Gök muhafızları çekildiğinde ardlarında yalnızca sessizlik bırakmadılar. Onların yokluğuyla birlikte gökyüzünde bir yırtık açıldı. Bu bir tehdit değil, bir boşluktu. Ve her boşluk gibi, dolmayı bekliyordu.
Averiel, Elaris Vadisi'nin kenarındaki taşlara oturmuş gökyüzünü izliyordu. Artık ona inen bir ışık yoktu ama içinden yükselen başka bir şey vardı: sorumluluk. Sekiz mühür içindeydi. İlk Mühür’ün yargısından geçip değişmemişti; aksine, tanımı değişmişti. Artık onu taşıyanlar değil, onunla yürüyenler vardı.
Cassian uzaktan yaklaştı. Elinde bir harita tutuyordu. “Bu bölgede ilginç bir enerji yükselmiş. Gök muhafızları çekildikten sonra ortaya çıktı. Mühür izi değil... ama tanıdık.”
Averiel haritaya baktı. Nokta, uzun süredir terk edilmiş olan Euryn Küllerliği’ne işaret ediyordu. Zamanında mühürlenmemiş varlıkların cezalandırıldığı bir anıt-kent. Söylentilere göre orada sadece bedenler değil, ruhlar da gömülmüştü.
“Orası artık ölü bir şehir” dedi Averiel. “Ama eğer yeni bir enerji oradan doğuyorsa, biri ya geçmişi kaldırmaya çalışıyor... ya da öfkeyle onu uyandırıyor.”
Nael ve birkaç nefil sessizce yaklaşmıştı. Artık Averiel’in etrafında sadece Cassian değil, bir halk oluşuyordu. Mühürlenmemişler, ilk kez bir taşıyıcının gölgesine değil, himayesine girmişti.
Nael başını eğdi. “Biz o bölgeye asla yaklaşmayız. Ruhlarımız orada yankılanır. Orası... bizim için cehennemin ilk kapısıdır.”
Averiel ayağa kalktı. “O hâlde o kapıyı ben açacağım. Ama bu sefer içeridekiler korkudan değil, anlayıştan uyanacak.”
---
Euryn Küllerliği’ne vardıklarında gün batıyordu. Güneş, taş sütunların arasından geçiyor, külleri altın gibi gösteriyordu. Ama Averiel adımını attığında ayaklarının altındaki toprak inledi. Sanki şehir hâlâ yaşıyor, bastığın her adımı hatırlıyordu.
Şehir duvarlarının ötesinde hiçbir canlı sesi yoktu. Kuşlar, rüzgâr, yapraklar... hepsi susmuştu. Averiel avcunu toprağa koydu. Anında içinden bir mühür parladı: Acı.
Bu mühür, diğerlerinden farklıydı. Çünkü onun sesi bağırmazdı. İçinde yankılanır, kaburgalarını çatlatarak konuşurdu. Ve o an Averiel duymaya başladı. Çığlık değil, ağıt. Kızgınlık değil, yitip giden bir dua.
“Yalnız bırakıldık... unutulduk... affedilmedik.”
Averiel gözlerini kapattı. Bu şehir, göklerin yargılayamadığı ama mühürlenmeden yok ettiği varlıkların kalıntısıydı. Ne melek, ne insan, ne nefil... sadece “artık istenmeyenler.” Onlar geçmişin gölgesiydi. Ve şimdi... uyanıyorlardı.
Cassian temkinli yaklaştı. “Bu ses... yalnızca geçmiş değil. Biri bunları çağırıyor.”
Averiel çevresine baktı. Hava dalgalanıyordu. Boş taş kemerlerin gölgelerinde bir şekil belirdi. Simsiyah bir cübbe, başı kapalı, yüzü olmayan biri... ama sesi bin ruhtan geliyordu.
“Sen mühürlerin efendisi misin?”
Averiel dik durdu. “Ben mühürleri taşıyan değil, onların anlamını değiştirenim.”
Figür titredi. “O hâlde sen de bizim gibi sınırın ötesindesin.”
“Ben sınır çizmem. Ama çizilmiş olanı tanırım.”
Gölgelerin içinden bir çığlık yükseldi. Bu kez öfke değil, umut taşıyordu. Averiel o sese yürüdü. Her adımında toprak titreşti. Ve sonunda, Euryn’in tam merkezinde bir taş platformun üstüne çıktı. Orada bir mühür vardı. Eski, yarım kalmış, tamamlanmamış bir mühür.
Cassian’ın sesi arkasından geldi. “Bu mühür... diğerlerinden değil.”
Averiel başını salladı. “Hayır. Bu, hiç mühürlenmemiş olanların mühürü. Kendi kurallarını yazmamış, sadece yargılanmış olanların. Eğer bunu tamamlarsam... yalnızca bir düzen değil, bir tür halk doğacak.”
Ve Averiel, ilk kez yeni bir mühür çizdi. Ne ışıkla ne gölgeyle. Ne merhametle ne öfkeyle. Sadece kabulle.
Taş mühür parladığında gökyüzü inledi. Eski mühürlerin yankısı gibi değil... yeni bir varlığın doğum çığlığı gibi.
Ve gölgelerdeki figür fısıldadı: “Yeni yasa... yazıldı.”
Yeni mühür tamamlandığında Euryn’in taşları nefes aldı. Bunu gerçek anlamda değil, derinliğinde taşıdığı ruhların fısıltılarıyla yaptı. Averiel’in parmak uçlarından yayılan o mühür, sadece yerin değil, zamanın altına da işlenmişti. Ve zamanın derinliklerinde, unutulmuş bir varlık kıpırdamaya başladı.
Cassian sessizce onun yanına geldi. Gözleri mühürden yayılan hafif titreşime sabitlendi. “Bu... sadece bir mühür değil. Bir uyanış.”
Averiel yavaşça başını çevirdi. “Biliyorum. Biri beni duydu.”
Göklerin en uzak katmanlarında, ışığın bile temas etmediği, unutuşla mühürlenmiş bir boşluk vardı. Burada varlığını sürdüren tek isim artık dilden düşmüştü. O, meleklerin en eskisiydi. Cennetle cehennem arasındaki ilk düşüştü. Adı kitaplarda yoktu. Ama mühürlerde yankısı vardı: Serah.
O, düşüşüyle yasa doğuran ilk varlıktı. Göklerden düştüğünde onu mühürleyecek bir sistem bile henüz yazılmamıştı. Bu yüzden unutturuldu. Onun hakkında tek bir şey söylenirdi:
“Serah uyanırsa, yasalar susar.”
Ve şimdi yeni mühür, onun ismini sessizliğin altından çekip yukarı çıkarmıştı.
---
Euryn’in taşları gölgelenmeye başladı. Averiel, toprağın altında bir hareket hissetti. Mühür titredi. Bu bir uyarı değildi, bir yankıydı.
Nael öne atıldı. “Bu... nefillerden değil. Bu bizden bile önce. O uyanıyor.”
Averiel’in içinde taşıdığı sekiz mühür tek tek parladı. Ancak bu kez yanıt vermediler. Hepsi aynı anda sustu. Sessizlik, saygı değil; çekilmekti. Onların bile hükmedemeyeceği bir şey yaklaşmaktaydı.
Sonra gökyüzü yarıldı.
Ama bu, muhafızların inişi gibi ışıkla değil; sessizlikle açıldı. Gökyüzü, bir perde gibi geriye çekildi. Ve orada bir figür belirdi. Ne kanatları vardı, ne silahı. Sadece karanlık, kıpırtısız bir beden. Ama onun varlığıyla hava boğucu hâle geldi.
Serah, adı olmayan karanlıktı. Onu gören herkes başını eğdi. Nael diz çöktü. Cassian, Averiel’in önüne geçmek istedi ama o eliyle durdurdu.
“Bu savaşla kazanılamaz” dedi fısıltıyla.
Serah yere inmedi. Yalnızca gökyüzünde durarak konuştu. Sesi kulakta değil, ruhun derinliğinde duyuldu.
“Ben unutturulmuş olanım. Sizi mühürlemeden önce benim adımı mühürlediler. Ama şimdi biri, yasayı yeniden yazdı.”
Averiel gözlerini kısmadan ona baktı. “Bu yasa, sizin dışlandığınız boşluklar için yazıldı. Artık sessizliğinizin üzerine hüküm verilmeyecek.”
Serah yaklaşmadı. Ama onun gölgesi uzandı. Averiel’in ayaklarının altına dek indi. “Yeni yasa, eski kanıta karşı yazılamaz. Işık susmaz. Gölge kendi başına yasa olamaz.”
Averiel yanıt verdi. “Bu yasa ne ışık ne gölgeyle yazıldı. Bu yasa ‘artık görmezden gelinmeyenler’ için.”
Serah’ın sessizliği daha sertti. “O hâlde sana bir teklifim var. Bu yasa göğün altına ait değil. Ama yerin üstünde kalmak istiyorsan... beni mühürle.”
Cassian irkildi. “Bu bir tuzak.”
Averiel gülümsedi. “Hayır. Bu bir test.”
Serah, karanlık bedeniyle daha da yükseldi. “Ben mühürlendiğimde gökyüzü yasasını yazdı. Sen beni mühürleyemezsin. Ama beni anlayarak değiştirebilirsen... yasa ilk kez eğilir.”
Averiel gözlerini kapadı. İçinde sekiz mühür birden yanmaya başladı. Ama bu kez onların gücünü çağırmadı. Sadece gölgeyi, yalnızca karanlıkta kalan sesi dinledi.
Ve fısıldadı:
“Sen düştün. Çünkü gök seni görmezden geldi. Ben seni kaldırmayacağım. Ama sesini taşıyacağım. Seninle savaşmayacağım. Ama seninle konuşacağım.”
O anda Serah’ın gövdesinden bir kıpırtı yayıldı. Karanlığın ortasında ilk kez bir ışık kıvrıldı. Gözleri yoktu ama sanki bir anlığına gözlerini kapadı. Ve bir parıltı, gökyüzünden toprağa indi.
Bu... Unutulmuşların Mührüydü.
Serah sessizce konuştu. “İlk kez biri bana ad verdi. O ad... kabul.”
Gökyüzü tekrar kapandı. Serah gitmedi. Ama çekildi. Artık Averiel’i izleyecekti. Ve onun adı artık unutulmayacaktı.
Nael başını kaldırdı. “Sen artık sadece bir yasa taşıyıcısı değilsin. Sen... yazıcısısın.”
Averiel gözlerini kapadı. “Ve daha yeni başladım.”