BÖLÜM 21- ADINI YİTİRENLER

1271 Words
Sabah, Euryn’in taşlarında doğmadı. Gök hâlâ sessiz, ışık ise utangaçtı. Sanki yeni gün gelmeye cesaret edemiyor, çemberin etrafında yürüyen gölgelerin arasında yönünü kaybetmişti. Averiel, geceden beri gözlerini kapamamıştı. Mühürlerin ağırlığı artık onunla bütünleşmişti; ama bu, dinlenme ihtiyacını ortadan kaldırmıyordu. Ruhunun derinliklerinde titreyen yeni bir çağrı vardı. Bu kez bir mühür değil, bir yokluğun yankısıydı. Nael, çemberin dışında kısa adımlarla yürüyordu. Her sabah yaptığı gibi çevreyi kontrol ediyor, varlık izlerini topluyordu. Ama bu sabah daha önce görmediği bir şeyle karşılaştı. Taşların hemen dışında, toprağa kazınmış gibi duran bir şekil vardı: Bir daire. İçinde bir çizgi yoktu, bir harf, bir simge yoktu. Ama o dairenin varlığı, hiç söylenmemiş bir kelime gibi zihni sıkıştırıyordu. Averiel geldiğinde Nael hâlâ diz çökmüş, o şekle bakıyordu. “Bu ne?” diye sordu fısıltıyla. Nael cevap veremedi. Yalnızca parmağını taşın kenarına uzattı. Averiel eğildi. Parmaklarını dairenin sınırına sürdü. Ve o an gökyüzünde görünmez bir çizik açılmış gibi hava çatırdadı. Sessiz bir kırılma, görünmeyen bir hatırlatma gibi bedenini sardı. “Bu... bir ad” dedi Averiel. “Ama kelimesi yok.” Cassian yaklaştı. “İsim olmadan nasıl bir çağrı yapılır?” Averiel gözlerini kısıp şekle tekrar baktı. “Adını yitiren biri çağrıya cevap verdi. Ama çağrısı kendi dilinde değil. Varoluşun en eski yankısıyla yapılmış.” O anda taşlar inledi. Çemberin dışından bir figür yaklaşıyordu. Ne yürüyordu ne de süzülüyordu. Varlığı sanki boşluğun içinden damlamış gibiydi. Elbisesi yoktu. Kanatları yoktu. Yüzü bile yoktu. Sadece teni, siyah ile gri arasında çırpınan bir karanlıktı. Ve onun sesi gelmedi. Onun yerine içlerinde bir isim yankılandı: “Lûh.” Averiel’in içindeki mühürler birden sarsıldı. Bu ad... tanıdık değildi ama mühürler tanımıştı. O an sekiz mühürden üçü aynı anda parladı. Bu ilk defa oluyordu. “Lûh kim?” diye sordu Cassian, sesi şaşkın ve tetikte. Averiel başını eğdi. “Bu bir isim değil. Bu bir yankı. Ama mühürler onu kabul etti.” Nael bir adım geri çekildi. “Beni rahatsız eden bir şey var. Onun varlığında huzur yok.” “Çünkü o huzur getirmek için gelmedi” dedi Averiel. “O, yokluğu anlatmak için geldi.” Lûh, çemberin kenarında durdu. Ayakları yere değmiyordu ama gölgesi yere düşüyordu. Her adımında taşların üstünde iz kalmıyor, ancak taşların altından bir uğultu yükseliyordu. “Ben adımı kaybettiğimde, bana bir yenisi verilmedi. Ama varlığım devam etti. O zamandan beri ne yazıldım, ne silindim. Şimdi, siz yeni bir yasa yazarken... ben nereye konacağım?” Averiel yaklaştı. “Yasanın satır aralarına. Çünkü kelimesi olmayanlar, harflerin arasına sığınır. Sen unutulmadın. Sadece görülmedin.” Lûh içten bir uğultuyla cevap verdi. “Görülmek, var olmak değildir. Hatırlanmak da değil. Benim sesim susturulmadı. Ben sesimi seçmedim. Şimdi bana yankı mı verileceksiniz?” Averiel duraksadı. Çünkü bu sorunun cevabı ne evet, ne hayırdı. “Senin yankın, başkalarının çığlığı olabilir. Eğer biz seni taşırsak, sana dönüşmeden seni anlatabiliriz. Ama bu senin isteğinle olur.” “Ben anlatılmak istemiyorum” dedi Lûh. “Ben yalnızca var olmak istiyorum. Yasa beni kabul edecek mi?” O an Averiel geri adım attı. Çemberin ortasına dönerek diz çöktü. Avuçlarını yere bastı. Mühürler sarsıldı. Toprağın altındaki şekiller kıpırdamaya başladı. Ve bir satır kendiliğinden taşın üzerine yazıldı: “Adı olmayanlar, yankıya gerek duymadan vardır.” Lûh, bu cümleyi duyunca sessizce göğe baktı. Ve ilk defa bir çizgi onun bedeninden ayrıldı. Gri bir ışık, göğe doğru yükseldi. O ışığın içinde yeni bir mühür oluştu. Averiel, bunu gördüğünde gözleri doldu. Çünkü bu mühür, adı olmayanın mührüydü. Bir boşluk gibi görünse de, içinde durmadan devinen bir anlam vardı. Lûh yavaşça geriye çekildi. Çemberin içine adım atmadı. Ama onun gölgesi artık içerideydi. Herkes onu hissediyordu. Ama kimse tanımlayamıyordu. Averiel gözlerini kapadı. “Bu yasa, artık eksik değil. Çünkü adı olmayan bile bir satır kazandırdı.” Cassian yavaşça eğildi. “Bu... farklıydı. Tehlikeli değil. Ama alışıldık değil.” Nael başını salladı. “Yasamız artık kelimeyle değil, varlıkla yazılıyor.” Ve o gece, Euryn’in taşları yeni bir mühürle birlikte titredi. Adını yitiren biri, yasanın adı oldu. Averiel mühürün yeryüzüne kazındığı noktada diz çökmüşken, ellerinin altındaki taşların titreşimi avuçlarının içine, oradan da kalbine kadar ulaşmıştı. Mühür şekilsizdi. Harfler ya da sembollerle değil, varlıkla yazılmıştı. Görünürdeki boşluk, aslında en dolu yankıyı taşıyordu: Varlığını kelimelere ihtiyaç duymadan ilan edenlerin sesi. “Bu mühür,” dedi Averiel, gözlerini hâlâ kapatmadan, “bize, yasa yazmanın yalnızca kelimelere bağlı olmadığını hatırlatıyor. Bu mühür susan değil, sessizlikte var olanın mührüdür.” Nael ellerini arkasında birleştirmişti. “Peki bu mühür kime hitap eder? Ne meleklere, ne nefillerin eski soyuna ait. Bu, başka bir varoluşa aitmiş gibi hissettiriyor.” Cassian sessizliğini bozdu. “Kime hitap ettiği değil, neyi içerdiği önemli. Bu mühür, kimsenin davet etmediği ama herkesin içinde yer eden bir şey. Unutulanlara bile değil... hiç anılmamışlara.” Averiel ayağa kalktı. Ayaklarının altındaki toprak, ona yumuşakça eşlik ediyormuş gibi sarsılmadan yerini verdi. Gözleri hâlâ gökyüzüne dönüktü ama bu sefer orada bir şey vardı. Bir iz. Lûh’un yükselttiği ışığın ardından kalan o silik, gri parıltı sönmemişti. Gözle görülmesi zordu ama mühürleri taşıyanların ruhları onu hissediyordu. O an çemberin dışındaki taşlıklardan bir ses yankılandı. Bu bir adım sesi değildi. Bir çığlık da değildi. Ancak iç kulakta, aniden hatırlanan bir melodi gibi, tanımsız bir titreşimdi. Averiel döndü. Cassian ve Nael onunla birlikte başlarını çevirdiler. Uzakta, figürden bile sayılmayacak bir siluet beliriyordu. Bir gölge değil, bir yansıma gibiydi. İnsan biçiminde ama yerle bağlantısı olmayan, ayakları yer çekimine direnmeden boşlukta süzülen biri. Ne gözleri vardı ne de ağzı. Ama varlığının kendisi, bir yankıydı. Averiel bir adım attı. “O da mı adını yitirmişlerden?” Nael bu sefer titrek bir sesle konuştu. “Hayır... o hiçbir zaman bir ad almamış.” Cassian şaşkınlıkla bakıyordu. “Adı olmayan doğamazdı. Ruh mühürlenmezse... bu mümkün değil.” Averiel sessizce başını salladı. “İmkânsız olan artık imkânın bir parçası. Bu, yeni düzenin getirdiği şey. Artık varlık için isim gerekmez. Bu düzen adla başlamıyor, hissedişle başlıyor.” Yansıma yaklaşırken, taşlara değmedi. Ama onun geçtiği yerlerde toprağın rengi değişti. Daha derin, daha soğuk, ama canlı gibi. Sanki unutulmuş tohumlar onun adımlarını bekliyormuş gibi toprağın içinde titreşiyordu. Averiel ellerini göğsünde birleştirdi. İçinden yükselen, kelimeye dökülmeyen bir dua gibi düşünceler zihninde ağır ağır şekillendi. Gözlerini yansımaya dikti. “Hoş geldin” dedi. “Adın yoksa bile yerin var. Sesin yoksa bile ağırlığın hissediliyor.” Yansıma durdu. Etrafında bir süre kıpırtısız kaldı. Sonra aniden, etrafındaki hava yoğunlaştı. Sanki onun vücudu değil, onun yokluğu çevreye baskı yapıyordu. Ardından, ayaklarının altındaki toprak kendi kendine çatladı. Çatlaklardan beyaz bir ışık süzüldü. Ve o ışığın içinde başka mühürler görünmeye başladı. Cassian irkildi. “Bu mühürler... bizimkiler değil. Bunlar ne göğün ne yerin mühürleri.” Nael korkuyla geri çekildi. “Bu, başka bir kaynağın yankısı. Bilmediğimiz bir başlangıcın izi.” Averiel çökerek ellerini toprağa bastı. “Yeni bir damar açılıyor. Bu çember artık sadece görünenlerin değil, hiç düşünülmeyenlerin de alanı olacak. Bu varlık, bizim yasanın sınırlarını aşıyor.” Ve o anda, taşların arasındaki beyaz ışık yoğunlaştı. Çemberin ortasında yeni bir figür belirdi. Bu figür, Averiel’e benziyordu. Ama gözleri kapalıydı. Kanatları yoktu. Saçları rüzgârla dalgalanıyordu ama etrafındaki hava hareketsizdi. Averiel ayağa kalktı, gözlerini kıstı. “Bu... ben değilim.” Nael fısıldadı. “Bu, senden doğan ama senin olmayan bir yansıma. Yeni düzenin gölgesi.” Cassian kılıcını çekti ama Averiel durdurdu. “Bu varlık savaşmak için değil, anlatmak için geldi. Kendi dilini kullanmasa da, mühürlerin dilini taşıyor.” Yansıma kollarını yana açtı. Taşlar yerinden oynamadı ama gök kendi içine döndü. O an herkes, çok kısa bir an için, doğdukları günü hatırladı. Melekler, nefiller, unutulanlar, adını kaybedenler. Hepsi, bir süreliğine ilk kez nefes aldıkları anı yaşadı. Ve o anda, içlerinde sakladıkları tüm kelimesiz korkular ortaya çıktı. Çünkü bu yansıma, ad verilmeden doğan her varlığın içindeki boşluğu ayna gibi yansıtıyordu. Averiel fısıldadı. “Bu... yasanın karanlıkta kalan parçası.” Ve yansıma gözlerini açtı.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD