Işıltılı New York gecesine doğru kadehimi kaldırdım. Üzerimde çok şık gümüş rengi minicik bir etek vardı. Neredeyse eğilsem kalçalarım gözükecekti… Aynı kumaştan bir sutyen üzerine de siyah bir ceket giymiştim.
Burası Amerika’ydı. Burada herkes böyle rahattı. Seksi giyinince Türkiye’de ki gibi bön bön bakmazlardı.
Köklerim çok farklıydı ama bende böyle biriydim işte farklı ve asi… Köklerine, geldiği Mezopotamya topraklarına saygı duyacak kadar geleneksel ama nasıl iyi yaşanır bilecek kadar Batılı…
Arkadaşım John belime sarıldı. Onlarla İngilizce konuşuyordum ve İngilizcem elbette ana dilim gibiydi neredeyse.
“Harikasın bebeğim!” dedi John beni yanağımdan öperek. “Okulu bitirdin hatta staj yaptığın yerden iş teklifi bile aldın!”
“Evet!” dedim gülümseyerek. Onun arkasından Robert, Amelia ve Sophia geldi.
“Bu terasta kıçım dondu!” diye söylendi güzeller güzeli arkadaşım Sophia. “Hadi içeri girelim. Asıl eğlence orada! Ayrıca gözlerine bile inanamayacağınız kadar yakışıklı bir herif içeriye giriş yaptı. Hem de bir sürü korumasıyla!”
Aklıma bizim oralardaki mafya mı ağa mı ne bok olduğu belli olmayan adamlar geldi. Ama Urfa’dan kilometrecelerce uzaktaydık. Hem öyle heriflerin burada ne işi olurdu ki? Onlar köylü köylü takılmaktan başka ne bilirlerdi?
“Hadi girelim bakalım,” dedim gülümseyerek. Bu gece burada mezun olmamın ve yeni bir iş bulmamın şerefine kutlama yapıyorduk.
Hep birlikte içeri girip masamıza oturduk. Soph ve Amy kendi aralarında gülüşüp yeni gelen adama bakıyorlardı. Adama sırtım dönük olduğu için henüz görmemiştim. Umrumda da değildi açıkçası.
“Aaa hadi ama, yeter!” diye isyan etti John. “O kadar da yakışıklı değil.”
“Kadınlar neden kendilerine değer veren, onlara bebek gibi bakan adamlar varken böyle tipleri severler?” Robert yine masaya bir Meksika açmazı sunmuştu.
“Hiç sırası değil,” dedi Amy ters ters.
“Bad boy severiz,” dedim gülerek.
“İyi bok yersiniz,” dedi Robert.
“Hadi tamam,” diye araya girdi Soph. “Havin, hadi şişe çevirmece oynayalım.”
“Ne?” diyerek güldüm. “Henüz kafam o kadar güzel değil.” Sonra bir gülme krizine girince zar zor konuştum. “Tamam güzelmiş kafam. Hadi oynayalım.”
Boş bira şişesini masamıza koyduk. Tam o sırada hoparlörden seksi bir müzik yükseldi ve gece kulübünde fantazi giyimli kadınlar bar standının üzerindeki direklerinin başlarına geçtiler. Kalabalıktan coşkulu bir çığlık yükseldi.
“Şştt,” dedi Sophie, aval aval kadınlara bakan erkeklere kızarak. “Odaklanın, oyun oynuyoruz.”
“Tamam hadi çevir Havin,” dedi Amelia.
Şişeyi tuttum ve hızla çevirdim. Şişenin tabanı Sophia’ya ucu da bana denk geldi.
“Doğruluk mu cesaret mi Havin, söyle bakalım.”
“Doğruluk,” dedim kaçamak oynayarak.
Gruptan itirazlar yükseldi. “Hadi ama Havin, herkes bilir ki doğruluk demek kaçak dövüşmektir. Hem sıçtığın boka kadar biliyoruz kızım biz, neyi öğreneceğiz senden?”
“Cesaret de!”
Sonra hepsi bir ağızdan başladı. “Cesaret de! Cesaret de! Cesaret de!”
“Ay tamam!” dedim gülerek. “Cesaret! Gönder gelsin!”
Sophia hınzır bir şekilde gülümsedi. “Tamam!” dedi. “Bunu sen istedin!”
“Ben bir bok istemedim!” dedim korkarak. Hepimizin Sophia’nın ne kadar çılgın olabileceğini biliyorduk.
“Mızıkçılık yapma. Görevin; şu yeni gelen gizemli adam. Hadi gidip ona kucak dansı yap bebeğim! Ama tüm hünerlerini göstermeni istiyorum.”
“Ne?” dedim gülerek. “Hayatta olmaz.”
Bu sefer hepsi bir ağızdan “Yap! yap! Yap! Yap!” Diye tezahürata başladıklarında pes ettim ve ayağa kalktım.
“Kafam bu kadar güzel olduğu için şanslısınız.”
Hepimiz gülüşürken sonunda arkamı döndüm ve şu anlata anlata bitiremedikleri “bad boy”a sonunda bakmaya karar verdim… Az sonra kucak dansı yapacak olduğum adama…