BÖLÜM 3- İLK DÜŞENLER

936 Words
Tünel dar, havasız ve dipsizdi. Averiel'in adımları yankılandıkça, taş duvarlardan yaşlı bir varlığın soluğu gibi derin bir uğultu dönüyordu. Ne Cassian konuşuyordu ne o. Sessizlik, geçmişin fısıltılarıyla doluydu; sustukça bağıran bir karanlık. Geçit boyunca ilerlerken çevredeki taş işçiliği dikkat çekiciydi. Her birkaç metrede bir, duvarlara kazınmış figürler beliriyordu. Başlarında taç taşıyan melekler, yere kapanmış insan siluetleri, göğe uzanan ama yere çakılmış kanatlar... Bu duvarlar sadece taş değildi. Hatıralardı. Düşüşün ilk izleri. Cassian sonunda durdu. Sol elini kaldırarak işaret etti. Duvarda diğerlerinden daha büyük, siyah renkle kazınmış bir sahne vardı. Ortasında göğsü yarılmış, dizleri üzerinde çöküp başını göğe kaldırmış bir figür. Gözleri yoktu. Kanatları yanmıştı. Altında bir tek kelime yazılıydı: “Azaziel.” Averiel sessizce okudu. “Kim bu?” Cassian’ın sesi boğuk çıkmıştı. “İlk düşen. Cennette isimle çağrılanlardan biri. Seraphim’in gözbebeği. Ve Tanrı’nın ilk sırt çevirdiği evlat.” “Senin gibi mi?” diye sordu Averiel. Cümlesinde yargı yoktu, yalnızca merak vardı. Cassian gözlerini duvardan ayırmadan konuştu. “Ben kendi isteğimle düştüm. Azaziel ise... gerçeği gördüğü için sürüldü. Ve sonra hiçbir şey eskisi gibi olmadı.” Averiel, işaret parmağıyla figürün yaralı göğsüne dokundu. Taş soğuktu ama altında bir şey kıpırdıyordu sanki. Gözleri bir an bulanıklaştı. Göğsünde hafif bir baskı hissetti. Derinlerde bir çatırtı gibi… Sonra bir fısıltı: “Ben hâlâ buradayım.” Averiel geri çekildi. Nefesi kesilmişti. “Du... duydun mu?” Cassian başını eğdi. “Azaziel uyanıyor.” O anda geçidin ilerisinden bir titreme yükseldi. Taş duvarlar sarsıldı. Zeminden bir parça kırıldı ve aralanan yarıktan siyah bir sis sızmaya başladı. Sis, duman gibi değildi. Sanki canlıydı. Gölgelerden yapılmış, kendi bilinci olan bir şey gibi... Cassian hızla öne atıldı, kolunu Averiel’in önüne koyarak onu geride tuttu. “Geri dur. Bu mühür bozuluyor.” Averiel, gözlerini sisin içinden gelen şekle dikti. Adım adım yaklaşıyordu. Geniş omuzlu, kolları zincirle sarılmış, sırtında yanık izleri olan bir varlık. Azaziel’in yüzü hâlâ karanlığın içindeydi ama gözleri artık açıktı. Simsiyah değil; külleri andıran solgun bir beyazlık parlıyordu göz çukurlarında. “Sen...” dedi Azaziel, Averiel'e doğru konuşarak. “Sen beni hatırlıyorsun.” Averiel konuşamadı. Boğazı düğümlenmişti. Geri adım atmak istese de ayakları toprağa çivilenmiş gibiydi. Azaziel’in sesi, zihninde bin parçaya ayrılıp tekrar birleşiyor, bir anısı olmayan bir geçmişi hatırlatıyordu ona. Cassian öne çıkınca Azaziel başını çevirip ona baktı. “Yüzünü hâlâ taşıyorsun” dedi. “Ama içi boş. Sen de unuttun.” Cassian sıkıca yumruklarını sıktı. “Burada bulunman bir kehanetle mühürlü. Bu zincirleri sen seçtin.” Azaziel güldü. Gülüşü boğuk ve iç titreten cinstendi. “Hayır, Cassian. Bu zincirleri hepimiz beraber ördük. Ve kırılmalarını sağlayacak olan da burada.” Gözleri Averiel'e döndü. “Senin kanın… uyanışın ta kendisi.” Averiel’in gözleri iradesi dışında Azaziel’in gözlerine kilitlenmişti. İçinde bir şey kıpırdadı. Hafif bir yanma değil bu defa, yakıcı bir genişleme hissi. Göğsünün ortasında bir şey büyüyor, sanki taş bir çiçek kabuğunu çatlatıyordu. Azaziel’in zincirli kolları yavaşça hareket etti. Her adımında taş zemin çatlıyor, duvardaki yazıtlar soluyordu. Averiel’in kalbi daha önce hiç duymadığı bir ritimle atmaya başladı. O ritim ne korkuydu ne öfke. Karanlıkla çağrılmış bir yankıydı. “Yaklaşma” dedi Cassian, sesi ilk kez keskinleşmişti. “Henüz hazır değil.” “Hazır olmak yok” dedi Azaziel. “Bu dünyada doğanlar seçilmedi. Uyandırıldı. Ve o uyandı.” Averiel, kelimeleri duyarken içindeki basıncın doruğa ulaştığını hissetti. Yüzüğün içindeki mühür alev aldı. Elini sıkı sıkı yumdu, ama artık saklayamıyordu. Avuç içi parladı ve sol omzunun altına kadar siyah damarlı çizgiler yayılmaya başladı. O çizgiler, taş zemindeki sembollerle aynı desendeydi. Azaziel bir adım daha attı. Cassian artık kılıcını çekmişti. Kılıç, siyah metalden yapılmış, kenarlarında eski dillerde yazıtlar olan kutsal bir aletti. Fakat Cassian tereddüt ediyordu. Çünkü karşısındaki düşman değil; bir zamanlar kardeşiydi. Averiel’in dizlerinin bağı çözüldü. Yere çöktü ama düşmedi. Elini zemine koyduğunda taş titreşti. Kendi bedeninden yayılan güç ilk defa dışarı çıkıyordu. Taşın altındaki mühür aydınlandı. Azaziel bir an duraksadı. Gözleri kısıldı. “Demek gerçekten sensin” dedi. “Onun kanından gelen.” Averiel, başını kaldırdı. Gözlerinde korku yoktu artık. “Ben kimim?” diye sordu sessizce. “Neyim ben?” Azaziel yaklaşmayı durdurdu. Yüzü hâlâ gölgede kalıyordu ama sesi daha netti. “Sen, iki dünyanın kırılma noktasısın. Ne cennete ait ne de cehenneme. Ama her ikisini de değiştirme gücüne sahipsin. Ve bu yüzden seni ya yüceltecekler... ya da yok etmeye çalışacaklar.” O sırada Cassian öne atıldı. Kılıcını Azaziel’e doğrulttu. “Bu kehanet tek başına sana ait değil” dedi. “Ve onu yakmaya çalışırsan önce beni aşman gerekir.” Azaziel gülümsedi. “Ben artık kimseyi yakmam, Cassian. Yakan, uyanan şeyin ta kendisidir.” Kelimeler bittiğinde zeminden bir ışık sütunu yükseldi. Averiel’in bedeninden çıkan bir enerji, halkaların tamamını parlatmaya başladı. Sanki mühür ilk defa konuşuyordu. Oda yankılanmaya başladı. Cassian geri çekildi. Azaziel, zincirlerinin çözülmeye başladığını hissederek başını göğe kaldırdı. Averiel, gözlerini kapattı. İçinden geçen güç, ona ait değildi ama onun içinden doğuyordu. Yüzüğün içindeki simge eriyip sıvı hâle geldi. Elinin üstünde ikinci bir iz oluştu. Bu defa kanat değil, bir göz. Zincirler koptu. Azaziel’in gövdesi serbest kaldı. Ama o saldırmadı. Yavaşça geri çekildi. Gözleri hâlâ Averiel’in üzerindeydi. “İkinci mühür açıldı” dedi. “Artık hepsi uyanacak.” Son sözlerini bıraktıktan sonra bedenini siyah sis sardı ve kayboldu. Sessizlik geri döndü. Averiel nefes almakta zorlanıyordu. Ama bir şey daha vardı. İçinde bir şey, artık tamamen uyanmıştı. Öylece dizlerinin üzerinde kalakaldı. Cassian ona yaklaştı. Bakışlarında bir uyarı vardı ama yanında başka bir şey daha: hayranlık. Korku değil, saygı. Averiel başını kaldırdı. Sesi çatallıydı ama netti. “Daha kaç mühür var?” Cassian cevap verdi. “Beş.” Ve o an, taş duvarlardan biri kendiliğinden açıldı. Yeni bir geçit. Yeni bir mühür. Yeni bir cevap. Averiel ayağa kalktı. Artık yürümüyordu. Yol onun önünde açılıyordu.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD