Sabah Lerna’ya hiç uğramamış gibiydi. Gökyüzü, geceyle gündüz arasında sıkışmış bir renksizlikle asılı duruyordu. Ne mavi ne de gri. Sanki hâlâ karar verememişti. Averiel, Cassian’la birlikte dağın yamacındaki taş patikadan ilerliyordu. Arkalarında kalan duvar artık görünmüyordu. Ama Averiel, onu içinden çıkarmamıştı.
Beşinci mühür, sırtında sol omzunun altına doğru yayılmıştı. Sanki yarım bir kanat gibi. Ama bu kanat tüyden değildi. Şekli vardı ama dokusu yoktu. Gölgesi vardı ama ağırlığı yoktu. Averiel yürürken sırtı zaman zaman karıncalanıyor, teni rüzgâra rağmen ısınmaya devam ediyordu.
Cassian, uzun süre konuşmadı. Ama sonunda soruyu sordu.
"Luzien sana ne söyledi?"
Averiel durmadı. Ama başını biraz yana çevirdi.
"Uyarıydı. Beşinci mühür, sadece bir mühür değil. Onların yankısını da bana bağlıyor."
Cassian’ın gözleri ciddileşti. "Bu iyi bir şey mi?"
"Hayır. Ama gerekli."
Önlerindeki patika, bir uçuruma açılıyordu. Aşağıda düz bir vadi uzanıyordu. Ama bu vadi, haritalarda yoktu. Bitki örtüsü eksikti. Gölgesi uzun ve sessizdi. Vadinin ortasında yükselen bir anıt dikkat çekiyordu: siyah, zarif ve oldukça eski. Yüzeyi çatlamış ama hâlâ dimdik ayakta. Etrafında hiçbir yaşam belirtisi yoktu.
Averiel, o anıtı görür görmez içindeki mühürler titreşti. Terazi sembolü yanıt verdi, göğsündeki damla kızıl bir ışıltıyla parladı. Cassian, solgun bir sesle fısıldadı.
"Kanatsızlar Mezarı."
Averiel gözlerini kısmıştı. "Bu ne demek?"
"Yükselmeye hak kazanamayanların bırakıldığı yer" dedi Cassian. "Kanatlarını hiç açmamışlar. Mühürleri kabul etmemişler. Ya da edememişler. Ama onlara hâlâ izleniyorlar. Onlar, sessiz kalan güçler."
Averiel vadinin yamacındaki basamaklara yöneldi. Aşağıya indikçe hava soğudu. Ama bu fiziksel değil, ruhani bir soğukluktu. Göğsünün içinde donmaya yüz tutan bir iz gibi. Kanatsızlar Mezarı, kendi varlığına sessiz bir ağırlık katıyordu.
Anıta yaklaştıklarında, taş yüzeyde çok ince yazıtlar belirdi. Averiel, parmaklarıyla izlemeye başladı. Dil tanıdık değildi ama anlamı zihnine doldu.
“Göğsünde mühür olsa bile, uçmayı seçmeyen düşer. Ama düşen her zaman yok olmaz.”
Cassian dikkatle etrafı taradı. "Burada başka bir şey var. Sadece mezar değil."
Tam o anda toprak titredi. Hafifçe. Ama doğrudan Averiel’in altından. Anıtın çevresinde oluşan halkalar, gözle görünür bir titreşim yaymaya başladı. Ve sonra...
Hava çatladı.
Boşluktan, gri kanatlı biri çıktı. Kanatlar tüy değil, taş gibi sert ve kırıktı. Varlık kadın şeklindeydi. Gözleri yoktu. Ama bakıyordu. Kıyafeti eskiydi. Mühür taşımıyordu. Ama onu tanımak için mühüre ihtiyaç da yoktu. Cassian, fısıltı gibi bir sesle adını söyledi:
"Seraphine."
Averiel geri çekilmedi. Gri varlık havada asılı duruyordu ama gözleri Averiel’e kitlenmişti.
"Sen, taşıyıcısın" dedi Seraphine. "Ama kanatların eksik."
"Kanatlarım görünmüyor olabilir" dedi Averiel. "Ama içimde onların yankısı var."
Seraphine başını hafifçe yana eğdi. "Yankı, kanat sayılmaz. Uçmak için sadece mühür değil, irade gerekir. Ve senin iraden... hâlâ bağlı."
"Bağlı mı?"
"Tharion’a. Cassian’a. Hatta Luzien’in kelimelerine. Sen hâlâ başka seslerin yankısında yürüyorsun."
Averiel öne çıktı. Gözlerini Seraphine’e dikti.
"Yankılarla değil, mirasla yürüyorum. Ama yürümek bana ait. Seçimi ben yapıyorum."
Seraphine yavaşça yere indi. Toprağa bastığında çevredeki çakıllar hareket etti. O an Averiel’in yanına yaklaşarak sessizce elini uzattı.
"Sana bir seçim yapma hakkı verildi. Ama eksik. Eğer uçmak istiyorsan... benimle dövüş."
Cassian atıldı. "Hayır. Bu bir sınav değil. Bu bir tuzak!"
Seraphine ona bakmadı. Averiel ise gözlerini kadından ayırmadı. Göğsündeki mühürler yanmaya başladı. İçinden gelen yankı ona tek bir şey fısıldıyordu.
Kendi kanatlarını şimdi çiz. Yoksa hep başka seslerin altında kalırsın.
Averiel geri çekilmedi. Avucunu açtı. Hava kıvrıldı. Mühürler bir araya geldi. Beş sembol birleştiğinde, sırtında ilk kez görünür bir şey oluştu. Kanatlar. Işıktan değil, duman ve gümüş çizgilerden örülmüş, zarif ve tehlikeli iki şekil. Averiel, Seraphine’in gözlerine baktı.
"Tamam. Dövüşeceğiz."
Ve toprak, bir kez daha titredi.
Toprak titrerken, gökyüzü Averiel’in sırtından yükselen kanatlara cevap veriyor gibiydi. Kanatlar gerçekti ama birer madde değil, iradeydi. Duman, çizgi, ve hafif bir mırıltıyla dönen sembollerden oluşan bu yapı, her mühürden bir iz taşıyordu. Dengeyi simgeleyen terazinin çizgileri, Tharion’un parçasından gelen kırılgan mavi ışık, Luzien’in bıraktığı sis dokusu, hatta Cassian’ın suskunluğundan sızan gri bir çizgi bile bu şeklin içindeydi.
Seraphine, kanatlara dikkatle baktı. Gözlerinde bir kıskançlık yoktu. Sadece sessiz bir kabulleniş.
"Sen gerçekten çağırabildin," dedi. "Ama hâlâ karar vermedin."
Averiel ona doğru bir adım attı. "Karar verdim. Yürüyeceğim. Dövüşeceğim. Ama seninle değil. Kendimle."
Seraphine birden döndü. Gri kanatlarını iki yana açtı. Yüzü hâlâ duygusuzdu ama hareketleri bir kehanet gibi kesinleşmişti.
"Kendi içini yenmeden benimle dövüşemezsin. Ama ben, senin içinin yansımasıyım. Mühürleri reddeden tarafsın. Beni yenmek, içindeki reddi kabul etmek demektir."
Averiel bir şey demedi. Kanatlarını kaldırdı. Ardından, toprak parladı. Etraflarında geniş bir halka belirdi. Toprakta mühür sembolleri dönmeye başladı. Rüzgâr yükseldi. Vadiye hafif kül indi.
Cassian, halkadan dışarıda kalmıştı. Gözlerini kısmıştı ama müdahale etmiyordu. Averiel’in tek başına geçmesi gereken bir sınav olduğunu anlamıştı.
Seraphine saldırıya geçti. Kanatlarından fırlayan siyah tüy benzeri yapılar, keskin bir metal gibi fırladı. Averiel geriye doğru süzüldü. Yeni kanatlarıyla ilk defa yerden kesiliyordu. Ama kontrol sendeleyiciydi. Ayakları toprağa geri değmeden, bir adım ötesine savruldu. Ancak düşmedi. Kanatlarını toparladı.
Seraphine yeniden ileri atıldı. Bu kez elleriyle değil, sesiyle saldırdı. Sözleri doğrudan zihne çarpıyordu.
"Sen seçilmedin. Sadece yerleştin. Mühür seni bulmadı. Sadece açıkta kalan boşluğu doldurdu."
Averiel gözlerini kıstı. Bu kelimeler, içinde Tharion’un son fısıltılarını çağırdı. Kısa bir an, kendi geçmişini gerçekten hatırlayamamış olmanın sancısı sardı bedenini. Ya seçilmemişse? Ya mühür onu sadece rastgele taşımışsa?
Ama bu şüphe, kısa sürdü.
Gözlerini açtı. "Ben seçilmedim. Ama seçtim."
Bu kelimeyle birlikte göğsündeki mühür genişledi. Sırtındaki kanatların hatları netleşti. Seraphine yaklaşmıştı. Averiel bir hamleyle döndü ve havada çizdiği sembolü öne savurdu. Rüzgârla birlikte oluşan dairesel iz, Seraphine’in önünde patladı. İlk defa dengesini kaybetti.
Halkadaki mühürler hızla dönmeye başladı. Averiel, kendini havada sabitledi. Her mühür bir kez daha içinden geçti. Tapınak'taki ilk çizim. Denge terazisi. Tharion’un kırık damlası. Luzien’in yankısı. Ve son olarak—kanatlarının içinde parlayan bir ışık.
"Bu benim iradem," dedi. "Seninle dövüşmüyorum. Seni bırakıyorum."
Seraphine’in gözleri genişledi. "Hayır. Beni alt edemezsin."
"Alt etmiyorum. Serbest bırakıyorum."
O anda, Averiel ellerini iki yana açtı. Sırtındaki kanatlar büyüdü. Seraphine’in kanatlarına doğru bir ışık yayıldı. Gri renkli, taşlaşmış yapılar çatladı. İçinden soluk beyaz bir ışık sızdı. Seraphine dizlerinin üzerine çöktü.
"Bu... ne yapıyorsun?"
Averiel yaklaştı. Elini onun alnına koydu.
"Sadece seni tanıyorum. Reddettiğim yanımı artık bastırmayacağım. Onunla yürüyeceğim. Ama yolumu o belirlemeyecek."
Seraphine gözlerini kapadı. Çevresindeki karanlık çözülmeye başladı. Vücudu dağılıp gitmiyordu. Ama şekil değiştiriyordu. Havada bir ses yankılandı.
"Kanatsız olan, artık düşmüş sayılmaz. Uçmak isteyen herkes yeniden çağrılır."
Averiel yere indi. Ayakları, mühür çemberinin tam merkezine bastı. Cassian hemen yaklaştı. Onun gözlerinde ilk defa gerçek bir hayranlık değil, saygı vardı.
"Onu yok etmedin."
"Hayır" dedi Averiel. "Çünkü bu artık savaş değil. Bu bir varoluş meselesi."
Cassian derin bir nefes aldı. "O zaman seni bekleyen sıradaki mühür daha da derin olacak. Kanatlarını çağırdın. Ama onların uçuşunu hâlâ test etmedin."
Averiel gökyüzüne baktı. Güneş hâlâ görünmüyordu. Ama bulutlar açılmaya başlamıştı. Bu, ilk kez kendisiyle yürüdüğü andı.
Yükselmek, artık mümkün görünüyordu.