Meltem parmaklarını masaya vurdu, gözleri dev ekrandan diğer bilgisayarlara kaydı. İçinde bir kıpırtı, uzun zamandır bastırdığı bir özlem vardı.
— Bir de ben bakayım, dedi, sandalyeyi çekip bilgisayarın başına geçti. — Özlemişim…
Tayfa birbirine bakıştı; hiçbir şey söylemeden geri çekildiler. Meraklı gözlerle Meltem’i izliyorlardı.
Meltem birkaç dakikada parmaklarını ritmik bir dans gibi klavyede oynattı. Önce Anahtar’ın açtığı dosyaya sızdı. Sonra Sessiz’in sakladığı kamera kayıtlarına. Ardından Gözcü’nün üzerinde çalıştığı harita verilerine. Hepsine tek tek girdi, küçük açıkları yokladı, fazladan birkaç yol aradı. Bir açık bulduğunda zorlamadan geri çekildi, Tayfa’dan birine bıraktı:
— İşte sana kapı. Gerisini sen tamamla.
Her kapının ardından başka bir Tayfa üyesi hızlıca devralıyor, zincir halka halka büyüyordu.
Saatler akıp geçti. Odanın içinde bir yandan kahkahalar, bir yandan kısa atışmalar duyuldu.
— Bu şifreyi niye böyle saklamışsın ya? Ben açana kadar üç saç telim beyazladı! — diye homurdandı Meltem.
— Senin gibi birine yakışıyor işte, Kraliçe. Tüm tahtların şifresi sana denk! — diye karşılık verdi Anahtar, göz kırparak.
Gözcü ciddiyetini bozmadı ama dudaklarının kenarı hafifçe kıvrıldı. Sessiz bile başını kaldırıp kısa bir bakışla Meltem’e onay verdi.
Mertcan bir köşede sessizce oturuyordu. Gözleri, klavyeye hızla hükmeden kardeşindeydi. Şaşkındı. Bir yanıyla gururdan göğsü kabarıyor, bir yanıyla “bu kız ne zaman böyle olmuş?” diye içten içe soruyordu.
Altan sessizce onun yanına geldi, bir süre kardeşini beraber izlediler. Sonra alçak sesle konuştu:
— Gel, bir kahve içelim. Yemek siparişi de verelim, sabaha kadar buradayız belli ki.
Mertcan gözlerini kız kardeşinden ayırmadan mırıldandı:
— O… başka biri olmuş.
Altan hafifçe gülümsedi, gözlerini Meltem’den ayırmadan:
— Hayır, hep buydu. Sadece şimdi sana da gösteriyor.
Mertcan’ın dudaklarının kenarı belli belirsiz kıpırdadı. İçinde ilk kez, abisi olmaktan doğan ağır sorumluluğun yanına küçük ama sıcacık bir gurur oturdu.