Kör Nota | Islak Cadde
Yeni yeni çiseleyen yağmurdan bakışlarımı çevirip karşımda oturan adama baktım. Çayımdan bir yudum aldığımda o da elindeki bardağı önüne bıraktı.
" Yağmur yağıyor. " dedim, hızlanan ve caddeyi dövmeye başlayan yağmura göz ucuyla bakıp.
" Islanmayı sever misin? " dedi, bakışlarını yan tarafına çevirip. Göremeyeceğini bile bile pencereden dışarıyı izliyordu.
" Kim sevmez ki!" dedim, soru sormaktan çok aksi mümkün olmayan bir durumu belli eder gibi.
Omzunu silkti. " Ben sevmem. "
Böyle bir cevap beklemediğimden dolayı kaşlarım çatılmıştı. Ben bir şey demeden burukça gülümseyip devam etti.
" Hayatımın kabusunda başrol oynayan bu ıslak doğa olayını, kimse benden sevmemi bekleyemez. "
" Neden? " dedim, öne doğru eğilip kollarımı masaya yasladım.
Dudaklarını yaladı, bakışlarını tekrar bana çevirdi. Gözlerime değil de biraz omzumun üzerinden bir yere bakıyor gibiydi. Ah! Ne çok isterdim gerçekten göz göze gelmeyi.
" Bunu anlatması güç. " dedi, çayından bir yudum alıp. " Hoş anlatır mıyım bilmem. "
" Anlatmanı isterim. "
Başını sallamakla yetindi. Ne yaşadığını merak ediyordum. Esasında onunla ilgili hiçbir şey bilmediğimi fark ettim. Bildiklerim de herkesin bildiği şeylerdi. Deniz, bana özel kendini açmamıştı hâlâ. Sadece kapağını gördüğüm bir kitaptı sanki. Sayfaları kilitli... Kilit ben de değildi, zaten dışarıdan da açılmıyordu. Kendisi içeriden açacaktı ve o izin verdikçe okuyacaktım.
Kafenin geniş camından tekrar dışarı baktığımda yağmur hâlâ yağıyordu ve cadde neredeyse bomboştu. Sanırım insanlar, yağmuru ve ıslanmayı gerçekten sevmiyorlardı. Ayağa kalkıp onunda elinden tutup kaldırdım.
" Nereye gidiyoruz? "
" Benimle dans eder misin, Deniz? "
" Burada mı? " dedi, kaşları yukarı doğru kalkarken.
" Hayır, " dedim. " Gel! "
Elinden tutup sürüklerken dışarı çıkardım onu. Bir adım atıp üstümüzü kapayan tenteden kurtulduğumuzda üzerimize gelen ıslakla Deniz'in ağzından kısa bir küfür kaçtı.
" Füsun, yağmuru sevmediğimi söyledim. "
Elinden tutup kaldırımın biraz daha ortasına getirdim ve onu yola, caddeye çıkardım. Bizi gören arabalar yanımızda korna çalarak hızla geçiyordu. Daha yeni çıkmışken yeterince ıslanmıştık ve yağmur da durmak üzereydi.
" Dans et. " dedim, " Lütfen! "
Derin bir nefes alıp ürkekçe kollarını iki yanına doğru açtı, başını gökyüzüne kaldırıp etrafında bir tur atarken ben de onu taklit ettim. Dönüşümüz bittiğinde ona doğru bir adım atıp ellerimi boynuna sardım. Elleri belimde yerini alırken kendimi tekrar geriye atıp hızla elimden tutmasına izin verdim. Salınarak ona sokulduğumda boşta kalan elini tekrar belime koydu ve yavaşça salınmaya başladık. Ona bu kadar yakın olmak kalbimin göğüs kafesinde horon tepmesine sebep oluyordu. Boynuna değen burnum, öylesine sarhoş edici kokuyla mücadele ediyordu ki dayanamayıp derin bir nefes aldım. Kulağıma değen dudaklarının gülümsediğini hissederken usul bir şarkı mırıldanmaya başladı.
" Başıma gelen en güzel şeysin... "
Geri çekildiğimde yüzüne baktım. Yağmurdan ıslanmış iki aptal, bu ıslak caddede öylesine umursamazca dans ederken dünyanın sadece bizim için yaratıldığını hissettim. Evren, tam bu caddeyi bizim için var etmişti. Yağmur yağdırmasının da başka bir açıklaması olamazdı. Mikail'in gülümsediğine yemin edebilirdim.
En derinlerde kulaç atmak istediğim deniz gözlerini, yüzümde gezdirip dudaklarıma doğru eğildi. Gelecek olan öpücüğe karşı dudaklarımı öne doğru büzerek kendimi hazırladığımda dudaklarımızı buluşturmaya az bir mesafe kalmıştı ama bir türlü öpmüyordu. Kapadığım gözlerimi açıp gözlerine denk geldiğimde bir tuhaflık vardı bakışlarında, eski boş bakışları yoktu.
" Görüyorum! " dedi, şaşkınlıkla. Başını geriye doğru atıp yüzüme, etrafına ve gökyüzüne baktı.
" Oha! " dedim. " Nasıl? "
Tekrar bana döndüğünde. " Ne yani. " dedi, yüzünü buruşturup " Eğer görmeseydim biraz önce ben bu suratı mı öpecektim? "
" A- anlamadım. " dedim, kekeleyerek.
" Habeş maymunu gibisin. "
" Ne? " dedim, bağırarak ama bir taraftan da gözlerim hızla doluyordu, ağlamak üzereydim. Şaşkınlığın ve öfkenin verdiği güçle elimi kaldırıp yüzüne en afilisinden bir tokat geçirdim.
" Füsun, benim lan Ekim. Ne vuruyorsun geri zekalı? "
Eliyle bir saniye yüzünü tutup sonra kollarıma uzandı beni sarsmaya başladı.
" Deniz bırak beni, bak yüzüne tükürürüm. "
" Ne Deniz'i? Uyan, uyan. "
Ağzımın içinde biriken tükürüğü Deniz'in suratına fişek gibi fırlattığımda küfrederek kollarımı bıraktı. Sinirle suratıma bakıp sinsice sırattı. " Bunu sen istedin, küçük maymun. "
Ben daha ne olduğunu anlamamışken yüzüme inen tokatla yatağımdan sıçrayarak doğruldum.
" N'oluyor? " dedim, ağlamaklı bir sesle.
" Ebenin nikahı oluyor. " dedi, tanıdık sinirli ses. Sanırım Ekim'di.
Öksürüp boğazımdaki kuruluğu gidermeye çalıştım. Ağzım zımpara teli gibi olmuştu.
" Bi' su verir misin? "
Ayak ucumdan kalkıp yarımını içtiği suyu getirdi. Şişeyi tekrar verirken " Daha iyi misin? " diye, sordu. İlkine göre sakindi sesi.
" Kabus gördüm. "
" Nasıldı? "
" Deniz'in gözleri açılıyordu. " dedim, başımı yatak başlığına yaslayarak.
" Neresi kabus bunun? "
" Beni beğenmiyordu. "
Gülerek ayak ucumdan kalkıp kendi yatağına geçti. " Bunun için mi tokat yedim ben? "
" Özür dilerim. " dedim, yavaşça gözlerimi kapatıp rüyanın etkisinden kurtulmaya çalıştım.
" Bunun hesabını daha sonra soracağım. " dedi, yatarken. Yorganı üzerine çekip boğuk çıkan sesiyle devam etti. " Şimdi uyu hadi. "
Bir şey demeyip ayağa kalktım. Pencereden dışarı baktığımda sabah olmak üzereydi. Boş sokağı izlerken derinlerden sabah ezanının sesini duydum. Dinlemek için pencereyi açtığımda birkaç saniye durmadan hemen kapattım. Dayanılmaz kuru bir soğuk vardı. Neredeyse Ocak ayına girecektik, dönem bitecekti ama hâlâ kar yağmamıştı. Köye çoktan bacak boyum kadar yağmıştı. En son ailemle konuştuğumda havadan, sudan muhabbetlerin baş kahramanı köydeki yaşantıyı bir süreliğine felç eden kardı. Neyse ki ilçeye on beş dakika kadar yakın mesafedeydik de belediye sorunlara daha erken müdahale edebiliyordu.
Telefonuma baktığımda babamdan iki cevapsız arama vardı. Yankı ile olan muhabbetten sonra hemen yurda gelip uyumuştum. Akşam yemeğine bile kalkmamıştım.
Normalde ulaşamayınca yurdu ayağa kaldıran babam, bu sefer sessiz kalmıştı ya da yine uyuduğumu tahmin ettikleri için sadece Feyza Hanım'ı aramakla yetinmiş de olabilirdi.
Her ebevyn gibi çocuklarının üstlerine titriyordu ailem. Babam annemden biraz farklıydı. Sevgisini belli edemezdi çoğu zaman. Öyle ki; kavga ettiğimizde bazen bana nefretini kusar bazen de güllerle bezenmiş afili bir tokadından bahşederdi. Ben de hep onu iyi bir baba olmadığından vurur, canını yakmaya çalışırdım.
Baskı, ezilme, hor görülme, hakaret, şiddetle geçen bir ergenliğin bendeki hasarı büyüktü. Derinlere işleyen bir şeyler vardı ama ben bunu insanlara yansıtmaktan hoşlanmıyordum. Onlarla arama koyduğum bir duvar vardı önümde. Gülümseme duvarı... Gülümse, espri yap, saçmala ve mutlu görün. Bütün prensibim buydu ve bu konuda oldukça iyiydim. Çoğu zaman gülümsemelerim samimiyetsiz değildi, içimden geldiği gibiydim, gerçekten eğleniyordum.
Eğer mutlu takliti yaparsak gerçekten mutlu olacağımızı bir yerlerde duymuştum. İlk başlarda öylesine uyduğum bu ilke, sonraları ciddi anlamda bana iyi gelmişti. Ama bir şeyler gerçekten derine işlediyse oralar ne onarılırdı ne de varlığı unutulurdu. Bir kuş yeni yeni kanat çırpmaya başladığında, uçmak için can attığında, gökyüzüne merak saldığında en güvendiği kişi, babası kanatlarını kırıyorsa kuş için gökyüzüne küsmekten başka bir seçenek kalmıyordu.
" Neden uyumuyorsun? " diye, sordu Ekim.
Sesiyle bakışlarımı penceredeki yansımamdan çekip ona döndüm sonra tekrar kendime bakmaya devam ettim. " Yankı. " dedim, " Sanırım benden hoşlanıyor. "
Bir süre sessiz kalınca yeniden konuşma ihtiyacı hissettim. " Bana şiir okudu, tabii ne olduğunu anlamadığım için popon önemli dedi. Yani normal arkadaşım olarak görmüyorum seni demek istiyor değil mi? "
Yatağıma oturup yüzünün birazını yorganın kapattığı Ekim'e baktım. Neden sessizdi böyle? Ben, Deniz'de olduğu gibi dalga geçer diye beklemiştim.
" Sen ne hissediyorsun? " diye, sordu düz bir sesle.
Omzumu silktim. " Yankı benim arkadaşım ve biliyorsun ben Deniz'i seviyorum yani öyle bir şeyler işte. "
Yine sessizliğe gömüldüğünde sabırsızca konuştum bu sefer. " Neden bir şey söylemiyorsun? "
İç çekip sırtını bana döndü. " Senin aşk hayatın gecenin daha doğrusu sabahın bu saatinde ilgimi çekmiyor. "
Başımı salladım ve sırt üstü yatağıma uzandım. Ona ne olduğunu, neden böyle yaptığını anlamamıştım. Ama bir şeylerin değiştiğini hissetmiştim. Aylardır tanıdığım Ekim bu değildi. Evet, herkese soğuktu fakat ben herkes miydim? Daha dün, okulda kendisi söylememiş miydi diğerlerinden farklı olduğumu. O halde şimdi neden soğuk yapıyordu ki sanki? Kafamda dönüp dolaşan sorularla uykuya dalmıştım. Sabah uyandığımda daha doğrusu öğlen uyandığımda dolabımın üstünde bir not vardı.
Okul için uyandırmak istemedim, gece kötü görünüyordun. Bugün güzelce dinlen, ben Sare'ye söylerim yerine imza atar. Geldiğimde ise rüyanı tekrar detaylı anlatırsın.
Ekim
Notu okuyup bir süre öylece kağıdın yüzüne baktım. Yankı ile ilgili bir şey dememişti. Ya ben bir şeyleri gözümde çok büyütüyordum ya da Ekim'le aramda sessiz, dile getirilmeyen bir sorun peydah olmuştu.
'Acaba' dedim, kendi kendime. 'Yok canım.' Saçma sapan düşünmeye bir son verip yerimden kalktım. Ayağımın çarşafa dolanmasıyla kollarımı iki yana açıp hemen dengemi sağladım. Ne oldu? Düşeceğim sandınız değil mi? Yemezler, arkadaşlar. Dikkatlice çarşaftan kurtulup koridora çıktım, lavobonun aynasından kendime bakarken arkamdaki kapıdan Niğman da odasıdan çıktı. Yansımadan yüzüne bakıp " Günaydın. " dedim, uyuşuk bir sesle.
" Günaydın. " dedi yanıma gelip " Ben de seni uyandırmaya geliyordum, kahvaltı yaparız. "
" Ne var kahvaltıda? "
" Poğaça getirdim. "
" Oh mis! Sen geç, geliyorum. "
Gülümseyip odasına gitti. Yan tarafımda duran kapıdan tuvalete girdim. Klozetin üstüne oturduğumda yavaş ritimle normalde hızlı söylenen bi şarkı mırıldanmaya başladım. Rüyamda Deniz'in bana söylediği şarkı geldi aklıma. İç çekip dirseğimi bacağıma yaslayıp yüzümü avcumun içine aldım.
Ne güzel sesi vardı öyle. Ses tonunun koynu olsaydı gider bir ömür orada uyurdum. Kapı tıkılatıldığında silkelenip belimi doğrulttum. " Kızım hadisene seni bekliyorum. " dedi, Niğman.
Sifonu çekerken " Tamam. " diye, bağırdım. Çıkıp elimi yıkayıp hızlıca odasına girdim. Masada, yanındaki sandalyeye oturdum. Birkaç poğaça, krem peynir, salam ve sallama çay vardı. İştahla yemeye başladığımda " İnsan bir yüzünü yıkar. " dedi, Niğman. Başımı kaldırıp yüzüne baktım. Yüzünde higlighterından tutun farına kadar bütün makyaj malzemeleri vardı. " Senin gibi her an böyle dolanmaktan iyidir. "
" Bakımlı birisiyim ben. "
" Bakkal Hüsamettin Amca da Niğman acaba bugün kaç numara pudra kullandı diyerek seni takip ediyordu. "
Saçını elinin tersiyle geriye atıp baygınca yüzüme baktı. " Çapaklı. "
Gülüp parmağımı yanağına değdirdim sonra elime bulaşan şeyleri alnıma sürdüm. " Alın yazımı, geleceğimi parlattım. "
Gözlerini kısıp alnıma doğru eğilip tekrar arkasına yaslandı. " Dalga geçmeyi kesmezsen üç vakte kadar dayak yiyeceksin " dedi, göz kırpıp " Parlak alın yazın öyle söylüyor. "
Yüzümü buruşturup tekrar kahvaltıma döndüm. " O kadar da parlak değilmiş. "
Güldüğünde telefonu çaldı. Islık sesi odayı doldururken arayan kişiye baktım. Ekranda Yavuz yazıyordu. Bana daha yakın olan telefonu alıp eline verdim. Ekrana bakıp meşgule attı, bir şeyler yazıp tekrar masaya koydu.
" Yankı' nın arkadaşı Yavuz Selim mi? " dedim.
Sırıttı. " Evet. "
" Ne ara aldın lan numarasını? "
" Biliyorsun beni, hızlıyımdır. " dedi, sigarasından bir dal alıp. " Emre'yle zaten yeni ayrıldık. Ne yapacaktım, dönmesini falan mı bekleyecektim? "
Gülerek başımı iki yana salladım. Klasik Niğman'dı işte. Şaşırmamak lazımdı. O böyleydi; ilişkilerde yeterince ciddiyeti ve hissiyatı göstermezdi. Ona göre bütün erkekler, eğlenmelik kaşardı. Hiç birisini gerçekten önemsemiyordu. Onu bundan dolayı hiçbir zaman yargılamadım. Herkesin kendine göre doğruları ve kuralları vardı. Ama şunu biliyordum ki; bu kadın gerçekten sevmeye ve sevilmeye açtı. Artık bedeninin değil, ruhunun sevişmesi gerekiyordu.
Biten sigaramın izmaritini dibinde su olan pet şişenin içine atıp üzerimi değiştirmek için odama geçtim. Tabii önce yüzümü yıkamalıydım.
¤¤¤¤¤
Yeni yeni çiseleyen yağmurdan bakışlarımı çevirip karşımda oturan adama baktım. Çayımdan bir yudum aldığımda o da elinde ki bardağı önüne bıraktı.
Niğman'la kahvaltı yaptıktan sonra Deniz ile bulaşmak için kafeye gelmiştim. Ama gördüğüm rüyanın etkisinden midir bilmem pek tadım, tuzum yoktu.
" Hadi ama. " dedi, gülümserken " Bir rüya için bana bozuk atacak değilsin ya. "
Omzumu silktim. Ona rüyanın sadece küçük bir kısmını anlatmıştım; bana habeş maymunu dediği yeri. Tamamını kesinlikle anlatamazdım. Zaten benim de pek anladığım söylenemezdi. Sessiz kalınca yeniden konuştu. " Sen gerçekten çok güzel bir insansın. "
Bakışlarımı çayımdan kaldırıp yüzüne baktım. Asıl o benim gördüğüm en güzel insandı. " Tamam, tamam inandım. " dedim, kıkırdayarak. Daha fazla uzatacak değildim. Altı üstü saçma sapan bir rüyaydı.
" Yağmur yağıyor. " dedim, hızlanan ve caddeyi dövmeye başlayan yağmura göz ucuyla bakıp.
" Islanmayı sever misin? " dedi, bakışlarını yan tarafına çevirip. Göremeyeceğini bile bile pencereden dışarıyı izliyordu.
" Kim sevmez ki! " dedim, soru sormaktan çok aksi mümkün olmayan bir durumu belli eder gibi.
Omzunu silkti. " Ben sevmem. "
Böyle bir cevap beklemediğimden dolayı kaşlarım çatılmıştı. Ben bir şey demeden burukça gülümseyip devam etti.
" Hayatımın kabusunda baş rol oynayan bu ıslak doğa olayını kimse benden sevmemi bekleyemez. "
" Neden? " dedim, öne doğru eğilip kollarımı masaya yasladım.
Dudaklarını yaladı, bakışlarını tekrar bana çevirdi. Gözlerime değil de biraz omzumun üzerinden bir yere bakıyor gibiydi. Ah! Ne çok isterdim gerçekten göz göze gelmeyi.
" Bunu anlatması güç. " dedi, çayından bir yudum alıp. " Hoş anlatır mıyım bilmem. "
" Anlatmanı isterim. "
Başını sallamakla yetindi. Ne yaşadığını merak ediyordum. Esasında onunla ilgili hiçbir şey bilmediğimi fark ettim. Bildiklerim de herkesin bildiği şeylerdi. Deniz, bana özel kendini açmamıştı hâlâ. Sadece kapağını gördüğüm bir kitaptı sanki. Sayfaları kilitli... Kilit ben de değildi, zaten dışarıdan da açılmıyordu. Kendisi içeriden açacaktı ve o izin verdikçe okuyacaktım.
Kafenin geniş camından tekrar dışarı baktığımda yağmur hâlâ yağıyordu ve cadde neredeyse bomboştu. Sanırım, insanlar yağmuru ve ıslanmayı gerçekten sevmiyorlardı. Ayağa kalkıp onunda elinden tutup kaldırdım.
" Nereye gidiyoruz? "
" Benimle dans eder misin, Deniz? "
" Burada mı? " dedi, kaşları yukarı doğru kalkarken.
" Hayır, " dedim. " Gel! "
Elinden tutup sürüklerken dışarı çıkardım onu. Bir adım atıp üstümüzü kapayan tenteden kurtulduğumuzda üzerimize gelen ıslakla Deniz'in ağzından kısa bir küfür kaçtı.
" Füsun, yağmuru sevmediğimi söyledim. "
Elinden tutup kaldırımın biraz daha ortasına getirdim ve onu yola, caddeye çıkardım. Bizi gören arabalar yanımızda korna çalarak hızla geçiyordu. Daha yeni çıkmışken yeterince ıslanmıştık ve yağmurda durmak üzereydi.
" Dans et. " dedim, " Lütfen! "
Alnına yapışan ıslak saçlarını geriye doğru itip gülümsedi kocaman. Dudaklarının kıvrımlarına, kısılan gözlerine, gözlerinin kenarlarında oluşan kırışıklara -kaz ayağı- hayranlıkla baktım. Oralara bir yerlere kendimi saklayıp dünyadaki tüm kötülüklerden saklanmak istedim. Uzanıp elimi tuttu. Devamını bildiğim bu dans sahnesini rüyadaki gibi devam ettirmekten korkutuğum için serçe parmağımı serçe parmağına geçirip bağırdım. " Tey, tey, tey! "
" Dans? " dedi, şaşkınlıkla sallanan koluyla dengede kalmaya çalışarak.
" Bu da dans. " dedim, " Halay çekeceğiz. "
Ayaklarımla saçma bir ritim tutup yol boyu sekmeye başladım, o da bana elinden geldiği kadar ayak uyduruyordu.
" Ne demiş Mahmut abi? " dedim.
Kahkaha attı. " Ne demiş? "
Tabii, adam Beethoven'larla büyümüş birisi normaldi bilmemesi.
" Mantık seni A noktasından B noktasına götürür ama halay her yere. " diye, tamamladım.
Gülerek devam ederken halay çekmeye, kafeden baya uzaklaşmıştık. Tanrı, bu caddeyi, yağmuru kim için yaratmıştı bilmem ama ellerimin kenetlendiği eller tam da ait olduğu yerdeydi. Mantık dışı bütün olgular beni bu yağmurda, ıslak caddede hiç bilmediğim yerlere götürüyordu.
Ve benim adımlarım, heyecanla koşarcasınaydı.
¤¤¤
28.05.2019 | 18.40