Gökyüzü, sabahla gece arasındaki gri tonlarında kıpırtısız uzanırken, Averiel avcunda tuttuğu iki parçaya uzun süre baktı. Biri gri teldi; adı olmayan, ama her şeyi yankılayan. Diğeri karanlık taştı; unutmanın mutlak simgesi. İkisi de sessizlikle konuşuyordu. Ve sessizlik, bazen bir çığlıktan daha keskin olurdu.
Averiel, taşın üzerini örttü. Onu mühürlerin ve yankıların yanına koymadı. Ayrı bir yere, taşların değil düşüncelerin içine sakladı. Çünkü bu karar, bir güç kullanımı değil; bir kimliği silme hakkıydı. O kadar ağırdı ki, yasa bile bunu açıkça taşımamıştı. Yalnızca kenarlarında, karanlık harflerle fısıldamıştı.
Nael, sabahın ilk ışıklarıyla yanında belirdi. Yüzünde uykusuzluğun izleri vardı. Ama daha çok, düşünceler içinde geçirdiği saatlerin çizgileri. Averiel’in yanına çöktü, yüzünü sabahın sisiyle örtülü vadilere çevirdi.
“Geceleri artık farklı kokuyor.” dedi sessizce. “Boşlukla kül arasında bir şeyler var. Ne yanmış ne de hiç var olmamış. Sanki geri dönenler…”
Averiel sözünü tamamladı. “Geri dönmüyor. Hatırlatılıyorlar.”
Nael ona döndü. “Yasa hâlâ yankılanıyor. Ama gölge de yankı taşımaya başladı. Bu… dengesizliğe dönüşebilir.”
Averiel, sessizce başını salladı. “Ve işte o yüzden bu kadar sessiz. Çünkü bazen yasa bağırmaz. Uyarmaz. Sadece durur. Ve sen o duraksamanın içinde, ya düşersin ya da derinleşirsin.”
Cassian ileriden geldiğinde, gözlerinde bir kararlılık vardı. “Birileri geldi. Onlar, geri çağrılanlardan. Küllerle mühürlenmemiş ama ilk çöküşten sağ çıkanlardan.”
Nael ayağa kalktı. “Onlar... kayıp mühür taşıyıcıları mı?”
“Hayır.” dedi Cassian. “Onlar, mühürlenmeyi reddedenler.”
Vadinin kıyısında toplanan grup, ne beyaz giyiyordu ne de siyah. Giysileri kül rengiydi; silik, silinmiş ve unutulmuş bir geçmişin ağırlığını taşıyan tonlar. Her biri farklı yaştaydı. Ama gözlerinde ortak bir boşluk parlıyordu. Ne karanlık ne ışık. Sadece… boşluk.
İçlerinden biri öne çıktı. Erkekti, ama yüzü zamandan arınmış gibiydi. Averiel’e yaklaştı. “Biz mühürlenmedik. Çünkü biz düşmedik. Ama yükselmedik de. Bizi unuttular.”
Averiel, onun gözlerinin içine baktı. “Unutulanlar kendi adını hatırlıyorsa, o isim hâlâ yasadadır.”
Adam başını eğdi. “Biz kendi adımızı unuttuk. Ama şimdi sizi duyduk. Ve bir soru getirdik.”
Nael yaklaşarak sordu: “Ne sorusu?”
Adam başını kaldırdı. “Bize yer var mı?”
Cassian irkildi. “Bu kadar mı? Ne yemin ne sınama? Sadece… yer mi?”
Adam başını salladı. “Çünkü biz artık savaşamayız. Ne uğruna ne kime karşı. Biz yalnızca varlığımızın duyulmasını istiyoruz. Yasa bizi unuttuğunda, biz de kendimizi unuttuk. Ama siz yasa konuştukça… biz tekrar yankılandık.”
Averiel yaklaştı. Adamın eline dokundu. Soğuk değil, donuktu. Ama bu donukluk yaşamın değil, bekleyişin iziydi. Uzun süredir hiçbir yere ait olamayanların duruşu gibi.
“Sizler yasa tarafından değil,” dedi Averiel, “sessizlik tarafından sınanmışsınız. Ve hayattasınız. O hâlde yeriniz var.”
Nael fısıldadı: “Bu yasa, yalnızca mühürleneni değil, sesi duyulanı da kabul ediyor.”
Adam gözlerini kapadı. Dudaklarından tek kelime döküldü.
“Teşekkür ederim.”
O anda vadide bir değişim oldu. Toprak çatlamadı, gökyüzü parlamadı. Ama bir şey içerden değişti. Küller... kıpırdadı. Sessizce. Yavaşça. Ama tüm mühür taşıyıcılarının içinde hissedilen bir titreşimle.
Averiel gözlerini kapattı. Gri tel parçası, avcunun içinde kendi kendine ısındı. Küllerin geri dönüşü başlamıştı.
Ve bu, yasanın en zor sınavıydı.
Vadinin kıyısında rüzgâr durmuştu. Ne taşlar yuvarlanıyor ne de yapraklar kıpırdıyordu. Her şey bir anda, geçmişin tozları arasında nefes almayı unutmuş gibiydi. Averiel’in avcundaki tel, parmaklarının arasında titreyerek varlığını belli ederken, küllerin yankısı artık sadece hissedilmiyor, şekil almaya başlıyordu.
Yeni gelenlerin bedenleri sanki toprakla yeniden bağ kuruyordu. Her biri yere diz çökmüş, başlarını hafifçe eğmişti. Onlarda ne bir yalvarış vardı ne de boyun eğme. Bu, kabullenişin ta kendisiydi. Kendi unutuluşlarını tanımış ve onu geride bırakmış varlıklar olarak dönmüşlerdi. Averiel, içlerinden yükselen sessizliğin yankısını ilk hisseden oldu.
Cassian bir adım geri çekildi. “Onlarda bir şey var. Yeni bir mühür gibi değil. Daha çok... mühürsüzlüğün içindeki anlam gibi.”
Nael başını salladı. “Onlar, unutulmanın sınırında doğmuşlar. Şimdi yasa onları yeniden yazmaya başlıyor. Ama bu yazı, eski dille değil.”
Averiel onların ortasına girdi. Elleri yanlarında, gözleri vadinin taşlı zemini üzerinde. “Yasa sizi unuttu. Ama siz, unutmamayı seçtiniz. Bu, bir mühürden daha güçlü. Çünkü bu sefer siz yasanın kelimesi değil, yankısı oldunuz.”
İçlerinden en yaşlı olanı başını kaldırdı. Gözleri simsiyah değildi, ama ışığı da yansıtmıyordu. Griydi. Gecenin ilk saatleri gibi belirsiz ve ağır.
“Bize bir ad verir misiniz?” diye sordu.
Averiel cevap vermedi. Bunun bir yetki değil, bir hak olduğunu biliyordu. Onlara verilecek ad, yasanın yeni damarına kazınacak ilk iz olacaktı. Yanına çöktü ve yavaşça yere avuçlarını bastı.
Toprak, ellerinin altında ısındı. Mühürler içinden biri—uzun süredir suskun kalan—parladı. Sessizlik mührü. Ama bu sefer yankı üretmiyor, içeri çekiyordu. Averiel gözlerini kapadı ve derin bir nefes aldı.
Sonra konuştu:
“Artık sizler ‘Küllerdönükler’siniz. Ne gökten inen ne yerden çıkan. Siz, unutulmuş olanı taşıyan ve yeniden yazılmadan önce hatırlayanlarsınız.”
Küllerdönükler’in dizleri titredi. Bazıları gözlerini kapattı. Bazıları ağlamadı, ama gözlerinden akan tek damla toprakla birleşti. O anda, vadinin taşlı zemininde ince bir çizgi oluştu. Bu çizgi, mühür değildi ama mühürlerin yürüdüğü yeni yoldan ilk izdi.
Nael, taş çizgiyi incelerken fısıldadı: “Bu bir başlangıç. Onlar eskiyi değil, unutulmuşu taşıyor. Ve bu... çok daha tehlikeli.”
Cassian elini kılıcının kabzasından çekti. “Artık savaşı unutulmuşla vermeyeceğiz. Unutulmuş olanla birlikte savaşacağız.”
O gece, Küllerdönükler vadiye yerleşti. Her biri sessizce çevreye karıştı. Ne barınak istediler ne de mühür talep ettiler. Yalnızca kalmak. Varlık göstermek. Ve yasa kendini yeniden yazarken, kenarda bir iz gibi durmak. Ama bu iz, zamanla yasanın en derin damarlarından biri olacaktı.
Averiel gece vakti yalnız başına yürüdü. Elini gri tel parçasına götürdü. Hâlâ sıcak. Hâlâ canlıydı. Ve artık onun taşıdığı şey sadece yasaya ait bir parça değildi. O, yasa ile gölge arasındaki sınırdı. Unutanlarla hatırlayanlar arasındaki köprü.
Karanlık kulenin uzağında, göğe bakan taşın üzerinde durdu. Yıldızlar yoktu. Ama o sırada, göğün tam ortasında kısa bir süreliğine yanıp sönen bir iz belirdi. Bir işaret gibi. Ne parlak ne de karanlık.
Averiel fısıldadı:
“Yasa derinleşiyor. Ve şimdi, gölgesiyle birlikte yazılacak.”