönüş yolunda, helikoptere doğru yürürken Burak hafifçe yaklaştı. Kimse görmedi ama parmakları Pınar’ın eline değdi. Sıcak, yumuşak ve kısa bir dokunuştu. Ve belki de o dokunuş, o günün en sessiz ama en güçlü sözüydü. Görev bitmişti. Ama Burak’ın kalbinde başka bir görev başlamıştı artık. Onu yalnız bırakmamak… Hem nöbette, hem hayatta.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD