Ayışığı Lisesi’nin yeni bilgisayar laboratuvarı sonunda hazırdı. Sıralar pırıl pırıl, ekranlar yepyeniydi. Öğrenciler içeri girince gözleri büyüdü.
Altan tahtanın önünde durdu:
— “Arkadaşlar, bu dönem biraz farklı bir yöntem deneyeceğiz. Ufak bir rehberlik testi hazırladım. Sorular basit; amaç zekâ, dikkat ve sabrı ölçmek. Bilgisayarlarınızdan giriş yapabilirsiniz.”
Öğrenciler homurdanarak bilgisayarlara oturdu. Çoğu klasik test sorularıyla uğraşırken, Altan arka sıradan herkesi kendi ekranından izliyordu. Kimin nerede takıldığı, kimin pes ettiği tek tek not defterine düşüyordu. Yıllardır yaptığı iş buydu: okullara rehber öğretmen olarak gidiyor, hem laboratuvarların kurulmasına ön ayak oluyor hem de gizli yetenekleri bulup doğru kanallara yönlendiriyordu. Ama bu defa başka bir sebebi daha vardı.
Kraliçe’nin sinyalleri bu bölgeden geliyordu. Sunucular daraltılmış, izler silinmişti ama bir nokta yakalanmıştı: bölgedeki tek lise. Altan bu yüzden tayin istemişti.
Derken gözü Meltem’e takıldı. Başını yana eğmiş, parmakları klavyede dans ediyordu. Ama test sorularını çözmek yerine, sistemde gizlenmiş ipuçlarını fark etmişti.
Yan sıradaki Ayşe fısıldadı:
— “Sorular çok kolay. Sen niye öyle bakıyorsun ekrana?”
Meltem sırıtıp mırıldandı:
— “Ben test çözmüyorum Ayşe. Ben hazine avındayım.”
Altan’ın dudaklarının kenarı kıvrıldı. İçinden, “İşte başladı…” diye geçirdi.
Dakikalar ilerledi. Meltem ipuçlarını hızla çözdü, bağlantıyı takip etti. Derken Altan’ın kendi bilgisayarına kadar uzandı.
Altan’ın gözleri kısıldı. “Neredeyse bana sızıyor… Demek ki Kraliçe bu kız.”
Bir tuşa dokundu ve bağlantıyı kesti. Meltem’in ekranında dev kırmızı yazı belirdi:
“Eyvah, yakalandın!”
Meltem kahkaha atınca sınıf bir an ona döndü. O ise masum bir ifadeyle omuz silkmişti.
Sonra tüm ekranlar kararır gibi oldu ve 18 bilgisayar aynı anda ötmeye başladı:
BİP! BİP! BİP!
Ekranlarda kocaman yazıyordu:
“BEN ÇOK MERAKLIYIM!!!”
Sınıf paniklemişti.
— “Hocam, bilgisayar bana bağırıyor!”
— “Vallahi ben meraklı değilim, yanlışlıkla oldu!”
Altan alarmı sustururken gözlerini Meltem’den ayırmadı. Oyunbozan bir sırıtış, her şeyin cevabıydı.
Altan sınıfa dönüp ciddi bir ses tonuyla konuştu:
— “İşte çocuklar, hayattaki en önemli ders: Merak iyidir… ama fazlası gürültü çıkarır.”
O an Altan emin olmuştu. Yıllardır peşinde oldukları “Kraliçe” işte orada, bir lise sırasının ardında oturuyordu. Ama hemen açığa çıkarmayacaktı. Önce onun kendisini fark etmesini, kendi isteğiyle bu oyunun içine girmesini bekleyecekti.
Bir hafta sonra rehberlik görüşmeleri başlamıştı. Altan odasında, masasına Meltem’in dosyasını bıraktı. Kapı çalındı, ardından Meltem içeri girdi.
— “Hoş geldin Meltem. Nasılsın?” diye sordu Altan, yüzünde ciddi ama gözlerinde belli belirsiz bir parıltıyla.
Meltem omuz silkti.
— “İyiyim. Dünya yanıyor, biz hâlâ tercih listesi yapıyoruz.”
Altan gülmemek için dudaklarını ısırdı. Masanın arkasında ciddi görünmeye çalışıyordu ama zihninde tek bir düşünce vardı: “Kraliçe burada, önümde oturuyor.”
— “Sana birkaç soru soracağım. Küçük bir test.”
Meltem kollarını göğsünde kavuşturdu.
— “Yine test mi? Bari ödül var mı?”
— “Olabilir,” dedi Altan, bakışlarını sabit tutarak. “Diyelim ki bir ormanda yürüyorsun, üç yol çıktı: biri ışıl ışıl, biri karanlık, biri dikenli. Hangisini seçersin?”
— “Işıl ışıl olanı. Kesin Wi-Fi vardır.”
Altan’ın dudakları seğirdi ama boğazını temizleyip defterine bir şeyler karaladı.
— “Peki, bir bilgisayarda üç dosya var: Sır, Gelecek, Geçmiş. Hangisini açarsın?”
Meltem göz kırptı.
— “Tabii ki Sır. Geçmiş ders notları, gelecek sınav sonuçları… ikisi de moral bozar.”
Altan deftere not düştü: “Cevaplar: tehlikeli derecede meraklı.”
— “Son soru,” dedi Altan. “Bir hazine sandığı bulsan, içinde ne olmasını isterdin?”
Meltem hiç düşünmeden cevapladı:
— “Parola.”
Altan başını kaldırdı, kaşlarını hafifçe çatmıştı.
— “Parola mı?”
— “Evet. Çünkü sandığı açan değil, şifreyi çözen kazanır. Parola varsa oyun vardır.”
Altan’ın içinden bir ürperti geçti. “Şüphe kalmadı. Bu kız gerçekten Kraliçe. Ama hâlâ farkında değil… ya da farkında değilmiş gibi yapıyor.”
Meltem kalkarken alaycı bir gülümseme takındı.
— “Bu görüşme çok aydınlatıcı oldu hocam. Şimdi geleceğim için daha da endişeleniyorum.”
Altan gözlerini kısmadan, ağır ağır konuştu:
— “Endişelenme Meltem. Gelecek seni korkutmaz… Sen geleceği korkutursun.”
Meltem kapıdan çıkarken bir an duraksadı, sonra kendi kendine fısıldadı:
— “Ciddiyetin arkasına saklanmış bir korsan… Ama benim kadar iyi olamaz.”
Altan ise sandalyesinde geri yaslanmıştı. İçinde gizli bir sabır vardı. Onun oyuna kendi isteğiyle girmesini bekleyecekti. Çünkü Kraliçe’yi yakalamanın tek yolu buydu.