Meltem ile Altan, eve dönerken arabada uzun uzun konuşmuşlardı. Söyleyeceklerini önceden planlamaları gerekiyordu. Altan çok netti:
Onu kimin kurtardığını anlatmayacaktı.
Kaçırılma sebebini bilmediğini söyleyecek, adamların yüzlerinin maskeli olduğunu, bu yüzden kim olduklarını göremediğini aktaracaktı.
Yalnızca son kısımda, yani “Altan Hoca sayesinde ailesine teslim edildiğini” dile getirecekti.
Gerisi sır olarak kalmalıydı. Tayfa’dan, depodaki baskından, sorgudan… hiç kimsenin haberi olmayacaktı.
Altan’ın adı işin içinde geçecekti ama sadece tek bir cümleyle: “Aynı okulda öğretmen olduğum için hedef seçildim.”
Meltem eve döndüğünde ailesi ona sımsıkı sarıldı. Anne gözyaşları içinde yemek hazırlıyor, baba evin kapısını defalarca kilitlemeden içi rahat etmiyor, ağabeyi gölge gibi peşinde dolaşıyordu. Meltem’in attığı her adımda üçü birden nefesini tutuyordu.
Planladıkları gibi anlattı:
“Yüzlerinde maske vardı… beni bir depoya götürdüler. Nedenini söylemediler. Altan Hoca sayesinde kurtuldum. Daha fazlasını bilmiyorum.”
Eve gelen polisler de aynı ifadeyi aldı. Altan çoktan karakola gidip resmi ifadesini vermişti. Raporlarda Meltem’in söyledikleriyle aynı cümleler yer aldı.
Ama… içten içe hiçbir şey bitmemişti.
Altan, odasına çekildiğinde hemen bağlantıya geçti. Uzun süredir büyük operasyonlarda koordineli çalıştığı MİT Başkanı Yavuz Bey hattaydı. İkisinin arasında artık sır kalmamıştı.
“Yavuz Bey,” dedi Altan, sesi kararlıydı. “Er tuğrul meselesi artık kişisel değil. Bunu kökten çözmemiz gerekiyor.”
Yavuz Bey çoktan hazırlığını yapmıştı. Polis ve jandarmadan özel seçilmiş isimlerle bir ekip kurulmuştu. Her biri eğitimli, her biri sessiz ama etkiliydi. İçlerine ayrıca MİT’ten bir adam da yerleştirilmiş başına da Baran komide getirilmişti.
Artık iş resmiydi. Her şey kayıt altına alınıyor, adımlar dikkatle atılıyordu. Bu defa hata yoktu, geri dönüş yoktu.
Altan içinden geçirdi: “Meltem güvende. Şimdi sıra Ertuğrul’un hesabını kapatmakta.”
Geçen birkaç gün boyunca Meltem, annesinin kolunun sıcaklığında, babasının gözeten bakışında, ağabeyinin kıskanç korumalığında boğuluyordu. Güvende olduğunu biliyordu, evin dört duvarı arasında nefes alıyordu. Fakat zihninde yankılanan sorular, onu her geçen gün daha da daraltıyordu.
O adamların neden onu seçtiğini bilmiyordu. Maskelerin ardındaki yüzleri görememişti. Konuşmalar ise bir türlü anlam taşımıyordu. Parça parça cümleler, yarım kalan imalar… hiçbir şey açık değildi.
Ama bir şeyden emindi:
Bir an önce evden çıkmalı, Tayfa’nın yanına gitmeli, Altan’ın gözlerinin içine bakıp gerçeği öğrenmeliydi.
Ev, Meltem için artık bir sığınak değil, görünmez duvarları olan bir hapishaneye dönmüştü. Babası, okul müdürüyle konuşup onun için bir hafta izin almıştı. Ne ders, ne arkadaş, ne de rutin… Sadece sessizlik.
Arkadaşları okul çıkışı uğruyor, hediyeler getiriyor, kahkahalarla moral vermeye çalışıyordu ama hiçbir şey yetmiyordu. Onlar gider gitmez ev yeniden loş ve ağır bir sessizliğe gömülüyordu.
Babası işi eve taşımış, gözünü ondan ayırmaz olmuştu. Annesi, mutfakla salon arasında sürekli koşturuyor ama her defasında Meltem’in yanına dönüyordu. Ağabeyi odasının kapısında devriye geziyor gibiydi.
Sanki hepsi, tek bir şey için sözleşmişti: Onu dışarı çıkarmamak.
Meltem’in elinden bilgisayarını, tabletini almışlardı. Telefonunu eline aldığı her seferde, annesi yanında bitiveriyordu. Sosyal medyada iki kelime bile yazamadan “Ne yapıyorsun kızım?” sorusu geliyordu.
Meltem önce sabretmeye çalıştı. Kitap okudu, müzik dinledi, hatta kendi kendine yazılar karalamaya girişti. Ama olmadı. Zihninde sürekli aynı soru dönüyordu:
“Neden ben? Neden beni kaçırdılar?”
Cevabı Altan’da ve Tayfa’daydı. Evde oturarak öğrenemeyeceğini biliyordu.
O yüzden kararını verdi. Küçük kaçamaklar yapmalıydı. Gözleri, evin pencerelerine, kapı kilitlerine, babasının anahtarlarına kayıyordu.
Bir sabah, kahvaltı masasında gözlerini tabağa dikmiş halde, içinden geçirdi:
“Böyle devam ederse deliririm. Bir yol bulacağım… çıkacağım buradan.”Akşamın serinliği camdan içeri süzülürken ev, her zamanki gibi sessizdi. Meltem, oturma odasında kitap okuyor gibi yapıyordu ama gözleri satırlardan çok pencerenin pervazında geziniyordu.
“Çöpe çıkacağım,” dedi aniden, annesine bakmadan.
Annesi mutfaktan seslendi:
— Çöpü ben atarım kızım, sen otur.
Meltem dişlerini sıktı. İçinden, “Bir gün çöp de özgürlük sembolü olacakmış, ha?” diye geçirdi.
Gece yarısı herkes odasına çekildiğinde planını devreye soktu. Sessiz adımlarla kapıyı araladı, pijamalarının üzerine kapüşonlu bir hırka geçirmişti. Ayak parmaklarının ucunda yürüyerek merdivenden indi. Kapının sürgüsünü usulca kaydırırken, kalbi deli gibi çarpıyordu.
Tam elini kapının koluna uzatmıştı ki, arkasından derin bir ses geldi:
— “Nereye gidiyorsun, kız?”
Meltem irkildi, kalbi boğazına sıçradı. Döndüğünde abisi Mertcan, kollarını göğsünde kavuşturmuş, alaycı bir gülümsemeyle ona bakıyordu.
Meltem dudaklarını büzüp, suçüstü yakalanmış bir çocuk gibi kıkırdadı:
— Şey… su içmeye inmiştim?
— Hı hı, — dedi Mertcan kapüşonunu işaret ederek. — Gece yarısı su içmeye montla iniyorsun yani?
Meltem’in gözleri doldu, yutkundu. Kaçış oyunu bir anda boğazında düğümlendi.
— Abi… çok sıkıldım… ne kadar devam edecek bu böyle? Adamlar beni kaçırdı, nedenini bile bilmiyorum. Ama sanki siz beni cezalandırıyorsunuz. Hiçbir şey yapmama izin yok… nefes alamıyorum artık.
Gözyaşları yanaklarından süzülürken sesi titriyordu.
Mertcan’ın yüzündeki alaycı ifade yavaşça silindi. İki adımda yanına gelip kollarını kardeşinin omzuna sardı.
— Ah be deli kız… seni cezalandırmıyoruz ki. Sadece korkuyoruz. Seni bir daha kaybetmek istemiyoruz.
Meltem, abisinin göğsüne kapanıp hıçkırıklarını tutamadı.
— Ama ben de bilmiyorum abi, neden beni aldılar… niye seçtiler…
Mertcan saçlarını okşadı, gözleri kararlıydı:
— Tamam. Ağlama artık. Sana yardım edeceğim. Dışarı çıkmanın bir yolunu bulacağız. Ama birlikte. Anlaştık mı?
Meltem burnunu çekti, gözyaşlarının arasından küçük bir gülümseme belirdi.
— Anlaştık.
Mertcan kaşlarını kaldırıp sırıttı:
— Ama söz ver, bir daha gece yarısı kapüşonla su içmeye kalkışma. Yoksa annem ikimizi de çamaşır suyuna yatırır.
Meltem ilk kez kıkırdadı, gözyaşlarıyla birlikte içinden geçen sıkıntı da hafiflemişti.