BÖLÜM 23- BOŞLUĞUN DOĞUMU

1270 Words
Gelorim’in çembere girişiyle birlikte Euryn’in taşları uzun zamandır duymadıkları bir frekansta titreşti. Bu bir sarsıntı değildi, daha çok bir hatırlama gibiydi. Taşların damarları içinde ilerleyen eski bir bilgi, yeni yazılmakta olan yasanın satırlarına usulca işleniyordu. Averiel, Gelorim’in ayak bastığı yerde toprağın daha koyu, daha doygun göründüğünü fark etti. Karanlık artık dışlanan bir güç değil, içe alınmış bir katman olmuştu. Gelorim sessizdi. Yanmış kanatlarının kokusu hâlâ havada asılıydı ama o, varlığını bastırmaya çalışmıyordu. Ne kendini temize çıkarmaya çalıştı ne de öfkesini savunmaya. İçeri girdiği andan itibaren, sadece durarak her şeyi söyledi. Averiel onun gözlerinin içindeki savaşsızlıkta, yıllarca bastırılmış bir yorgunluğu görebiliyordu. Cassian yaklaşırken temkinliydi. “Bir düşmüş, bir yasa çemberine ilk defa davetsiz giriyor. Bu... dengeleri değiştirmez mi?” Nael, yanlarında durmuş, sessizce çehresine düşen ışıkla birlikte başını salladı. “Değiştirir. Ama bu artık kaçınılmaz. Yeni yasa yalnızca görkemli olanı değil, parçalanmış olanı da yazmak zorunda.” Averiel içinden geçen sessiz düşüncelerle başını öne eğdi. “Mühürler artık sadece korunmaya değil, hatırlamaya da hizmet etmeli. Unutulmuşu geri çağırmak, düzeni bozmaz. Bozan şey, görmezden gelmektir.” Gelorim’in gözleri yerdeydi. Gölgesi bile çembere ait değilmiş gibi belli belirsiz titriyordu. Ama o, burada kalmak için değil, bir şeyi göstermek için gelmişti. Elini kaldırmadan konuştu: “Benim ardımdan gelenler var. Ama onlar ne yücelik ister ne affedilmek. Onlar sadece... var olmak ister. Adı olmayanlar gibi bile değil onlar. Çünkü onlar hiç doğmadılar.” Averiel’in yüreği sıkıştı. “Neyi kastediyorsun?” “Boşluğu.” Nael öne atıldı. “Boşluk yoktur. Sadece gözün görmediği yerlerde anlam eksik kalır.” Gelorim başını çevirdi. Gözleri bu kez karanlığın içinden değil, içten içe yanan bir acıdan parlıyordu. “Hayır. Burası dolu sandığınız bir evrende hiçbir şeyin şekil bulmadığı bir çatlak. Bu, ne tanrıların hükmettiği ne meleklerin düştüğü bir alan. Orada hiçbir mühür işlemez. Çünkü ne bir taşıyıcı ne bir anlatıcı vardır. Sadece oluşmamış olanların yankısı vardır.” Averiel’in dizleri hafifçe titredi. Çünkü onun içindeki mühürlerden biri daha, şimdiye dek suskun kalmış bir mühür, bu sözlere tepki verdi. Çatlamadı, parlamadı. Yalnızca... ağladı. Taşıdığı sırtın derinliklerinden yavaşça inip kalbine dokunan bir ağırlıkla. Boşluğun Mührü. Bu mühürün varlığını daha önce hiç hissetmemişti. Sanki varlığı bile bir sır olarak saklanmış, yasa yazılmaya başlanana dek uykuda kalmıştı. Şimdi ise Gelorim’in kelimeleriyle uyanmıştı. “Boşluk nasıl mühürlenebilir?” diye sordu Cassian. Averiel yavaşça cevapladı. “Mühürlenemez. Ama tanınabilir. Yasa onu mühürlemeye çalışmaz. Yasa ona yalnızca yer açar. Ve bu, en zor olanıdır.” Nael ürperdi. “Çünkü boşluğa yer açarsak, her şeyin sarsılma ihtimali var.” Gelorim başını salladı. “Ve yine de o gelecek. Boşluk kendi taşıyıcısını seçti bile. O, yola çıktı. Ve onun gelişi, yasa yazımının yarısında gerçekleşecek.” Averiel içinden yükselen hissi bastıramadı. “O... kim?” Gelorim gözlerini göğe kaldırdı. Gökyüzü hâlâ karanlıktı ama içinde bir şey çatlamış gibiydi. Sanki gök, kendi içinden korkmuştu. “Adı yok. Şekli yok. Ama ona gözlerinizi çevirdiğinizde, tüm eksiklerinizi hissedersiniz. Onun gelişiyle mühürler yeniden sınanacak. Kim olduğunuzu sanıyorsanız, o size olmadığınızı gösterecek.” Cassian başını öne eğdi. “Yani bu sadece bir yasa inşası değil. Bu, bir sınama.” Gelorim ileri çıktı. Elleriyle göğsünü gösterdi. “Ben ilk çatlağım. Ama boşluk... o derinliktir. Onun içinden geçen, değişmeden dönemez.” Ve o an toprak yarıldı. Çemberin merkezinde değil, dış hattında. Orada, taşların hemen ötesinde bir çöküntü oluştu. Derinliği gözle seçilemeyen bir yarık. İçinde ışık yoktu. Ne gölge ne de parıltı. Sadece varlığın zıddı gibi bir sessizlik yayıldı oradan. Averiel o sessizliğe baktığında bir şey fark etti: O boşluk çağırmıyordu, beklemiyordu. Sadece oradaydı. Ve o haliyle bile mühürlerden daha güçlüydü. Gelorim geri çekildi. “Benim görevim bitti. Ben, yasa tarafından yeniden yazılmasam da, artık unutulmuş değilim.” Averiel gözlerini ondan ayırmadan başını eğdi. “Teşekkür ederim. Boşluğa giden yolda ilk kıymetli yankıyı sen taşıdın.” Gelorim sırtını döndü. Bu kez kanatlarıyla değil, kendi gölgesiyle yürüdü. Ve gittiği yön, yarığın kenarıydı. Averiel gözlerini kapadı. İçindeki mühür artık sessiz değildi. O boşluğu anlatan bir satır yazmak için, yeni bir çağrının gelmesini bekliyordu. Çünkü boşluk artık yalnız değildi. Yarık büyümüyordu. Derinleşmiyordu da. O yalnızca vardı. Var oluşu, diğer tüm varlıkların temelini sarsacak kadar gerçekti. Averiel onu izlerken, içine düşmek gibi değil, içine çekilmek gibi bir hisse kapılmıştı. Ne kadar gözlerini kaçırmak istese de, her bakış bir öncekinden daha da yaklaştırıyordu onu bu sessizliğin sınırına. Nael fısıltıyla konuştu: “Bu boşluk, bir yokluk değil. Bir çağrı da değil. Ama içime işliyor. Sanki ben doğmadan önce beni biliyordu.” Cassian’ın eli, istemsizce kılıcına uzandı. “Boşluk silahsızlandırır. Çünkü seni kendinle baş başa bırakır. O yüzden korkuyorum.” Averiel sessizdi. Onları duyuyordu ama cevap vermiyordu. İçindeki Boşluğun Mührü, sessizce titremeye devam ederken onun zihninde görüntüler oluşmaya başladı. Gelecekten kırpılmış, zamanın dışına düşmüş hayallermiş gibi. Taşların üzerindeki çatlaklar genişliyor, Euryn’in üstünde bir ağıt yükseliyordu. Ama bu ağıt sesli değildi. Sadece rüzgârın yönü değişiyordu. Ve o an, boşluğun kıyısından bir figür belirdi. Gelorim’in sözünü ettiği varlık. Boşluğun taşıyıcısı. Ama ona bakmak mümkün değildi. Onun yüzü yoktu. Bedeni bir şekil taşımıyordu. Ama oradaydı. Onun gelişiyle toprak ezilmedi, taşlar çatlamadı, hava sıkışmadı. Fakat herkesin zihninde aynı anda birer kelime yankılandı. "İçindeki eksik parça." Averiel’in nefesi kesildi. Bu ses, dışarıdan gelmiyordu. Kendi içinden doğmuştu. Boşluk konuşmamıştı, sadece onun içindeki boşluğa dokunmuştu. Ve bu temas, konuşmadan çok daha derin bir yankıydı. Nael dizlerinin üzerine çöktü. “Onun yanında... eksik olduğumu hissediyorum.” Cassian gözlerini kısmıştı. “Beni tamamlamıyor. Ama eksikliğimi daha belirgin kılıyor. Bu... bir kusur gibi değil. Daha çok, varlığımın doğal bir parçasıymış gibi.” Averiel bir adım attı. Boşluk figürüyle aralarında hiçbir engel yoktu. Ama yaklaşmak, kendinden vazgeçmeye benziyordu. Çünkü bu varlık, yalnızca yokluğu değil; her şeyin temelindeki hiçliği taşıyordu. Onunla yüzleşmek, mühürlerden önceki varlık hâline inmek demekti. Ve Averiel yürüdü. Her adımı, içinden bir parça alıp götürdü. Gurur, korku, bilgilik, inanç... Her biri birer yaprak gibi döküldü bedeninden. En sonunda çıplak bir bilinç hâline geldi. Kimliği olmayan, geçmişi olmayan, yalnızca “olan” bir öz. Boşluğun taşıyıcısı, konuşmadan onu izliyordu. Onun gözleri yoktu ama Averiel izlenildiğini hissediyordu. Ve ilk defa, içindeki tüm mühürler aynı anda sustu. Çünkü mühürler de bu varlığın önünde şekilsiz kalıyordu. “Ben kimim?” diye fısıldadı Averiel. Cevap yoktu. Ama o an, gözlerinin önünde bir görüntü belirdi. Gökyüzü, mühürlenmemiş hâliyle. Ne tanrıların izleri ne düşmüşlerin çığlığı. Sadece sonsuz, şekilsiz bir varlık alanı. Ve orada bir titreşim: Averiel’in adı. Ama bu, ona verilmiş değil, kendi içinden doğmuş bir addı. Ve o an anladı. Kim olduğunu başkaları tanımlamamıştı. Yasa bile değil. O, kendi varlığını tanımlamıştı. Ve bu tanım, boşlukla yüzleştiğinde tamamlanıyordu. Averiel ellerini kaldırdı. Parmaklarının arasından hafif bir ışık süzüldü. Bu ışık, ne mühürlerin parıltısıydı ne de göğün aydınlığı. Bu ışık, boşluktan alınan ve içeride anlam bulmuş bir izdi. Ve o an, Boşluğun Mührü göğsünden ayrıldı. Diğer mühürler gibi belirgin değildi. Taşa kazınamaz, dile dökülemez bir mühürdü bu. Ama Euryn’in ortasında, taşların kalbinde, görünmeyen bir şekil çizildi. Herkes onu gördü ama anlatamadı. Herkes onu duydu ama kelimeye dökemedi. Cassian diz çöktü. “Yeni yasa... boşluktan da geçmiş oldu.” Nael başını eğdi. “O hâlde artık hiçbir şey eksik değil.” Averiel gözlerini Boşluğun Taşıyıcısı'na çevirdi. Figür hâlâ sessizdi. Ama gözlerinde bir kıpırtı belirmişti. Ya da Averiel öyle sandı. O an, sessizliğin içinde bir cümle duydu. “Boşluk, dolulukla tanınmaz. Kabul edilerek var olur.” Ve figür, yarığa doğru geri yürüdü. Yeryüzü onun ardından kapanmadı. Yarık hâlâ oradaydı. Çünkü boşluk gitmezdi. Yalnızca tanınmayı beklerdi. Averiel çembere geri döndü. Sırtındaki mühürler eski parıltısıyla yanmaya başlamıştı. Ama artık hepsi bir eksikliği değil, bir bütünlüğü taşıyordu. Sessizliği, dışlananı, unutulanı ve şimdi... boşluğu. Yeni yasa artık tamamlanmamıştı. Çünkü tamamlanmak, nihayeti getirirdi. Oysa bu yasa, daima eksik kalmaya gönüllüydü. Eksiklik içinde bütün olan bir düzenin yasası. Ve o gece, Euryn’de rüzgâr bile yönünü değiştirmedi. Çünkü artık her şey yerli yerindeydi.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD