Can Kaya
Sabah her zamanki gibi çok enerjik uyandım. Gözlerimden uykunun son kırıntılarını silerken yatakta gerindim, omuzlarım hafifçe esnedi. Odaya dolan sabah güneşi, perdelerden süzülerek yüzüme vuruyordu. Derin bir nefes aldım, sanki gün bana meydan okuyor gibiydi.
Aynada kendime bakıp, çenem hafif kalkık, gözlerim kısılmış bir şekilde, dudak kenarımda özgüvenli bir gülümseme ile,
“Off… çok yakışıklıyım be! Herkes hasta bana.” dedim.
Sonra başımı hafif yana eğip, kaşlarımı hafifçe kaldırarak, kendi yansımama meydan okurcasına sordum:
Ayna, ayna söyle bana… bu şehirde benden yakışıklısı var mı acaba?
(Aynanın cevap vermesine gerek yok, cevabı biliyoruz zaten.)
Bugün Yiğit’in ricasıyla kızları gezmeye götüreceğim. Benim de canıma minnet; hem gezmiş olurum hem de o işlerini halleder. Zaten bu Yiğit’i anlamıyorum… Kaç gündür Afra’yla ilgileniyor her gece, elini tutuyor, yanında uyuyor. Ama her seferinde, o uyanmadan kalkıp gidiyor. Böyle iyiliği göğsünü gere gere söyle ya. Ama yok… ağır abi modunda takılıyor.
Eğer o çıkarsaydı kızları gezmeye, kesin “gezme” diye şirkete götürürdü. Adam resmen işkolik. Neyse ki ben varım; yoksa ne yapardı bilmem. Her eve bir Can lazım arkadaş.
Hazırlanıp aşağı indim. Merdivenlerden inerken ayak seslerim taş zeminde tok bir yankı bırakıyordu. Afra da gelmişti. Her zamanki gibi rahat giyinmişti, sade bi tişört, altında sade bir pantolon. Bu rahatlığına hayrandım. Yüzü gülüyordu; gözlerinde sanki biraz yorgun ama yine de güçlü bir ışık vardı. Yaşadıklarını düşünüyorum da, hâlâ gülüyor olması onun ne kadar güçlü biri olduğunu gösteriyor. Ben bile iki gün kendime gelememiştim dinlediklerimden sonra. O herifi elime bir geçirsem… Gerçi Yiğit bana bırakmaz, aptal âşık.
Bir süre sonra Seda indi. Küçük çaplı bir dilimi yutmadım desem yalan olur. Kadın resmen çok güzel. İnce, uzun bacakları kısacık bir şortun içindeydi; üzerine tişört giymişti. Havalar o kadar sıcak bile değil; üşümüyor musun be kadın? Gözlerim istemsizce üzerinde geziniyordu. İçimden, “Şimdi ben seni böyle yanımda nasıl gezdireyim?” dedim.
“Hazırım, gidebiliriz.” dedi. Sesi hafif sessiz ama içinde gizli bir enerji vardı.
Bir de hazırım dedi hazır olmasan ne yapardık…
“Hazır mısın? Yani… böyle mi geleceksin?” dedim, kaşlarımı kaldırıp, ses tonumu hafifçe endişeliye çevirerek.
Üzerine baktı, dudak kenarıyla kısa bir gülümseme yaptı. “Evet, ne var?”
“Hiç… bir şey yok da, üşürsün diye…”
“Yok, üşümem.”
İçimden “Delirtecek beni kesin bugün bu vicdansız.” diye geçirerek, hafif gergin bir gülüş attım.
Arabaya bindik. İki araba arkada korumayla geziyorduk. Bir araba koruma tamam da… ikinci neden? Yiğit biraz abartmış sanki. Sonuçta ben varım; tek başıma iki araba dolusu korumaya bedelim. Yakışıklı olduğum kadar tehlikeliyim de.
“Ee, nereye gitmek istersiniz?” dedim, direksiyona hafifçe yaslanarak, rahat bir tonla.
“Önce bir şeyler yiyelim.” dedi Seda.
Kahvaltı için çok güzel bir yere gittik. Korumaların yarısı dışarıda, birkaç kişiyi de içeri aldım. Güzel bir kahvaltı söyledik. Garson kadın, benim çayımı koyarken usulca elini elime değdirdi, gözleriyle beni süzdü. Seda’yla göz göze geldik. O an gözlerinden ateş fışkırıyordu; dudakları hafif büzülmüş, bakışları delici…
İnanmıyorum… Beni kıskandı mı yoksa? Yoksa… o da mı bana ilgi duyuyor? Ne yapayım, Allah vergisi bir yakışıklılık var; kullanmayayım mı yani?
Kahvaltıdan sonra “Şimdi nereye gidelim?” diye sordum. Afra, deniz kenarında yürümek istedi. Seda ise ısrarla “Lunapark” dedi ve tabii ki onun dediği oldu.
Lunaparka vardığımızda Seda’nın gözleri parlıyordu. Dudak kenarında hafif bir gülümseme, adımlarında hafif bir çocuk neşesi vardı. Çocuk gibi heyecanlanmıştı; etrafa bakarken göz bebekleri büyüyordu. Afra ise biraz daha sakin ama mutlu görünüyordu; hafifçe etrafa bakıyor, ara ara Seda’nın heyecanına gülümsüyordu.
İlk olarak korku tüneline girmek istediler. Benim için sorun yoktu, ama işin içinde Seda olunca insan istemsizce daha havalı görünmeye çalışıyor. Ellerimi cebime atarak, rahat görünmeye çalışarak içeri girdim. Karanlıkta bir anda korkutucu bir ses geldi. Afra hafifçe çığlık attı, gözleri büyüdü. Seda ise bana değil, yanındaki cansız mankene yapıştı!
Yuh be Seda… ben buradayım!
Tünelden çıktığımızda Seda hâlâ gülüyordu. Gözleri ışıl ışıldı.
“Sen korkmadın mı?” diye sordu bana.
“Yok ya, ben kolay kolay korkmam. Adrenalin candır.” dedim, dudaklarımı hafif yukarı kıvırarak.
Sıradaki durak roller coaster oldu. İtiraf edeyim, roller coaster’a binme fikri kesinlikle bana ait değildi. Ama Seda, “Korkmam ki” dedi ya… İşte o an imzamı attım.
Seda yanımda oturuyordu, bu kez “Tamam” dedim, “kesin bana sarılır.”
İlk virajda Seda çığlığı bastı… ve yine bana değil, diğer tarafa dönüp o sakallı adama yapıştı!
Allah’ım… bu kadın beni sinirden delirtecek.
“Pardon! Çok korktum!” dedi Seda, yüzü kıpkırmızı olmuş, gözleri yerde.
Adam gülümsedi: “Sorun değil.”
Sorun değil mi? Abicim, ben sana bir sorun çıkarayım mı?
Afra önde oturuyordu, başını çevirip bana baktı. Kahkahasını zor tutuyordu, gözlerinden yaşlar gelmek üzereydi.
“Can, suratın pancar gibi!” diye bağırdı.
“Ne alakası var ya? Sıcak bastı.” dedim, omuzlarımı düzelterek, bakışlarımı uzaklara kaçırdım.
Yolculuk bitince indik. Seda gülerek, “Çok güzeldi.” dedi.
Ben içimden, “Evet, çok güzeldi… ta ki sen başkasına sarılana kadar.” diye geçiriyorum.
Kendine gel Can, sen hayatın boyunca kimseyi kıskanmadın; hep seni kıskandılar. Bu duygu kıskançlık değil.
Hemen kendimi toparlamam lazımdı yoksa Seda’nın o seksi rüzgarına kapılacaktım.
Az ilerde küçük bir kafe vardı, lunaparkın içinde birini kestirdim gözüme.
Tamam Can… şimdi göster onlara neden bu şehrin en çok konuşulan adamı sensin.
Gömleğin yakasını düzelttim, adımlarım ağır ama kendinden emin. Kadın başını kaldırdı, göz göze geldik. İşte bu… Tam o an!
Ama… Seda’yla göz göze geldim. Kaşları hafif kalkık, dudaklarında küçücük bir alay ifadesi vardı. O bakış var ya… Bütün sistemlerim çöktü.
“Ee şey… merhaba…” dedim ama sesim beklediğimden iki ton ince çıktı.
Kadın bir an durdu, hafif gülümsedi ama o gülüşte “bu adam ne yapıyor?” tonları vardı.
Ayağım masanın ayağına takıldı. Kahve fincanı sallandı, birazı elimden yere damladı.
“Ah… şey… yani… ben…” dedim, boğazımı temizleyerek.
Seda uzaktan kollarını kavuşturmuş, gözleriyle resmen “buyur burdan yak” diyordu.
Kadın kibarca “İyi misiniz?” diye sordu.
“Ben mi? Ben harikayım… Yani… normalim…” dedim, kendimi toparlamaya çalışarak.
Arkamı dönerken iç sesim devreye girdi:
“Tamam, evet… Can hâlâ çok seksisin… Ama belki… belki de yeteneklerin paslanmış olabilir? Yok canım! Sadece Seda’nın o gözleri… lanet olsun o gözlere.”
Bu kadından uzak duramayacağım galiba; resmen yeteneklerimi köreltti o hayatıma girdiği günden beri kimseyle olamadım. Hep Seda geliyor gözümün önüne, yapamıyorum.
Ohaa… yoksa sadakat bu mu? Ben daha sevgili olmadan ona sadık mıyım? Hiç bana göre değil… yok yok, denk gelmiştir.
Seda ve Afra Başka bir tarafa doğru ilerlerken arkalarından yürüyordum. Bir baktım, o adam Seda’ya doğru bakıyor. İçimden, “Giyme demiştim sana şu minicik şortu, Şimdi elimi kana bulayacağım.” dedim.
Adam yaklaştı: “Merhaba.”
Bu adam, az önce roller coaster’da Seda’nın yapıştığı kişi.
Seda gülümsedi: “Merhaba.”
Neden konuşuyor ki şimdi?
Hemen yanlarına gittim: “Hayırdır!?” dedim, sesim düşündüğümden sert çıkmıştı.
Seda ve Afra şaşkın bakışlarla bana döndü.
Adam, “Bir sorun yok, görünce selam vereyim dedim.” dedi.
“Verme, uza.” dedim.
“Anlamadım?”
“Uza dedim, git.” dedim, gözlerimi kısarak.
Adam bir şey diyecek oldu ama diyemedi, çekip gitti.
Seda bana dönüp, “Hayırdır, ne oluyor?!” diye sordu.
“Sen beni mi kıskandın?”dedi
“Ne alakası var? Tanımadığınız insanlarla konuşmayın, güvenliğiniz için buradayım.” dedim.
Ama içimden, “Şu herifin kafasını koparacağım.” diye geçiriyordum.
Afra bana gözleriyle bir şeyler diyordu resmen, anlıyordu sanki bir şeyleri.
“Yemek yiyelim mi? Acıktım.” dedi.
“Tamam.” dedim.
Sürekli gittiğim bir restorana götürdüm onları. Beni görünce hemen içeri buyur ettiler, geçip oturduk. Güzel bir yemek yedik; tabii benim için güzeldi ama sanırım Afra ve Seda, benim bu yakışıklı sesimle anlattığım anılardan sıkılmışlardı gibi.
“Ama herkese nasip olmaz benim böyle uzun uzun yemek yemek.” dedim.
Seda atladı tabii hemen,
“Aman, biz mecburiyetten katılıyoruz sana. Keşke Yiğit gelseydi ya da biz korumalarla gelirdik.” dedi.
“Bir dahakine öyle yapın o zaman, ben de rahat rahat takılayım.” dedim.
“Siz varsınız diye hiç bir kız yaklaşmadı bana bugün.” dedim.
“İyi git o zaman, rahat rahat.” dedi.
Afra’yla göz göze geldim, “Gitme.” der gibi bakıyordu ama bunu yapamazdım. Zaten Seda’dan uzak durmak istiyordum.
Karşı masadaki kadının yanına oturdum, sandalyemi yanına çektim. Tabii ki “git” demedi, kim hayır diyebilir ki bana? Zaten. Bir süre sohbet ettik. Afra ve Seda da sohbet ediyordu, izliyordum onları.
Sonra kadın birden gömleğimin yakasından tuttu. Ne oluyor? Öpecek mi beni? Yavaş yavaş yaklaştı, çok güzel bir kadındı ama öpmek istememem normal miydi? Bana iyice yaklaştı, tam öpecekken geri çekildim.
“Hayır, yapmayacağım ben, özür dilerim.” dedim ve kalktım.
Afra ve Seda’nın masasına baktığımda yoklardı, telaşla etrafa baktım, kapıdan çıkıyorlardı. Peşlerinden gittim.
“Neden beklemediniz?” dedim, kaşlarımı çatarak.
Seda’nın sesi öfkeliydi:
“İşin vardı, böyle rahatsız etmek istemedik.” dedi.
“Ama ben…”
“Sus, Can. Gitmek istiyoruz, sadece yorulduk.” dedi. Afra Bana garip bakıyordu; hem öfke hem, ben gitme demiştim bakışı vardı içinde.
“Tamam.” dedim.
Arabaya bindik, yol boyu hiç konuşmadılar, ben de bir şey demedim. Akşam olmuştu zaten, içeri girdik. Seda odasına gidip kapıyı sert bir şekilde çarptı.
Afra’yla baş başa kaldık.
“Ne oldu şimdi?” dedim, kaşlarımı hafif kaldırarak, şaşkınlıkla.
“Bilmiyor musun?” dedi.
Aslında biliyordum.
Afra devam etti, gözleri biraz daha sertleşerek:
“Can, neden yapıyorsun bunu? Seda’ya âşık olduğun her halinden belli. Neden ikinize de eziyet ediyorsun?”
Derin bir nefes aldım, omuzlarım hafifçe düştü. Kendimi hiç böyle hissetmemiştim ki ben.
“Afra, üzmekten korkuyorum.” dedim, gözlerimi yere indirerek.
“Ama böyle de üzülüyor.” dedi.
Haklıydı.
“Afra, ne yapacağımı bilmiyorum.” dedim, ses tonumda tedirginlik vardı.
“Kalbinin sesini dinle.” dedi.
Benim kalbim Seda’yı istiyordu zaten; farkında olmadan ona sadıktım bile.
Derin bir nefes aldım.
“Deneyeceğim. Ben seviyorum Seda’yı. Bunu söyleyeceğim ona, üzmeyeceğim onu.”
Afra’nın gözleri büyüdü, kocaman gülümsedi.
“Şimdimi!”
Düşündüm, hayır.
“Yarın onu tek çıkaracağım dışarı, baş başayken söyleyeceğim. Sen de o ana kadar bir şey deme.”
“Tamam.” dedi.
Kalbim nasıl da çarpıyordu, ayarlarımı oynadı bu kadın benim.
Tam odama çıkacaktım, Afra sordu:
“Yiğit’le konuştun mu bugün?”
“Birkaç kez aradım ama açmadı.”
Bu garip aslında; ben de akşamüstü aramıştım, açmamıştı ama Afra’yı telaşlandırmadım. Tabii ki ben her zaman ne yapacağımı bilirdim.
“Bugün çok toplantısı vardı, işler çoktu. Ben de malum gitmedim, emrinize amadeydim o yüzden.” dedim, hafif gülerek.
Tebessüm etti, ben de odama çıktım.
Tamam, kabul ediyorum, birazcık telaşlanmış olabilirim.
Şirketi aradım,
“Yiğit Bey bir saat önce çıktı, bugünkü toplantıları bitti.” dediler.
Birkaç korumayı aradım, haberleri yoktu.
Yiğit bu kesin koruma bile almadan bir yere gitmiştir. Saat epey ilerledi.
Odamın kapısı çaldı,
“GİR!” dedim.
Afra gelmişti, gözleri biraz dolmuş, belli ki telaşlanmıştı.
“Ne oldu Afra?”
“Can şey… Ben Yiğit’e ulaşamadım. Hâlâ biraz merak ettim de.”
“Merak etme ya, bir işi vardır. Arada yapar o böyle. Haber alırsan bana da haber ver.” dedi.
“Tamam.” dedim.
Bekledim, haber gelmedi.
Aşağı indim, Seda ve Afra oturuyordu. Seda yüzüme bile bakmadı ama şu an gerçekten telaşlanmıştım. Ya başına bir şey geldiyse?
Telaşımı gizleyemedim. Başkası olsa yapmazdım ama Yiğit benim canım.
Afra ağlamaya başladı.
“Kesin Toprak bir şey yaptı.” dedi.
“Yok, merak etme Yiğit’e bir şey olmaz.” dedim, ama içim rahat değildi.
Seda da ağlıyordu. Kahretsin, ne yapacağım şimdi ben?
Afra bahçeye çıktı. Yine panik atak geçirecek diye korkuyordum açıkçası.
Seda koltukta oturuyordu. Elleri dizlerinin üzerinde kenetlenmiş, gözleri yerdeydi.
Evden çıkayım, en iyisi arayayım diye düşündüm ki Yiğit geldi.
Seda ve ben ona bakarken, o da şaşkınlıkla bize bakıyordu. Kaşları hafif kalkmıştı, dudakları aralanmıştı; belli ki bir şey soracaktı.
Afra koşarak ona sarıldı. Ah, ne romantik!
Afra bana ahkâm kesiyor ama sanki kendi itiraf ediyor sevdiğini.
Daha Afra’nın sarıldığının şokunu üstümüzden atamamıştık ki, ayrılıp şöyle okkalı bir tokat attı Yiğit’e.
“Ah, hep bunu yapmak istemişimdir! Az sinir etmedi beni de bazen ama yine de şaşırdım”
Sanırım Afra kontrolünü kaybetti.
“Yiğit, ne oluyor?” diye soruyordu ki, yanlarına gittim.
“Afra birde ne olduğunu mu soruyorsun yiğit neredesin sen dedi”
Yiğit'in şaşkın bakışlarına dayanamayarak olanları anlattım.
Derin derin düşündü, yaptığı hatayı yeni anlamıştı sanırım.
Bu kadar derdin ortasında haber vermemek olur muydu? Bunu ben bile yapmazdım.
Neyse, ben kaçtım, Seda’yla da göz göze gelmeden kendimi odama attım.
Derin bir nefes aldım, pijamalarımı giyip kendimi yumuşacık yatağımın kollarına bıraktım.