Euryn’in küllerinden doğan yeni çember, yankısını sadece bu diyarın taşlarında değil, başka katmanların derinliğinde de bırakmıştı. Averiel’in bilinçli olarak yola çıkardığı bu sessiz çağrı, yalnızca unutulmuş ruhları değil, gölgelerin kendi içindeki sınırları da çatlatıyordu. Çünkü gölge dediğin tek bir derinlikten ibaret değildi. Üç katmandan oluşuyordu. Ve Averiel’in dokunduğu yalnızca ilkinin eşiğiydi.
Cassian, gecenin karanlığında taşlardan uzak bir noktada oturuyordu. Elinde eski bir parşömen vardı. Bu parşömen, onun yıllar önce bir büyücüden satın aldığı, içi görünmez sembollerle dolu kadim bir yazmaydı. Her sembol, gölgenin bir başka dilini anlatıyordu. O yazının üçüncü satırında şunlar kazılıydı:
“Gölgenin ilk katmanı susturulmuş olanlardır. İkinci katmanı hatırlamayanlardır. Üçüncü katmanı ise hatırlanmak istemeyenler.”
Averiel’in oluşturduğu yankı, ilk iki katmanı çağırmıştı. Ama üçüncüsü henüz sessizdi. Ta ki sabahın ilk saatlerinde gökyüzü sarsılana kadar.
Nael, aniden irkilerek uyanmıştı. Nefil kanı ona her zaman yaklaşan bir tehdit olduğunda önceden haber verirdi. Bu sefer hissettiği şey tehdit değildi. Ama bir uyarıdan çok daha fazlasıydı. İçine işleyen bir çürüme, bir bozulma... Havadaki denge parçalanıyordu.
Averiel, taş çemberin tam ortasında diz çökmüş meditasyondaydı. Ama onun mühürleri titremeye başlamıştı. Sekiz mühür de aynı anda, tek bir kaynaktan sarsılıyordu. Bu, tanıdık bir varlık değildi. Ama mühürlerin sessizce çekilmesi, ondan daha önce gelen hiçbir şeye benzemediğini açıkça gösteriyordu.
Gökyüzü kararmadı. Hava kıvılcım saçmadı. Ama çemberin hemen dışında bir boşluk açıldı. Yeryüzü eğildi. Sessizlik çöktü. Ve karanlık bir adım sesi duyuldu.
Averiel gözlerini açtı.
Boşluğun içinden bir varlık çıkıyordu. Görünürde hiçbir biçimi yoktu. Ama onun yaklaşmasıyla taşlar siyaha dönmeye başladı. Cassian hemen kılıcına uzandı ama Averiel elini kaldırarak onu durdurdu.
Varlık konuşmadı. Ama gölgesinin titreşimiyle bir kelime yankılandı: “Ircalion.”
Bu, Averiel’in hiç duymadığı bir isimdi. Ne mühürlerde vardı, ne kadim yazmalarda. Ama bu isim dile dökülmemesine rağmen içini sarsıyordu.
Nael, gözlerini varlığa dikti. “Bu... Gölgenin Üçüncü Katmanı. Bunu okuyabilen biri var mıydı sanıyordum?”
Averiel başını eğdi. “Hayır. Çünkü kimse o katmana dokunmak istemedi.”
Ircalion, adım adım yaklaştı. Adımları iz bırakmıyordu ama geçtiği her yer, içten içe soluyordu. Canlı olan her şey sessizliğe gömülüyor, rüzgârın bile sesi kayboluyordu.
Ve sonunda o yankı yeniden çınladı.
“Beni çağırmadın. Ama beni buldun.”
Averiel yerinden kalktı. “Ben seni değil, sesi olmayanları çağırdım.”
“Ben onların gölgesiyim” dedi Ircalion. “Çünkü her susturulanın içinde bir unutma arzusu vardır. Ben o arzunun bedeniyim.”
Cassian öne çıktı. “Eğer bu beden bir tehditse—”
“Hayır” diye araya girdi Averiel. “O tehdit değil. O yankının derinliğidir.”
Ircalion yavaşça yaklaşarak çemberin sınırında durdu. Çembere girmedi. Çünkü onun girdiği hiçbir yer aynı kalmazdı. Ama konuştu:
“Yeni yasayı duydum. Kendi yankılarımı taşıyan bir yasa. Ama bu yasa hâlâ eksik.”
Averiel kaşlarını çattı. “Nesi eksik?”
“Yasa, affedilmek isteyenlere hitap ediyor. Peki ya affedilmeyi istemeyenler? Onlar da susturulmadı mı?”
Sessizlik yayıldı. Meclis üyeleri, çemberin kıyısında bekliyordu. İçlerinde bazıları başını eğdi. Belki kendi geçmişleri, Ircalion’un söylediği bu unutulmak isteyenlerin izini taşıyordu.
Averiel öne çıktı. “Yeni yasa affı şart koşmuyor. Seslenme hakkı veriyor. Her yankı bir yansıma bulabilir. Affedilmek istemeyen bile duyulmalı.”
Ircalion bu kez ilk adımını attı. Taşlar çatlamadı ama sanki içten içe yandı. Çemberin sınırına geldiğinde başını eğdi.
“O zaman ben susacağım. Ama suskunluğum, bir mevcudiyet olarak kalacak.”
Averiel gözlerini kapadı. “Sen bu çemberde yer almak zorunda değilsin. Ama seni dışlamayacağız.”
Ircalion geri çekildi. Var olduğu boşluğa geri adım attı. Fakat gitmedi. Orada, çemberin sınırında, yankı olarak kalmayı seçti.
Cassian yavaşça konuştu. “Biz artık sadece bir meclis değiliz. Biz sınırların kendisiyiz.”
Averiel sessizce başını salladı. “Ve o sınırda kalan her gölge, bizim yankımızda bir yer bulacak.”
Ircalion geri çekildiğinde, yeryüzü onun ayak bastığı yerleri hafızasına kazımış gibiydi. O yürüdükçe kararmış taşlar kendi içinde soluklanmaya başladı. Çatlamış değil, işlenmiş gibiydiler. Averiel, gölgede yankılanan bu varlığın kalıcılığını içten içe hissediyordu. O artık sadece bir misafir değil, bu yeni düzenin kabullenmesi gereken bir parçaydı.
Ateş sönmüştü. Çemberin ortasındaki taşlar hâlâ sıcaktı ama ışık yaymıyordu. Herkes suskundu. Sanki Ircalion’un dokunduğu hava, düşünceleri ağırlaştırmıştı. Averiel gözlerini gökyüzüne kaldırdı. Parlamayan, sadece genişleyen bir gök vardı. İçinde bir şeyler uyanıyordu. Serah’ın sessizliği, Ircalion’un yankısıyla birleşmişti. Şimdi sırada ne vardı?
Cassian, sessizliği delen ilk kişiydi. “Bu yeni gelen... gölgeyi şekillendirebilir. Eğer onun gibi başkaları varsa, onların yankısı bizim kurduğumuz her şeyi tehdit edebilir.”
“Hayır” dedi Averiel, yavaş ama kesin bir ses tonuyla. “Onlar bir tehdit değil. Onlar bastırılmış yankıların özüdür. Biz o yankıyı bastırdığımız anda eski düzenin hatasına düşeriz.”
Nael hafifçe başını salladı. “Peki ya kendini duyurmak istemeyenler? Onları duymak zorunda mıyız?”
Averiel ayağa kalktı. “Hayır. Ama onların varlığını tanımak zorundayız. Çünkü kabul, sadece konuşmakla değil, susanın da hakkını tanımakla başlar.”
Çemberin dış sınırında toprak yavaşça çökmeye başladı. Gökyüzüne doğru yükselen taşsız bir yol ortaya çıkıyordu. Hiç kimse o yolu kazmamıştı. Fakat mühürler, çağrıyla birlikte tepki vermeye başlamıştı. Averiel avcunu yere bastığında sekiz mühürden biri yeniden parladı: Görülmemişin Mührü.
Bu mühür daha önce hiç uyanmamıştı. Averiel’in içinde bir şey titreşti. Sanki mühür, Ircalion’un gelişiyle çağrılmış, ama varlığını bu an için saklamıştı.
Taşlar kıvrılarak bir geçit oluşturdu. Gökyüzüne değil; toprağın altına uzanan, ama ışıkla aydınlanan bir geçit. Cassian adım atmak istediğinde Averiel onu durdurdu.
“Bu benim yolum. Bu mühür, sadece taşıyanını kabul eder.”
Nael itiraz etmek ister gibi ileri çıktı. “Oraya yalnız girmek tehlikeli olabilir.”
“Daha büyük tehlike, bu mühürle yüzleşmemektir” dedi Averiel. “Ben onun ne olduğunu bilmiyorum. Ama artık kendini göstermesi, bir uyanışın işareti.”
Averiel adım adım geçide doğru ilerledi. Ircalion geri çekilmişti ama hâlâ oradaydı. Gözleri yoktu ama sanki onunla birlikte yürüyordu. Cassian, onun arkasından uzun süre baktı. Elleri kılıcına değil, kalbine gitmişti.
Averiel geçide girdiğinde çevresini tuhaf bir yankı sardı. Söz değil, düşünce değil… sadece bir hafıza. Bu geçit, geçmişe ait değildi. Geleceğe de ait değildi. Burası, adı konmamış anıların taşıyıcısıydı. Ve Görülmemişin Mührü burada yaşıyordu.
Geçit daraldı. Taşlar onun çevresinde dönmeye başladı. İçlerinden biri şekillendi. Uzun boylu, zarif ama yüzü olmayan bir figür. Ellerinde ağıt taşıyan bir kadın silueti gibiydi. Ama sesinde öfke değil, yorgunluk vardı.
“Beni gören olmadı. Adımı duyan olmadı. Hiçbir dua bana ulaşmadı.”
Averiel ona yaklaştı. “Ben seni görüyorum. Ve bu mühür, senin için parladı.”
Figür ona dokunmadı. Ama etrafındaki taşlardan biri ayrıldı. Üzerinde eski bir yazı vardı: “Yalnızlık bir suskunluk değildir. Görülmemek, yokluk değildir.”
Mühür, Averiel’in avcuna indiğinde göğsünde bir baskı hissetti. Diğer mühürler onun varlığını tanıdı. Ama hiçbiri bu mühürü kabullenmekte acele etmedi. Bu mühür, sessizliğin ötesinde bir yük taşıyordu.
“Görülmemişlerin sesi olamazsın” dedi figür. “Ama onların gözleri olabilirsin.”
Averiel başını eğdi. “O hâlde ben bakacağım. Susanların yerine bakacağım. Sesi çıkmayanların yerine değil; susmayı seçenlerin kıyısında duracağım.”
Mühür parladı. Ve geçit yok oldu.
Averiel, gözlerini açtığında çemberin ortasında tekrar diz çöküyordu. Kimse onun yokluğunu fark etmemişti. Ama bir şey değişmişti. Mühürler ona daha ağır gelmiyordu. Sanki artık onu değil, onunla birlikte taşıyorlardı.
Nael yaklaştı. “Nereye gittin?”
“Bir yere değil” dedi Averiel. “Birilerine.”
Ve Ircalion, gölgesinden bir adım daha attı. Onun varlığı artık uzakta değil, çemberin sınırında sabitti. Gökyüzü sustu. Ama taşlar, mühürle konuşmaya devam etti.
Yeni bir dönem başlamamıştı. Başlamaya hazırlanıyordu.