Ertesi sabah kahvaltı sofrasında sessizlik hâkimdi. Meltem tabağındaki zeytine, ekmeğe dokunmadan oturuyor, gözlerini bir noktaya sabitlemişti. Babasının kaşları çatık, annesinin bakışları kızının üzerinde asılıydı.
Tam o sırada Mertcan boğazını temizleyerek sessizliği yardı:
— Baba, biz Meltem’le biraz dışarı çıkacağız, dedi.
Babasının kaşığı havada asılı kaldı. Şaşkın bakışla oğluna döndü:
— Ne dışarısı? Daha yeni yaşadıklarımız…
— Deniz havası alalım, diye kesti Mertcan sözünü. Evde boğuluyor. İnan bana, ona iyi gelecek. Ben yanındayım.
Meltem ilk kez başını kaldırdı, gözlerinde kırılgan ama umutlu bir parıltı belirdi. Annesi, babasına sessizce “belki iyi olur” der gibi baktı. Uzun bir duraksamanın ardından baba derin bir nefes aldı:
— Peki… ama dikkatli olacaksınız. Telefonunu açık tutacaksın Mertcan.
— Merak etme, bizde sorun yok, dedi Mertcan güvenle. Sonra Meltem’e dönüp göz kırptı: — Hadi bakalım küçük hanım, hazırlan. Deniz seni bekliyor.
Kısa bir süre sonra, babalarının arabasıyla deniz kenarında sessiz bir koya vardılar. Rüzgârın getirdiği iyot kokusu içlerini ferahlatıyordu. Mertcan arka koltuktan bir poşet çıkardı, içinden iki meşrubat aldı. Kayalıklara doğru yürüyerek oturdu ve yanındaki boşluğu işaret etti:
— Hadi bakalım, otur.
Bir süre sessizlik içinde denizi seyrettiler. Dalga sesleri aralarındaki tek konuşma gibiydi. Sonunda Mertcan gözlerini kardeşine çevirdi:
— Anlat bakalım.
Meltem dudaklarını ısırdı. — Ne anlatayım abi?
Mertcan’ın bakışları sertleşti ama sesinde sıcak bir titreme vardı:
— Beni aptal mı sanıyorsun? Belli ki bir şey var. İhtiyacın yardım mı, sırdaş mı, bilmiyorum. Belki çözüm bulamam. Ama bil ki, yanında olurum. Seni kaybetmekten ödüm koptu, Meltem. Bir daha asla.
Bu sözler Meltem’in gözlerini doldurdu. Abisinin omzuna kapanarak hıçkırdı.
— Tamam… anlatacağım. Nereden başlayayım?
Biraz toparlandı, ardından üstünkörü, kimliğini açık etmeden anlatmaya koyuldu. Bilgisayarı kendi kendine nasıl kurcaladığını, darkweb’de gezinirken “Korsan ve Tayfaları” adlı bir gruba denk geldiğini, yaptıklarının insanlara yardım için olduğunu, merakına yenilip kurcaladığını söyledi. Sonra, tesadüfen Korsan’ın kimliğini öğrendiğini, belki de bu yüzden hedef seçildiğini anlattı.
— Ama… sanırım onlar sadece beni sıradan bir lise öğrencisi sandılar. O yüzden ellerinden kolayca kurtuldum, — dedi sesi titreyerek.
Mertcan uzun süre sessiz kaldı. Denizi izlerken yüzündeki ifade, Meltem’i endişelendirdi. “Keşke anlatmasaydım,” diye düşündü. “Şimdi beni çocuklukla suçlayacak.”
Sonunda Mertcan başını çevirdi, bakışları kararlıydı:
— Yani bu ‘Korsan’ dediğin… Altan, öyle mi?
Meltem usulca başını salladı.
— Ve sen onun ve tayfasının yanına gitmek istiyorsun…
Cümle havada asılı kaldı. Meltem’in kalbi deli gibi çarpıyordu. Söyleyecek kelime bulamadan, dudaklarını araladı.
Birden Mertcan ayağa kalktı. Elindeki şişeyi hızla kayalıklara savurdu. Camın patlama sesi, deniz uğultusuna karıştı. Sonra kardeşine döndü. Kaşları çatık, dudaklarının kenarında belli belirsiz bir tebessüm vardı:
— Hadi gidelim bakalım.
Meltem şaşkınlıkla irkildi. — Ne?.. Nasıl yani?
Ama Mertcan çoktan arabaya doğru yürümeye başlamıştı. Birkaç adım ilerledikten sonra durdu, arkasına döndü:
— Ee, hadi gelmiyor musun?
Meltem’in kalbine bir anda korku ve heyecan doldu. Dudaklarına istemsiz bir gülümseme yerleşti. Ayağa kalktı, saçlarını geriye savurdu.
— Geliyorum abi!
Ve o an, kayalıkların üzerinde bir kıvılcım parladı. Belki de hayatının en büyük macerası şimdi başlıyordu.