İçeri girdi, kibarca gülümsedi.
“Hoş geldin kızım. Gece dinlenirsin diye çıkamadık yanına. Ben Gülseren, Berzan’ın annesi,” dedi.
“Kahvaltı hazır. Hadi gel.”
“Hoş bulduk,” dedi Nazar, fısıltı gibi çıkan sesiyle.
Gülseren Hanım sonra odadaki küçük kıza bakıp, sıcak bir ses tonuyla sordu:
“Adın ne senin bakalım?”
İnci, korkuyla annesinin arkasına saklandı.
Küçük elleri Nazar’ın eteğine yapıştı.
Gülseren Hanım hemen diz çöktü, göz hizasına indi.
“Korkma güzel kız. Sana zarar verecek kimse yok burada.”
Sesi öyle tatlıydı ki, İnci başını hafifçe kaldırdı.
Küçük bir tereddüt sonrası, minik adımlarla Gülseren Hanım’ın önüne çıktı.
Utangaçça elini uzattı.
“Ben İnci…” dedi, minik bir sesle.
Gülseren Hanım, küçük eli iki avucunun arasına aldı.
Sıcacık bir gülümsemeyle:
“Memnun oldum, İnci kız,” dedi.
Nazar’ın gözleri doldu ama hemen toparlandı.
Kızının böyle sıcak karşılanması yüreğini biraz olsun hafifletti.
Beraber odadan çıktılar.
Gülseren Hanım yavaş adımlarla onlara eşlik ederken, koridor boyunca hizmetliler başlarını çeviriyor, fısıldaşarak onları izliyordu.
Büyük taş avluyu geçip arka bahçeye girdiler.
Uzun, işlemeli masanın etrafında Berzan’ın kız kardeşi, iki erkek kardeşi, annesi Gülseren Hanım ve bastonuyla sandalyeye yerleşmiş Güle Nene oturuyordu.
Masada çeşit çeşit kahvaltılıklar, taze ekmekler, sıcak çaylar dizilmişti.
Herkesin gözleri Nazar’a çevrildi.
Merakla, soru dolu bakışlarla…
Nazar çekinerek başını öne eğdi, küçük adımlarla boş bir sandalyeye ilerledi.
İnci ise annesinin kucağında oturuyordu.
Tam o anda, karşılarında oturan yaşlı kadın Güle Nene, hafifçe başını sallayıp İnci’ye göz kırptı.
İnci bir anda annesinin kucağından atladı.
Minik ayakları yere çarptı, kısa bir koşuyla Güle Nene’nin yanına gitti.
İnci, küçücük elleriyle Güle Nene’nin eline sarıldı, öptü, başına koydu.
Annesi öyle öğretmişti çünkü.
Salon bir an sessiz kaldı, sonra herkes birden kahkahalara boğuldu.
Kardeşlerden biri:
“Hele bak hele! Küçük hanım nene sevgisini kaptı bile!” diye laf attı.
Sonra:
“Hoş geldiniz, ben Reyhan,” dedi.
“Gece tanışamadık.”
Sonra diğerleri tanıttı kendini: Baran, Xelef ve Azad.
Onlar tanışırken, konağın ağır taş merdivenlerinde sert adımlarla biri inmeye başladı.
Herkes bir anda sustu.
Başlar döndü.
Berzan’dı.
Üzerinde koyu renk gömleği, ciddi ifadesiyle ağır ağır basamakları indi.
Gözleri kahvaltı masasının etrafında oturanlara kaydı.
Sonra doğrudan Nazar’a baktı.
Bir anlık bir duraksama oldu aralarında.
Ama Nazar, bu bakışta tehdit değil… ilk kez sessiz bir koruma hissetti.
Berzan bir süre sustu.
Sonra kahvaltıya bağlamadan:
“Seninle biraz konuşalım,” dedi.
Nazar’ın soluğu boğazına takıldı.
Sanki ses boğazına oturmuştu.
Zorla yutkundu.
Göz göze geldiklerinde içini, anlam veremediği bir titreme sardı.
“Olur…” dedi fısıltıyla. Nazar da usulca ayağa kalktı.
İnci’ye dönerek yumuşak bir sesle konuştu:
“Sen otur güzelim, ben geliyorum hemen.”
Ama tam iki adım atmışlardı ki…
Küçük bir ses duyuldu:
“Anne!”
İnci yerinden fırladı, minicik ayaklarıyla koşup annesinin bacağına sarıldı.
Salondaki hava buz kesti.
Küçük kızın gözleri, korku ve endişeyle Berzan’a dikilmişti.
“Annemi dövmeyeceksin, değil mi?” dedi.
Sesi öyle masum, öyle iç acıtıcıydı ki…
Zaman durdu.
Masadaki herkesin yüzü dondu.
Kimse kıpırdayamadı.
Berzan bile…
Çünkü o an, küçük bir çocuğun hafızasında Kadir’in bıraktığı o karanlık hatıra dile gelmişti.
Nazar’a her “gel” dediğinde arkasından sürükleyip götüren, odalarda bağıran, kapıları kilitleyip ellerini kaldıran o zalim adam…
O iz, hâlâ İnci’nin kalbinde duruyordu.
Berzan’ın gözleri doldu, ama dolmasına izin vermedi.
Derin bir nefes aldı.
Sonra ağır adımlarla geri döndü.
Taş zemine diz çöktü.
İnci’nin göz hizasına geldi.
Sert yüzünde ilk kez görünür bir yumuşaklık oluştu.
“Adın ne senin?” diye sordu.
İnci utandı. Başını annesinin bacağına yasladı, cevap vermedi.
Nazar sessizliği bozdu:
“İnci…”
“Berzan Bey,” dedi.
Berzan, adını duyduğunda gözlerini kızın yüzüne dikti.
Sesi bu kez çok daha sakin, neredeyse babacan bir tonla geldi:
“Bak İnci tanesi… Korkma.
Ne annene ne sana… burada kimse zarar veremez.
Ne ben, ne başka biri.”
İnci gözlerini kaldırıp ona baktı.
O küçücük yüz, şüpheyle karışık bir güven arıyordu.
Berzan elini uzatmadı, sadece gözleriyle konuştu.
O an… konakta bir şey değişti.
Çünkü o sözler, bir koruma değil; bir yemin gibiydi.
Ve o yemin, küçücük bir kalbe umut gibi düştü.
Berzan, dizlerinin üzerinde İnci’ye söylediklerinden sonra ayağa kalktı.
İnci annesinin bacağına daha sıkı sarılırken, Berzan başıyla merdivenleri işaret etti.
Nazar sessizce başını eğerek peşine düştü.
Ağır adımlarla konaktaki bir odaya girdiler.
İçeride ağır bir taş şömine vardı, duvarda eski bir kılıç asılıydı.
Odada sadece koyu renkli deri bir koltuk ve büyük bir ahşap masa bulunuyordu.
Berzan pencerenin önünde durdu.
Arkasını dönmeden, sert ve tok bir sesle konuştu:
“Benim soframa oturacaksan derdini bilmem gerek.”
Nazar derin bir nefes aldı.
Boğazı düğüm düğümdü.
Yutkundu.
“Kocam öldü.”
Sesi zayıf ama netti.
“Ailesi… beni kocamın kardeşiyle evlendirmek istedi. Reddettim.
Kaçtım.”
Berzan yavaşça döndü.
Kollarını göğsünde kavuşturdu, bakışları Nazar’ın üzerinde gezdi.
“Ailen yok mu? Sahip çıkmıyorlar mı?” diye sordu.
Nazar başını eğdi.
Gözleri doldu ama ağlamadı.
“Yok,” dedi.
“Varsa da yoklar… Artık benim için,” dedi.
O anda Berzan’ın dişlerinin arasından bastırarak çıkan öfke dolu bir küfür odayı yarar gibi patladı:
“Törelerine sokarım…”
Nazar’ın gözleri kocaman açıldı.
Nazar başını daha da eğdi.
Kendisini ağa kızı olarak tanıtmadı.
Çünkü içindeki korku hâlâ tazeydi.
Eğer kim olduğunu öğrenirse, belki de onu geri göndermek isteyeceklerdi.
Buna izin veremezdi.
Bu yüzden sadece kısık bir sesle ekledi:
“Ben çalışmak istiyorum.
Kendim ve kızım için bir hayat kurmak istiyorum.
Başka hiçbir derdim yok.
Ama buldular beni… Dün gece kaynım çıktı karşıma, ondan kaçıyordum.”
Berzan kısa bir süre düşündü.
Sonra ağır adımlarla masanın arkasına geçti, bir sandalye çekip oturdu.
Sert ama adil bir tonda konuştu.
“Tamam o zaman.
Bundan sonra bu konakta… bizim hizmetimizde çalışacaksın.
Yemek, temizlik, çamaşır işleri… Elinden ne gelirse.”
Bir an durdu, gözlerini Nazar’a dikti.
“Tabii… istersen.”
Sesi biraz yumuşamıştı.
Nazar bir an tereddüt etti.
Gözleri kızının uykulu yüzünü hatırladı.
Sonra başını hafifçe salladı.
“İsterim.” dedi fısıltıyla.
“Başka çarem yok zaten.”
Berzan hafifçe başını eğdi.
Konuşmanın bittiğini gösterir gibi sandalyesine iyice yerleşti.
“O zaman kızınla konakta kalırsın. Sabah kahvaltısından sonra anneme gidersin, seni yönlendirir, ne iş yapacağın konusunda.” dedi.
Nazar hafifçe eğilerek teşekkür etti.
İçinden bir yük kalkmış gibiydi.
En azından bu taş duvarların arasında başını sokacak yeri, bir dilim ekmeği ve kızına bakacak güvencesi vardı.
Berzan yerinden kalkıp kapıya yürüdü.
İkisi de sessiz adımlarla taş koridoru geçip geniş avluya indiler.
Bahçede sabah güneşi taş duvarlara vurmuş, hafif bir esinti çalıların arasından geçiyordu.
Avlunun bir köşesinde Gülseren Hanım bekliyordu.
Yanında Berzan’ın kardeşleri ve kız kardeşi de vardı.
Berzan ağır adımlarla yanlarına geldi.
Hiç dolandırmadan direkt annesine döndü:
“Anne,” dedi, sesi tok ve netti.
“Nazar bugün misafirimiz.
Ama yarından sonra burada çalışmaya başlayacak.”
Gülseren Hanım kaşlarını hafifçe çattı.
Yumuşak ama hafif çekinceli bir sesle:
“Ama oğlum… Çalışana ihtiyaç yok ki. Hizmetliler yeter…” dedi.
Berzan bir adım ileri attı, yüzü ciddileşti.
“O zaman benim işlerimi o yapacak,” dedi.
“Üst baş, odamın temizliği, yatağım, dolabım, eşyalarım… Bundan sonra her şeyden o sorumlu.”
Sözleri kılıç gibi netti.
Bahçedeki hava bir anda gerildi.
Kimse itiraz edemedi.
Berzan, annesinin gözlerinin içine baktı ve ekledi:
“Önünüzde koca bir gün var.
Oturur, anlatırsın artık 35 senelik oğlunu…
Tabii zahmet olmazsa dedi.
Sesi sert, buyurgan bir tondaydı.
Söylediği, tartışmaya kapalıydı.
Sonra başıyla kahvaltı sofrasını işaret etti:
“Haydi, buyurun kahvaltınızı edin,” dedi. Sesi biraz daha sakinleşmişti.
Herkes biraz toparlandı.
Sessizce sofraya yöneldiler.
Nazar, utangaç adımlarla onlara eşlik etti.
İnci, annesinin eteğinden tutunmuş, gözlerini etrafında dolaştırıyordu.
Gülseren Hanım sessizce sofraya döndü.
Ve böylece…
O büyük kahvaltı sofrasında, ilk kez Nazar ve İnci de