2.Bölüm

819 Words
Bertan, arabanın penceresinden dışarı bakarken derin bir nefes çekti. “Oğlum Yunus buraların her şeyi başka… Buraya gelince nefes aldığımı hissediyorum. Havası, suyu, toprağı… İnsan memleketinin kokusunu unutamıyor valla.” Yunus kahkaha attı. “Eee ağam, gel o vakit Mardin’e yerleş. Ne diye böyle memleket hasreti çekip kendini paralıyorsun?” Başımı iki yana salladım. “Bu saatten sonra zor. İstanbul’a alıştım. Hem benim burada olmam bazı dengeleri bozabilir.” Yunus imalı bir bakış attı. “Bertan, büyük adamsın valla.” “Niye öyle dedin?” “Oğlum ben bilmiyor muyum senin neden gelmediğini?” Kaşlarımı çattım. “Niye gelmiyormuşum? Anlat da ben de bileyim.” “Sende bilirsen Amcam Bedir Ağa’nın ağalıkta ki ilk tercihi sensin. Bu aşikâr. Ağa olsan kimse şaşırmaz. Ama Azad abi de var. O da Ağalık sevdasında. Sen bur da olsan işler değişir. Bu yüzden İstanbul’da düzen kurduğunu bilmiyor muyum ben?” “Ne zamandır biliyorsun bunları?” dedim, sesimi yumuşatıp. Yunus güldü. “Bertan, yapma Ben seni senden iyi tanırım. Azad abi biraz içine kapanık diye amcam çok istemez ağalığı ona devretmeyi. Onun da aklında hep sen varsın. Ama sen olmayınca mecbur Azad abiye kalır.” Başımı yere eğdim. “Yunus senden de bir şey kaçmıyor.” “Oğlum benden kaçmaz. Ben kaçın kurasıyım.” İkimiz de güldük. “Şu ihaleyi de aldık ya,” dedim, içime bir ferahlık dolarak. “Bir iki aya işler daha da büyüyecek. Kafam rahatladı.” “Allah’ın izniyle kuzen Biz ele ele, sırt sırta verdik mi kimse duramaz önümüzde.” Büyük Azadi Konağının önünde araba durduğunda derin bir nefes aldım. Yunusla kapıyı açıp aşağı indik. Her gelişimizde olduğu gibi konakta yine bir bayram havası vardı. Başta babam Bedir Ağa olmak üzere herkes geniş avluda bizi karşılamıştı. Yunusla önce babamın elini öptük. Ardından bastonlu çınarımız, doksanlık Didar Nenemin yanına gittik. Nenem yüzüme bakar bakmaz kollarını açtı. “Hoş gelmişsin yiğidim Hoş gelmişsin gözümün nuru.” Bana sarılışındaki sıcaklık, yılların hasretini silen bir merhemdi. Yunus da eğilip elini öptü ama nenem bir anda bastonunu Yunus’un sırtına bir vurdu. “Heey! Delibaş! Niye beni arayıp sormuyorsun he? Çürüdüm buralarda!” Yunus acıyla doğrulup yüzünü buruşturdu. “Nene etme, boynumu kırdın vallahi! İki günde bir arıyorum ya seni, daha ne edeyim?” Didar Sultan gözlerini kıstı, sert görünmeye çalışsa da sesi pamuk gibiydi. “Ben anlamam he Eğil bakayım! Sen bilirsin, bunların içinde en çok seni severim. Senin sesini duymadan günüm ağarmaz.” Nenem Yunus’a çok düşkündü. Bütün torunlar bir tarafa, Yunus bir tarafa. Zaten Yunus’u sevmeyen yoktu; adamda şeytan tüyü vardı. Sırasıyla annemin ve halamın ellerini öptük. Annem hemen sarıldı bana. “Oğlum kokunu bile özlemişim.” Ağabeyime azada da sıkıca sarıldım hepsini ayrı ayrı özlemiştim. Azad sonra zahir kızlar nehir ve Dicle ve en küçüğümüz Bilalle de sarıldık hepsini çok özlemişim onlarda beni bizi çok özlemişler Fatma halamın diğer çocukları adil ve gül de gelince hep beraber bayram sabahlarını andıran soframıza oturduk aileyle olmak bu dünyadaki bütün güzelliklere bedeldir. Sohbet eşliğinde yemeklerimizi yedik çaylarımız içtik Annem oğlum yol yorgunuz dinlenin isterseniz Yok yenge ne yorgunluğu uçaktan indik arabaya bindik ama senin oğlunu bilemem tabi dedi yunus bütün neşesiyle Yok Annam yorgun değilim zaten uzun kalamayacağız bu defa sadece hafta sonu o yüzden uzun uzun sizlerle zaman geçirmek istiyorum.Yeni bir ihale aldık bu ara çok yoğun olacağız dedim. Halam da gülerek sordu: “Bertan, Yunus uslu duruyo mu o İstanbul’larda?” Bir anda evdeki bakışlar Yunus’a döndü. Yutkundu, anası nı görünce ciddileşti. Paçasını kurtarmak için lafa girdim: “Yok halam, maşallahı var. İşten eve, evden işe.” Yunus içini çekip rahatladı. Fatma Halam kaşlarını kaldırdı. “Hee, öyle ola. Benim yüzümü kara çıkarma oralarda Yunus!” Yunus hemen toparlandı. “Annam , vallahi billahi usluyum.” Babam bana döndü. “Bertan buralara dönmeye niyetin yok yani?” “Yok baba. Düzenim İstanbul’da. Ama bir ayağım hep bur da olacak, biliyorsun.” Babam memnun olmamıştı ama belli etmiyordu. Rojda, abimin küçük kızı, kucağımdan hiç inmedi. Sarılıp saçlarını okşadım. Tam o sırada Didar Nenem basarak bastonunu yere: “Hee Bertan Ağa… Ne zaman kendi tohumunu öpüp koklayacaksın? Yaşın da geldi geçti.” Gözlerimi devirdim. “Nene ne var yaşımda? Bana diyeceğine yanındaki Yunus’a de bi’ şey bari.” “O daha küçüktür!” dedi. Yunus hemen atıldı: “Nene aynı yaştayız!” Nenem elini Yunus’un omzuna koydu. “Ben önce buna kız bulacam. Ben sevecem o kızı. Sevmezsem vermem kimselere Yunus’umu!” Ağzım açık kaldı. “Nene yaptığın ayıptır! Ben de senin torunum.” Nenem bana döndü ama sonra yine Yunus’a sarıldı. Gözümüzün içine baka baka torun ayrımı yapıyordu. Yunus da çocuk gibi şımardı neneme: “Didar Sultan Senin beğenmediğin kızla ben zaten evlenmem. Sen ne dersen o olur.” Aile… Bizim için dünyadaki en kıymetli, en kutsal şeydi. Konağın her köşesinde sevgi vardı, emek vardı, yılların birikimi vardı. Yemeklerimiz yenildi, çaylar içildi, kahkahalarımız avluya yayıldı. O an anladım ki… İstanbul ne kadar büyük olursa olsun, Mardin’in bir nefesi bile yüze şehir değerdi….
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD