BÖLÜM 4- KIRMIZI ELBİSE VE YASAK TEMAŞA

1022 Words
Rüzgar’ın talimatıyla Burcu, Ece’ye Aksel Holding’in kurumsal kartını uzattı. Limuzin, Ece’yi doğrudan Nişantaşı’nın en prestijli butiğine bıraktı. Ece, aynada kendini izlerken, bu lüks dünyanın kendisiyle ne kadar tezat oluşturduğunu düşündü. O, Ozan'ın hayatı için bedenini satan bir sekreterdi; ama bu kart, onu geçici olarak bu dünyanın bir parçası yapıyordu. Butiğin sahibi olan zarif kadın, Rüzgar Aksel’in isteği üzerine Ece’ye yalnızca en göz alıcı tasarımları gösterdi. Ece, sade bir siyah elbise almak isterken, bir elbiseye takılıp kaldı: Koyu, kan kırmızısı, ipek bir elbise. Omuzları açıkta bırakan bu elbise, bir savaş zırhı kadar cesur ve bir fısıltı kadar baştan çıkarıcıydı. Elbiseyi giydi. Aynadaki kadın, artık o yırtık gömlekli, çaresiz Ece değildi. Bedeninin çizgilerini ustaca takip eden ipek, onda daha önce fark etmediği bir gücü ve dişi bir cazibeyi ortaya çıkardı. Gümüş bilezik, kırmızı kumaşın üzerinde tehlikeli bir ışıltıyla parlıyordu. "Bu elbise," dedi butik sahibi hayranlıkla. "Bay Aksel'in yanındaki yerinizi almanız için yaratılmış gibi. Kontrolü eline alan bir kadınsınız." Ece gülümsedi. Kontrol mü? Kontrolü elinde tutan Rüzgar'dı. Ama bu kırmızı elbise, onun savaş bayrağı olacaktı. Akşam. Limuzin, Ece'yi Boğaz manzaralı, tarihi bir köşke getirdi. İçerideki davet, İstanbul’un en güçlülerinin bir araya geldiği, zenginlik ve gizli anlaşmaların fısıldandığı bir sahneydi. Ece, davet alanına tek başına girdi. Herkesin bakışları üzerindeydi. Gümüş bilezikle süslenmiş eli, kırmızı ipeğin üzerinden kalbine uzanıyordu. Onu ilk gören Rüzgar oldu. Rüzgar, siyah, kusursuz bir smokin içinde, davetin merkezinde duruyordu. Yanında Melis Aksel vardı. Melis, buz mavisi, zarif ama güçsüz duran bir tuvalet giymişti. Melis’in yüzünde, kameralara yönelik, zoraki bir gülümseme vardı; ama gözleri, Rüzgar’a baktığında acı ve öfke doluydu. Rüzgar’ın gözleri Ece’ye kilitlendiğinde, salondaki tüm sesler sustu. Rüzgar’ın bakışı, sadece hayranlık değil, açıkça sahip olma isteği taşıyordu. O bakış, Ece’ye bir mesajdı: Beni dinledin. Artık tam bir tehditsin. Rüzgar, Melis’in kolunu bıraktı ve Ece’ye doğru yürüdü. Melis’in şaşkınlık ve öfke dolu sesi arkadan duyuldu: "Rüzgar! Nereye gidiyorsun?" Rüzgar, Melis'i tamamen görmezden geldi. Ece'nin önünde durdu. Vücut dilleri, aralarındaki yasak enerjiyi herkese haykırıyordu.Rüzgar, herkesin önünde, Ece’nin belini kavradı. Dokunuşu sertti, bir patronun sekreterini selamlaması gibi değil, bir erkeğin mülküne sahip çıkması gibiydi. Ece’nin nefesi boğazına tıkandı. "Mükemmel görünüyorsun, Ece," diye fısıldadı, sesi alçaktı ama Ece’nin beynine işliyordu. "Kırmızı, sana yakıştı. Benim rengim." Ece, etraftaki fısıltıları duyuyordu. Gazeteciler, iş adamları ve tabii ki Melis Aksel. Melis, arkalarında sinirle Rüzgar’ı izliyordu. "Bay Aksel," dedi Ece, profesyonel kalmaya çalışarak. "Teşekkür ederim." Rüzgar, Ece’yi kendine daha da yaklaştırdı. Vücutlarının arasındaki mesafe yoktu. Bir elini Ece’nin kolundaki gümüş bileziğe değdirdi, hafifçe sıktı. Bu, Ece'ye bir uyarıydı: Sözleşmemizi unutma. "Burada çok sıkıldım, Ece," dedi, gözleri etraftaki kalabalığı süpürüyordu. "Melis, babasıyla meşgul. Benimse acil bir işim var. Ve sen, benim yanımda kalacaksın." Rüzgar, Ece’yi salondan, arka koridorlara doğru çekmeye başladı. Ece’nin kalbi gümbürdüyordu. "Nereye gidiyoruz? Herkes bize bakıyor!" "Bırak baksınlar," diye hırladı Rüzgar. "Benim olanı kimsenin görmesinden çekinmem. Ama kimsenin görmeyeceği bir yerde bana ait olduğunu daha net hissedeceksin." Rüzgar, Ece’yi hızla arkadaki, personel tarafından kullanılan, loş bir koridora sürükledi. Koridorun sonunda, dışarıdan kilitli olması gereken, eski bir depolama odasının kapısını açtı. İçerisi karanlık ve tozluydu. Ece, odanın içine itildi. Kapı arkalarından sert bir sesle kapandı ve kilitlendi. Dışarıdaki davetin sesleri, kalın duvarların ardında boğuk bir fısıltıya dönüştü. "Burada mı?" diye fısıldadı Ece, sesi hem dehşet hem de karşı konulmaz bir heyecan taşıyordu. Rüzgar, Ece’yi duvarla kendi arasına sıkıştırdı. Kırmızı elbisenin ipeği, takım elbisesinin yünlü kumaşına sürttü. "Evet, Ece," dedi, nefesi sıcak ve tehditkârdı. "Halka açık alandan kaçış, her zaman daha tatlıdır. Bir fantezi, değil mi? Benim için değil. Benim için, bu bir tahsilat." Rüzgar’ın eli, kırmızı elbisenin sırtındaki fermuarı buldu. Yavaşça aşağı indirmeye başladı. İpek kumaş, Ece’nin sırtında usulca kayarken, Ece gözlerini kapatma ihtiyacı hissetti. "Aç gözlerini," diye emretti Rüzgar, sesi boğuktu. "Bana bak. Senin içinde yatan o arzuyu gizlemeyi bırak." Ece, gözlerini açtı. Rüzgar’ın gözlerindeki açlık, kendi içindeki bastırılmış arzuyu yansıtıyordu. Kırmızı elbise, ayaklarının dibine yığıldı. Rüzgar elini Ece'nin pürüzsüz teninde dolaştırırken gözlerindeki açlık daha da büyüdü. Kendi pantolonunu indirip Ece'yi kucağına aldığında zaman durmuş gibiydi. Ece'nin inlemeleri artınca sert bir şekilde ağzını kapattı. " Her ne olursa olsun sessiz ol." Ece dayanılmaz zevkin sesine yansımasına kızdı. Böyle olmamalıydı diye düşünürken Rüzgar'ın onu kucağından indirip arkasına geçmesiyle tüm düşünceleri dağıldı. çıplak vücudu buz gibi duvara tamamen yapışmış gibiydi. Rüzgar, Ece’yi duvardan ayırmadan önce son bir kez nefesini verdi. Ellerini Ece’nin çıplak sırtında gezdirdi, parmak uçları titriyordu. Bu adam, kontrolü elinde tutan soğuk milyarderdi; ama Ece, onun da bu yasağın ateşiyle yandığını biliyordu. "Yeter," diye fısıldadı Rüzgar, bir anlık duraksamayla. Sanki kendisini durdurmakta zorlanıyormuş gibiydi. "Şimdi değil. Daha büyük bir riskle tahsil etmemiz gereken zamanlar gelecek." Rüzgar, geri çekildi. Ece, sendeledi. Gözleri loş odanın içindeki toza, köşedeki eski eşyalara takıldı. Bu, onların gizli sığınağıydı. Ece, hızla yerde yığılmış kırmızı elbiseyi yakaladı. Panikle fermuarını yukarı çekmeye çalışırken parmakları titriyordu. "Yardım etmiyorum," dedi Rüzgar, Ece’nin mücadelesini izlerken. "Bu anın baskısını hisset. Unutma, Ece, sen bu anlaşmaya kendi isteğinle girdin." Ece, o anda Rüzgar'a karşı saf bir nefret duydu. Kendi çaresizliğini ona karşı bir silaha dönüştürüyordu. Elbiseyi hızla düzelttikten sonra, Rüzgar kapıya yaklaştı. Kapıyı açmadan önce Ece’ye döndü. "Dışarı çıktığında, sakin olacaksın. Bana bakmayacaksın. Ve en önemlisi," Rüzgar, Ece’nin bileğindeki gümüş zinciri okşadı. "Benden uzaklaşmak istediğine dair tek bir iz bile vermeyeceksin." Ece, kapana kısılmış bir hayvan gibi kafa salladı. "Git," diye emretti Rüzgar, kapının kilidini usulca açarak. "Benden hemen sonra çıkacaksın. Ve unutma, o borç..." Rüzgar, son bir kez Ece’nin gözlerine baktı. "O borç, daha yeni başlıyor. Bu gece, sadece küçük bir avanstı." Rüzgar, koridora çıktı. Ece, saniyeler saydı. Kalbi hala deli gibi çarpıyordu. Derin bir nefes aldı ve üzerindeki ipek kırmızı elbiseyle, az önceki yoğun anın tüm izlerini silmeye çalışarak kapıyı araladı. Dışarıdaki koridor boştu. Ece, hızla adımlarını davet alanına doğru yöneltti. Başını dik tuttu. Geri dönmek zorundaydı; Rüzgar'ın sekreteri rolüne, ve daha da önemlisi, Rüzgar'ın mülkiyeti rolüne geri dönmek zorundaydı. Geri döndüğünde, kalabalığın arasında ilk gözüne çarpan Melis Aksel oldu. Melis, yüzünde sahte bir gülümsemeyle bir iş ortağıyla konuşuyordu, ama gözleri Ece’nin üzerindeydi. Melis'in bakışları, Ece’nin yıpranmış ve hala sıcak olan teninde, aceleyle toparlanmış kıyafetinde bir şüphe izi arıyordu. Ece, duruşunu bozmadı. Rolünü oynamalıydı. Rüzgar ise, Melis'in hemen yanında, Ece'ye zafer dolu bir bakış atıyordu. Bu gece, Ece, Rüzgar'ın oyununda bir piyon olmaktan fazlasıydı: o, Rüzgar’ın yasak arzularının canlı kanıtıydı.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD