Akşam, Ece, Rüzgar’ın gönderdiği limuzinle alındı. Üzerinde sade, ancak vücudunu hatasız gösteren, lacivert bir elbise vardı. Boynunda Rüzgar’ın annesine ait olan zarif gümüş kolye, bileğinde ise aynı desenli zincir parlıyordu. Ece, bu takıların Melis için ne anlama geldiğini biliyordu; bu, Rüzgar’ın açık bir savaş ilanıydı.
Restoran, Boğaz kenarında, Melis'in en sevdiği, elit bir mekandı. Rüzgar, Ece ile birlikte salona girdiğinde, ortamdaki fısıltılar anında kesildi. Rüzgar, bir fırtına gibi yürüyordu, Ece ise onun hemen yanında, bir savaş ganimeti gibiydi.
Melis Aksel, onları restoranın merkezindeki büyük masada, babası Turan Bey ve holdingin üst düzey ortaklarıyla bekliyordu. Melis, Ece'yi görür görmez yüzündeki kibar gülümseme dondu. Gözleri, Ece'nin boynundaki ve bileğindeki gümüş takılara takıldı. Melis’in öfkesi, sessiz bir çığlık gibi odada yankılandı.
"Rüzgar! Bu da ne demek oluyor?" diye sordu Melis, sesi masanın gürültüsünde kaybolacak kadar alçaktı ama Rüzgar duydu.
"İş yemeği, Melis," dedi Rüzgar, Melis'in sorusunu tamamen görmezden gelerek. Ece'yi kendi yanındaki sandalyeye oturttu. "Ece Kalkan, benim kişisel sekreterimdir. Akşam yemeğinde notlarımı tutması gerekiyor."
Rüzgar, Ece’ye döndü ve herkesin duyabileceği bir şekilde emretti: "Ece, benim yemeğimi sen seç. Benim ne istediğimi en iyi sen bilirsin."
Ece, bu emrin altında yatan açık tahakkümü anladı. Rüzgar, Ece’yi hem profesyonel hem de kişisel olarak en iyi tanıyan kişi olarak gösteriyordu; bu da Melis'in rolünü tamamen önemsizleştiriyordu. Melis’in gözlerinden alevler çıkıyordu.
Yemek boyunca Rüzgar, Ece’ye sürekli dokundu. İş ortaklarıyla konuşurken bile, bir elini Ece’nin sandalyesinin arkasına koyuyor ya da masanın altından Ece’nin dizine dokunuyordu. Bu, Melis'in hemen yanındaki masada oturan babası Turan Bey dahil, herkesin önünde yapılan gizli bir taciz eylemiydi.
Melis, bir fırsatını bulup Ece’nin kulağına eğildi.
"O kolyeyi annesinin son anlarında bile boynundan çıkarmadığını biliyor muydun?" diye fısıldadı Melis, sesi tehditkârdı. "Sen, onun en hassas anılarını çalmak için kullanılan ucuz bir oyuncaksın, Ece. Ve o bileziği senden geri alacağım."
Ece, yüzünü bozmadı. Melis'in tehdidine boyun eğmeyecekti.
Yemek sona erdiğinde, Rüzgar ayağa kalktı. "İş ortaklarım otelde kalıyor. Benim de onlarla önemli bir son görüşme yapmam gerekiyor. Ece, sen de geliyorsun."
Melis hemen itiraz etti: "Rüzgar! Yeter! Sen eve geliyorsun."
Rüzgar, gözlerini Melis'e dikti. "Hayır, Melis. Bu benim işim. Ve sen, benim işime karışamazsın." Ardından, Melis'in gözlerinin içine bakarak, Ece'nin belini kavradı ve onu hızlı adımlarla restorandan çıkardı.
Rüzgar, Ece'yi lüks otel süitine götürdü. İçeri girdikleri an, Rüzgar kapıyı kilitledi ve Ece'yi duvara itti. Gözleri, saf öfke ve arzuyla parlıyordu.
"Melis'in tehditleri umurumda değil," diye hırladı Rüzgar. "Ama o takılara bu kadar takılması... Bu, seni ne kadar kontrol ettiğimi gösteriyor."
Rüzgar, Ece'nin boynundaki kolyeye uzandı, parmakları kolyenin altındaki sıcak tene değdi. "Bu kolyeler ve zincirler... Sadece benim için anlam taşır. Ve sen, onları taşıyarak, sadece bana hizmet etmelisin."
Rüzgar, Ece’yi sertçe öptü. Bu öpücük, intikamın, gücün ve bastırılmış arzunun patlamasıydı. Ece, Rüzgar'ın elini göğsüne koydu, bu kez onu itmek için değil, ona tutunmak için. Ece, bu yasak tutkunun onu tamamen ele geçirdiğini biliyordu.
Rüzgar, Ece'nin dudaklarından ayrıldı. Elini, elbisenin fermuarına attı.
"Artık saklanmak yok, Ece," dedi Rüzgar, sesi boğuktu. "Bu gece, bana olan borcunu, Melis'in gölgesinin bizi izlediğini bilerek ödeyeceksin. Bu, benim en büyük zevkim."
Yere düşen kıyafetlere aldırmadan tenleri birbirine kavuştu. Rüzgar kucağına aldığı Ece'yi tamemen duvara dayadı. Ece'nin bacakları Rüzgar'ın belinde dudakları dudaklarındaydı. Bu şekilde yatağa geçtiklerinde şimdiden terlemeye başlamışlardı. Rüzgar'ın gözleri Ece'de, Ece ise zevkten titriyordu. Rüzgar Ece'nin üzerinde hızlı hızlı gidip gelirken Ece dayanamayarak "Daha hızlı." diye inlemeye başlamıştı. Rüzgar Ece'nin bu halini gördükçe zafer kazanmış gibi hızla ve sertçe davrandı. Rüzgar işi bittiğinde yatağa uzandı. Ece bir kaç santim uzağında kendinden geçmişti.
Rüzgar, Ece'yi kollarında tuttu. Ece, nefes nefese, gözleri kapalıydı. Gümüş kolye, göğsünde soğuk bir ağırlık yaratıyordu.
Rüzgar, Ece'nin kulağına yaklaştı ve fısıldadı: "O parayı senin için verdim. Ama karşılığında, seni kazandım."
Ece, bu sözlerin basit bir tahsilattan daha fazlası olduğunu biliyordu. Rüzgar, onu sahipleniyordu. Rüzgar, Ece'yi bıraktı ve yatağın kenarına oturdu.
"Sabah, senden önce ayrılmış olacağım," dedi Rüzgar. "Şoförüm seni alacak. Melis'e hiçbir şey belli etme. Ama unutma: Bu zincirler, seni benden ayırmayacak. Ozan'ın hayatı kurtuldu, şimdi sıra senin hayatında."
Rüzgar'ın gözleri, Ece'nin gözleriyle buluştu. Ece, o an Rüzgar'ın ona bağımlı olduğunu anladı. Bu oyun, artık sadece Ece'nin borcu değil, Rüzgar'ın da karşı koyamadığı bir bağımlılıktı. Ece, bu tehlikeli bağımlılığın Melis'in intikamından daha büyük bir tehdit olduğunu biliyordu.
Rüzgar, Ece'nin yanından kalktı. Tam giyinmeye hazırlanırken, Ece elini uzattı ve Rüzgar'ın çıplak kolunu tuttu. Rüzgar irkildi, bu beklenmedik bir insani temastı.
"O kolyeyi bana neden verdiniz?" diye sordu Ece, sesi hem yorgun hem de meraklıydı. "Melis'i kışkırtmak için mi?"
Rüzgar, bir anlığına durdu. Ece'nin yüzüne baktı, delici gri gözleri ilk kez maskesizdi. Bu anlık kırılma, Ece'ye Rüzgar'ın ulaşılmaz zırhının arkasındaki yorgun adamı gösterdi.
"Annem..." diye fısıldadı Rüzgar, sesi boğuktu. "O kolyeyi, hayatındaki tek doğru kararı verdiğinde takmıştı. Ve ben... Ben de senin, hayatının en doğru kararını verdiğini bilmek istedim."
Rüzgar, hızla kollarını Ece'den çekti ve zırhını tekrar giydi. Sözlerini çabucak mantık çerçevesine oturtmaya çalıştı: "Ve evet, Melis'i kışkırtmak hoşuma gidiyor. O, benim üzerimde hiçbir gücü olmadığını bilmeli."
Bu an, Ece için şok ediciydi. Rüzgar, bu kadar yoğun bir tahsilat anında bile, bu kadar kişisel bir sırrı paylaşmıştı. Ece, Rüzgar'a duyduğu nefrete rağmen, Rüzgar'ın bu karmaşık geçmişinin ve kırılganlığının onu kendine daha da çektiğini hissetti. Artık bu, sadece bir anlaşma değil, iki kırık ruhun tehlikeli bir dansıydı.
Ece, yatağın kenarından kalktı ve Rüzgar'ın kıyafetlerini giydiği sırada onu izledi. Rüzgar'ın her emri, Ece'yi daha derinlere çekiyordu. Yarın ofiste, Melis'in öfkesiyle yüzleşeceklerdi. Ama Ece artık korkmuyordu. O, Rüzgar'ın oyununa tamamen girmişti.