Afrayı o halde gördükten sonra artık kendime hâkim olamamıştım. Yusuf’u öldüresiye dövmüştüm. Perişan haldeydi, kanlar içindeydi ama tek kelime etmiyordu. Dudakları kanla ıslanmış, gözleri boşluğa dikilmişti. O şerefsizin neyini koruyordu? Eminim adamlarına da kötü davranıyordur. Saatlerce işkence ettim. Olan her şeyin hıncını ondan çıkartır gibi vücudunda vuracak tek bir yer bile bırakmamıştım. Yumruklarımın her darbesinde ellerim sızlıyor, nefes alışım bile öfkemle yanıyordu. "O şerefsiz için ölmeyi göze mi alıyorsun? Konuşsana lan, nerede Toprak!" diye haykırdım, kan ter içinde nefes nefese. Yusuf kan tükürerek zorla konuştu: "Bilmiyorum... bilsem de sana söylemem..." Çenesini sıkarak, acıyla gözlerini kapadı. "Aaa yeter!" dedim öfkeyle, sesim duvarları titretiyordu. "Konuşmayacak

