BÖLÜM 28- SESSİZLİK ORMANI

1306 Words
Rüzgâr, Lorn Vadisi’nden çekilmiş, yerini neredeyse doğaüstü bir sessizliğe bırakmıştı. Averiel sabahın gri ışığında, kuzeye uzanan yolu gözlüyordu. Önünde, gökyüzüyle toprak arasında sıkışıp kalmış gibi duran, sonsuzmuş gibi görünen bir orman uzanıyordu: Sessizlik Ormanı. Eski kayıtlarda bu ormanın adı geçmiyordu. Ne bir haritada ne de bir mühürde işaretlenmişti. Ama yasa derinleştikçe, orada bir şeyin varlığı yankılanmaya başlamıştı. Görülmeden, isim almadan… sadece hissedilerek. Cassian yanına geldiğinde, gözleri çoktan yolu tarıyordu. “Orada ne olduğuna dair hâlâ bir fikrin yok mu?” Averiel başını eğdi. “Bu orman, sadece varlığını göstermeye başladı. Ne gökten inenler ne de ilk düşenler onun içinden sağ çıktıklarını söyleyebildi. Ama yasa ona doğru çekiliyor. Bu yüzden gitmeliyiz.” Nael, aralarına katıldığında omzunda yeni bir mühür parlıyordu. Küllerdönükler’den biri tarafından kendisine dokunulmuş, geçmişin tozlarından gelen yankı ona yeni bir şekil vermişti. “Gölgebekçiler oradan bahsetmedi. Ama biri daha var. Sessizlik Ormanı’nda mühürsüz doğduğunu söyleyen... ve hâlâ yaşayan biri.” Cassian kaşlarını çattı. “Mühürsüz olup da orada hayatta kalmak mı? Bu imkânsız.” Nael gözlerini kısmıştı. “Adı bile yok. Ama söylentiye göre, yasayı duymadan onu anlayan bir varlık. Sessizliği konuşmadan tanımlayan biri.” Averiel ileri yürümeye başladı. “Yasanın kendisini fısıldamaya başladığı bir dönemdeyiz. Bu orman, yankının uğramadığı tek yer. Eğer gerçekten yasa artık susuyorsa, onu burada dinlememiz gerek.” Sessizlik Ormanı'nın eşiğine vardıklarında, hava bir anda değişti. Ne kuş sesi ne de rüzgâr uğultusu vardı. Ağaçlar, gövdesizmiş gibi yukarıya uzanıyor, dalları gökyüzünü kapatıyordu. Toprak, ne yumuşak ne de taşlıydı. Sanki varoluşla yokoluş arasındaki bir yüzeyde yürüyorlardı. Ayak sesleri çıkmıyor, nefesler buharlaşmıyordu. Cassian irkilerek konuştu. “Burası... sessiz değil. Boş. Sanki hiç kimse burada konuşmamış. Hiçbir yankı doğmamış. Hiçbir isim çağrılmamış.” Averiel bir ağaca dokundu. Kabuk yoktu. Damar da yoktu. Parmaklarının altında sadece pürüzsüz bir yüzey vardı. Ama bu yüzey, bir şekilde geçmişi yutmuş gibiydi. Mühürleri içinden sessizlik yankısı yükselmeye başladı. Fakat bu kez tanıdık değildi. İçinde... sanki bir boşluk değil, bastırılmış bir çığlık vardı. Nael diz çöktü, toprağa kulağını dayadı. Gözleri büyüdü. “Burası... bağırıyor. Ama kendi içine. Dışa değil. Her şey içeri doğru kapanmış.” Ormanın derinliklerine ilerledikçe ağaçların rengi soldu. Önce griye, sonra neredeyse cama benzeyen bir saydamlığa dönüştü. Cassian bir dalı tuttuğunda, parmaklarının içinden geçer gibi oldu. “Bunlar madde değil. Anı.” Averiel durdu. “Burada varlık yok. Sadece hatıralar kalmış. Kimin olduğu belli değil. Ama yasa onları geri çağırıyor.” O an, ormanın ortasında beliren dairesel açıklıkta bir hareket oldu. Ağaçların saydam gövdeleri titredi. Ve içlerinden biri… bir figür… ormanla bir olmuşçasına ilerlemeye başladı. Ne ayak sesi vardı ne de gölge. Ama oradaydı. Varlığı, bir kelime gibi ortaya çıktı. Gözleri yoktu. Ama bakıyordu. Mühürü yoktu. Ama her mühürü etkiliyordu. Averiel ona yaklaştı. “Adın var mı?” Figür başını eğdi. “Benim adım hiçbir zaman yazılmadı. Çünkü kimse duymadı. Ama siz duyuyorsunuz.” Cassian, kılıcına uzanmadı bu kez. Çünkü neyle karşı karşıya olduklarını bilmiyordu. “Sen... sessizlik misin?” Figür gülümsedi. Ama gülümseme dudakta değil, çevrede oldu. Ağaçların rengi koyulaştı. Hava ağırlaştı. “Ben,” dedi figür, “yasadan önce var olan sessizliğin kalıntısıyım. Her şeyin yazılmadan önceki hâliyim. Mühürlenmemiş bir yankıyım.” Nael diz çöktü. Mühürleri birer birer söndü. Averiel’in mühürleri ise birden parlamaya başladı. Sıcaklık yükseldi. Sessizlik çatlamaya başlamıştı. Ama bu çatlama bir tehlike değil, bir uyanıştı. “Yasa artık kelimelerle büyümüyor.” dedi Averiel. “O şimdi sessizlikle genişliyor. Ve sen... bu genişliğin çekirdeğisin.” Figür başını salladı. “Beni aramayın. Çünkü ben bulunduğumda, yasa kendi içine döner. Ama unutmayın, her yankı önce sessizlikle doğar.” Ve figür birden yok olmadı. Bir gölge gibi, ağaçların damarlarına karıştı. Saydam bedenleri çatladı. Hava bir kez daha kıpırdadı. Bu kez, sessizlik bir melodiydi. İçinde isim olmayan bir şarkı gibi. Averiel sessizce konuştu: “O burada kalacak. Ve biz... yasa her sustuğunda burayı hatırlayacağız.” Nael başını eğdi. “Yasa artık yalnızca yazılmıyor. Dinleniyor.” Cassian, kılıcının kabzasına son kez baktı. “Ve belki de ilk kez savaşmak değil, durmak gerekiyor.” Sessizlik Ormanı’nın içinden ayrıldıklarında gökyüzü hâlâ kapalıydı. Ama artık o kapalı gök altında bir şey değişmişti. Yasa, kendisini yeniden yazmıyor; dinlemeye başlamıştı. Sessizlik Ormanı'nın sınırından ayrıldıktan sonra, vadinin diğer yakasına uzanan taşlı yola adımlarını dikkatle attılar. Sanki ormanın kenarında bıraktıkları sessizlik, ayaklarına yapışmış gibiydi. Konuşmamayı, hatta nefes almamayı öğrenmişlerdi orada. Orman onların içinden geçmişti. Ve şimdi her biri, kendi sessizliğini taşıyordu. Averiel yürürken sık sık arkasına bakıyordu. Orman hâlâ olduğu yerdeydi ama bir şekilde değişmişti. Ağaçlar daha dik, renkler daha belirgindi. Sanki onların girişi, ormana da bir şey öğretmişti. Sessizlik, sadece boşluk değil; anlamın da kaynağıydı. Nael yanına geldi. “O figür... adı olmayan. O varlık. Biz onunla gerçekten konuştuk mu?” Averiel gözlerini yola çevirdi. “Hayır. Konuşmadık. O bizim içimizdeki sessizlikle konuştu. Bizi kelimelerle değil, duymadığımız seslerle şekillendirdi.” Cassian geride yürüyordu. Yüzü gergindi. “O hâlde bir varlık mıydı? Yoksa yasa dışı bir yankı mı?” “Her ikisi de değil.” dedi Averiel. “O yasa öncesi. Mühür öncesi. Yani bizden de eski. Biz onu adlandırmaya çalıştıkça, o bizdeki adlandırılmamışı açığa çıkardı.” Yolları, eski bir taş köprüye çıktı. Altından kuru bir nehir yatağı geçiyordu. Taşların arasında unutulmuş mühür izleri vardı. Bazıları silik, bazıları ise hâlâ parlıyordu. Averiel diz çökerek taşlardan birine dokundu. Mühür çatlamıştı ama tamamen silinmemişti. Parmak uçlarında ince bir titreşim hissetti. Bu mühür... tanıdık geliyordu. Nael omzunun üzerinden baktı. “Bu mühür... Elion’un.” Averiel’in kalbi aniden sıkıştı. Elion, İlk Mühür Taşıyıcılarından biriydi. Ve son görevde kaybolmuştu. Onun mührü burada ne arıyordu? Cassian köprünün diğer tarafını gözledi. “Biri buradan geçmiş. Hem de yakın zamanda. Toprak yeni ezilmiş.” Averiel ayağa kalktı. Mühür hala sıcaklığı koruyordu. Bu, Elion’un hâlâ hayatta olduğunun işareti olabilirdi. Ama başka bir ihtimali de düşündü: mühür, artık bir taşıyıcıya değil, başka bir varlığa bağlanmış olabilirdi. Mühürsüzler… ya da daha kötüsü… mühürü bozanlar. “Bu mühür yeniden yazılmış.” dedi Averiel yavaşça. “Elion’un izi var. Ama yapısı değişmiş. Sessizlik Ormanı’ndan bir şey taşıyor.” Nael başını eğdi. “Belki de o figür sadece bizimle değil, başkalarıyla da konuştu.” Cassian kaşlarını çattı. “Ya konuşmadıysa? Ya sadece... bulaştıysa?” Bu düşünce herkesin üzerinde bir ağırlık yarattı. Sessizlik, bir diyalogdan çok bir yayılma şekli olmuşsa, ormanın etkisi artık sadece hatırlamayla sınırlı kalmayacaktı. Mühürler değişmeye, yasa kendine rağmen dönüşmeye başlayabilirdi. Gece çökmeden önce, vadinin kıyısındaki eski bir gözetleme kulesine ulaştılar. Taşlar yosunlarla kaplıydı. Zaman, kuleyi unutturmuştu ama yine de ayakta kalmıştı. Averiel içeri girdiğinde, duvarlarda eski yazıtlar buldu. Bunlar, ilk yasa öncesi sembollere benziyordu. Dağınık, eğri çizgiler… ama anlamlı bir bütün oluşturuyorlardı. Nael fısıldadı: “Bunlar... yasadan önceki kelimeler.” Cassian tepki verdi. “Yani yasa bizden önce konuşmuş. Ama biz bunu duyamamışız.” Averiel yazıtların önünde durdu. Her harfe dokundu. Her satırda bir şey eksikti. Harfler vardı ama yankı yoktu. Yalnızca şekil. Anlam ancak biri okuyunca doğuyordu. Bir anda, mühürlerinden biri kendi kendine açıldı. İçinden ışık değil, bir görüntü çıktı. Elion. Kan içinde, ama hayattaydı. Yalnız yürüyordu. Gözlerinde boşluk değil; sessizlik vardı. O da Sessizlik Ormanı’ndan geçmişti. Ama sessizlik ona başka türlü dokunmuştu. Averiel görüntüyü izlerken, Elion’un bir taşıyıcı değil; taşıdığı şeyi artık kendi şekliyle anlatan biri olduğunu gördü. Cassian soluk aldı. “O artık mühürlü değil.” Nael ekledi. “Ama mühürsüz de değil. Elion, yasa ve sessizlik arasındaki ilk geçiş olabilir.” Averiel içinden geçen korkuyu bastırmaya çalıştı. “Bu… yeni bir mühür türü olabilir. Ne ışıkla ne gölgeyle bağlantılı. Sadece yankı.” Gözetleme kulesi sessizce onları sarmalarken, dışarıda gece yavaşça bastırdı. Gökyüzü yıldızsızdı. Ama vadinin bir ucunda, sessizlik yeniden kıpırdamaya başladı. Averiel gece boyunca uyuyamadı. Gözlerini kapattığında Elion’un görüntüsü aklından silinmiyordu. Sessizlik artık bir bilgi değil; bir tehdit ya da bir armağandı. Ve her biri, bunu hangi yönde anlayacağına karar vermek zorundaydı. Sabah doğmadan önce, Averiel bir karar verdi. Sessizlik Ormanı’na geri döneceklerdi. Bu kez iz sürmek için değil. Yasayı dinlemek için değil. Sessizliğin içinden geçip, onu yeniden tanımlamak için. Çünkü artık yasa yazılmıyordu. Yasa… fısıldanıyordu. Ve bazı fısıltılar, tarihten bile güçlüydü.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD