Aradan birkaç hafta geçmişti. Meltem’in hayatı eski rutinine dönmüş gibiydi. Sanki hiç kimseyle tanışmamış, o villa kapısından hiç içeri adım atmamıştı. Altan’a okul dışında ulaşamıyordu. Bir şeylerin peşinde olduklarını seziyordu ama kendisini işin dışında tuttuklarını da anlamıştı. Fazla kurcalamıyordu; gerek görseler zaten çağırırlardı. O günden sonra yüz yüze gelmemişlerdi ama bilgisayar başında sohbetler devam ediyordu. Tayfa’yı sevmişti; dünya yansa umurlarında olmayacak bir halleri vardı, o rahatlığa gıpta ediyordu.Hepsi hakkında araştırma yapmış hayat hikayelerini öğrenmiş ama fark ediyordu ki bu hikayelerin altında farklı hikayelerde vardı.
O gün okul çıkışı içindeki kıpırtıya engel olamadı. Altan’ın doğum günü olduğunu bir şekilde öğrenmişti. Sessizce hazırlığını yaptı; küçük ama özenle seçtiği bir pasta aldı. Taksi villanın önünde durduğunda, heyecandan avuçları terlemişti. Bahçe kapısından içeri girdiğinde ise hiç beklemediği bir manzarayla karşılaştı.
İleride Altan, on altı–on yedi yaşlarında bir çocuğun omzuna elini koymuş, alçak sesle konuşuyordu. Çocuğun gözleri kıpkırmızıydı; yumrukları sıkılı, dudakları titriyordu. Gözyaşlarını bastırmak için dişlerini sıkıyor gibiydi.
Altan’ın sesi sakindi ama tonunda tartışmaya yer yoktu:
— “Bak, merak etme. O iş bizde. Bundan sonra seni kimse üzemez. Tamam mı?”
Çocuk sessizce başını salladı. Altan kolunu omzuna doladı, kapıda bekleyen arabaya bindirdi. Kapıyı kapatırken hâlâ fısıldıyordu:
— “Sakin ol. Bundan sonrası bizde.”
Motor çalıştı, araba ağır ağır uzaklaştı. Altan arkasını döndüğünde, elinde kutu pasta ile kapının girişinde dikilen Meltem’i gördü. Donmuş gibi kıpırdamıyordu.
Önce şaşkınlık, ardından yüzüne gölge gibi bir sertlik indi. Dudaklarından çıkan ilk söz, niyetinden daha sertti:
— “Senin ne işin var burada?”
Meltem irkildi. Kalbi sıkıştı ama gülümsemeye çalışarak kutuyu kaldırdı:
— “Sürpriz… doğum günün kutlu olsun.”
Altan’ın kaşları hafifçe kalktı. Dudak kenarı belli belirsiz kıpırdadı, gülmemek için kendini tuttu. Tam o sırada yukarıdan ayak sesleri duyuldu. Tayfa merdivenlerden koşturarak indi.
Gözcü’nün sesi salonu doldurdu:
— “Ooo, Kraliçe gelmiş!”
Anahtar gözlerini pastaya dikti:
— “Ve yanında hazine de getirmiş!”
Altan gözlerini devirdi . Çocukların pastaya saldırmasına engel olmak için araya girdi:
— “Durun bakalım, aç gözlü korsanlar!”
Sonra göz ucuyla Meltem’e bakarak daha yumuşak bir sesle sordu:
— “Gerçekten… sırf bunun için mi geldin?”
Meltem omuz silkerek hafif pişkin bir ifadeyle kutuyu salladı:
— “Evet. Çünkü her korsanın bir doğum günü pastası olmalı, değil mi?”
…
Pasta çoktan kesilmiş, tabaklar boşalmıştı. Kahkahalar arasında zamanın nasıl geçtiğini kimse fark etmemişti. Tayfa birbirine takılıyor, en absürt hikâyeleri birbiri ardına sıralıyordu. Meltem’in yanakları gülmekten kızarmış, gözlerinden yaşlar akmıştı.
Altan sandalyesini geriye çekip ayağa kalktı:
— “Hadi kalk bakalım. Ben bırakayım seni. Ailen merak etmesin.”
“Yoo!” dedi Meltem, sesi beklediğinden daha yüksek çıkmıştı. Tayfa hep bir ağızdan “Ooo!” diye tempo tutunca iyice kızardı.
— “İkinci bir motor vakası kaldıramam. Bana taksi çağırın, ben paşa paşa dört ayaklıyla giderim.”
Altan kahkaha attı. Öyle sıradan bir kahkaha değil; bastırılamayan, içten gelen, gözlerinden yaş getiren cinsinden.
— “Hadi hadi, yürü,” dedi, gülme krizinin arasından.
Meltem söylenerek arabaya bindirildi. Araç yola koyulduğunda, Meltem’in bıcır bıcır sesi içini doldurdu:
— “Yani aslında pastayı daha büyük alacaktım ama taksici ‘abla düşürürsün’ dedi. Sonra mum bulamadım… çakmak çok yaratıcı bir çözüm oldu bence… gayet de iyi oldu hatta…”evet mu olmadığı için çakmağı pastanın üzerine tutmuşlar bir değil tam 5 tane çakmağı ve latanın çakmaklara üflemesini sağlamışlardı.
Altan direksiyonda göz ucuyla ona bakıyordu. Dudak kenarında hafif bir gülümseme vardı; saklamaya çalışsa da olmuyordu. Onun sesi, onun heyecanlı elleri, onun telaşlı yüzü… yolun büyük kısmını unutturuyordu. O kadar ki, yolu daha az fark ediyordu. Yoksa… yoksa birkaç metre geriden gelen siyah sedanı ve içindeki adamı fark etmemesi mümkün değildi.