BÖLÜM 16- KÜLLERIN ARDINDA

1273 Words
İstanbul’un griye boyanmış sabahında, sis henüz sokakların üzerinden çekilmemişken, Aleyna Kara elindeki kahve bardağını sıkıca tutuyordu. Gözleri, emniyet binasının camlarından dışarıya, hareketsiz kalan trafiğe takılmıştı. İçinde yankılanan hissin adı artık netti: Karanlık bir geçmişin üzerine çöken korku, yerini hesaplaşmaya bırakıyordu. Berna Yalçın’ın getirdiği bilgiler, Mesut Aslan’ın yıllar sonra verdiği itirafla birleşince; 1998 yılındaki o korkunç yangının sadece ihmal ya da kaza olmadığını anlamışlardı. Bu bir örtbas, planlı bir susturma operasyonuydu. Ve Aleyna, artık gerçeğin üstündeki küllerin tamamını savurmak niyetindeydi. Selim, koridordan hızlı adımlarla geldi. Elinde yeni bir belge dosyası vardı, gözleri heyecanla parlıyordu. "Adli arşivden talep ettiğimiz ek dosyalar geldi" dedi, Aleyna’nın masasının önüne bırakarak. "Arif’in 1998 sonrası görev değişiklikleri ve o yıllardaki iç soruşturma kayıtları burada." Aleyna dosyayı açtı, sayfaları çevirdikçe Arif’in isminin farklı bölgelerde, sürekli yer değiştirdiğini gördü. Üç ay bir karakolda, sonra dört ay başka bir şubede... Adeta iz bırakmamak için sürekli kıpırdamıştı. "Bu kadar sık tayin ne anlama gelir biliyor musun?" dedi Aleyna, gözlerini Selim’e çevirerek. "Ya biri onu sürekli koruyordu ya da o, birilerinin sırrını taşıyordu." "Mesut’un dediği çocuk... Eğer gerçekten hayattaysa, Arif onun kayboluşunda da rol oynadıysa..." Selim’in cümlesi yarım kaldı, çünkü Aleyna’nın telefonu çalmaya başlamıştı. Numara gizliydi. Tereddüt etmeden açtı. "Aleyna Kara." "Geçmiş, sandığınız kadar uzak değil" dedi bir erkek sesi. Sakin ama ürpertici bir tondaydı. "Bazı yangınlar küllense de, içindeki köz hâlâ yanar. Ona yaklaşan herkes yanar Komiser Hanım." Ardından hat kesildi. Ne bir nefes sesi, ne bir tekrar çalınma... Sadece sessizlik. Aleyna bir an dona kaldı. Sonra telefonu masaya bıraktı. "Tehdit etmeye başladılar." "Bu iyiye işaret olabilir" dedi Selim. "Demek ki doğru yere bastık." Aleyna, Mesut’un verdiği son bilgiyi hatırladı. "Çocuğun kaçtığı ve son görüldüğü yere gitmemiz gerek. O fabrika harabesine." --- Şehrin kıyısındaki, yıllardır terk edilmiş halde duran tekstil fabrikası, çökük duvarları ve yabani otlarla sarılmış avlusuyla hâlâ ayaktaydı. Giriş kısmındaki paslı demir kapı, itildiğinde içeriye küf kokusu yayıldı. Zemin parçalanmış, tavandan sarkan demir kollar devrilmişti. Sessizlik, nefes kadar yakındı. Aleyna el fenerini yaktı. “Mesut’un dediğine göre, çocuk yangından kaçarak bu yöne yönelmiş. İçeride bayılmış olabilir. Belki biri onu burada bulup sakladı.” Selim elindeki cihazla yerin elektromanyetik izlerini kontrol ederken eğildi. "Şurada... Zeminde farklı bir beton dökümü var. Yeni değil ama diğer yerlerden farklı bir iz. Burası daha sonra kapatılmış olabilir." Aleyna diz çöktü, betonun çevresine dokundu. "Burada biri gizlenmiş olabilir. Belki bir tünel, belki de bir geçit." O an, fabrika duvarından gelen çürük bir tıklama sesi yankılandı. Sanki biri, diğer duvardan işaret veriyordu. Selim silahını çekti. Aleyna gözünü kırpmadan sesin geldiği yöne döndü. Sessizlik birkaç saniye sürdü, ardından bir cızırtı… Ve sonra, köşeden bir siluet belirdi. Yaşlı bir adamdı. Üzerinde eski bir mont, gözlerinde yılların ağırlığı. Onlara yaklaşırken, dudakları kıpırdadı. "Siz... siz o çocuğu arıyorsunuz, değil mi?" Aleyna, temkinli ama kararlı şekilde yanıt verdi. "Evet. Onu tanıyor musunuz?" "Ben... Ben yıllar önce burada çalışıyordum. Yangından birkaç gün sonra, bir gece bu fabrikanın arkasında baygın birini bulduk. Gençti. Yaralıydı ama yaşıyordu." Selim yaklaşarak sordu. "Peki sonra ne oldu?" "Başımıza bela gelmesin diye onu karakola götürmedik. Bir hemşireye teslim ettik. Ama sonra... sonra o çocuk ortadan kayboldu. Hemşire de kısa bir süre sonra şehirden ayrıldı." Aleyna’nın kalbi hızlı atmaya başladı. "O hemşirenin adını hatırlıyor musunuz?" Adam başını salladı. "Gülseren... Gülseren Akay." Aleyna, hemen not aldı. “Onu bulmamız gerek. Bu çocuk ölmedi. Yaşıyorsa, onun anlattıklarıyla her şey değişir.” Selim derin bir nefes aldı. “Ve bu dosya artık sadece geçmişin değil, bugünün de meselesi haline gelir.” Aleyna, bir kez daha karanlığın ortasında gözlerini kıstı. "Gülseren Akay’ı bulduğumuzda, Arif’in perde arkasındaki tüm bağlantılarını da çözeceğiz." Fabrikadan çıkarken, gökyüzü hâlâ griydi. Ama bu sefer, sisin içinden geçerken Aleyna’nın gözlerinde bir hedefin ateşi yanıyordu. O çocuk… hâlâ bir yerlerdeyse, artık yalnız değildi. İstanbul Emniyeti’ne döndüklerinde vakit akşama yaklaşmış, gökyüzü lacivertle gri arasında sıkışmıştı. Aleyna, aracın direksiyonunu sıktı. Kafasında tek bir isim dönüyordu: Gülseren Akay. O hemşire… Sırra kadem basan tanıkların en önemlisi olabilirdi. Emniyette arama başlatmaları uzun sürmedi. Selim, sağlık çalışanları kayıtlarından yola çıkarak önceki görev yerlerini çıkardı. Gülseren Akay, 1998 yangınından hemen sonra görev yerini değiştirerek doğuya gitmiş, iki yıl sonra ise özel bir klinikte çalışmaya başlamıştı. Ancak 2003’ten sonra hiçbir kayıt yoktu. “2003’ten sonra hiçbir hastane sisteminde adı geçmiyor” dedi Selim. “Ya emekli oldu… ya da başka bir kimlikle yaşıyor.” “Veya biri onu da susturdu” diye mırıldandı Aleyna. “Ama tamamen kaybolan biri için tek iz kalır: gayrimenkul ya da miras kayıtları.” Selim başını salladı. “Tapu daireleri ve veraset kayıtları. Hemen talep ederim.” Aleyna, bilgisayar ekranındaki verileri incelerken gözleri bir satırda takılı kaldı. Gülseren Akay adına kayıtlı eski bir yazlık evi vardı. Kayıt, Çatalca’nın kırsalında, kullanılmayan bir parselde görünüyordu. Satılmamış, devredilmemiş. Adeta unutulmuş bir adres gibi. “Oraya gideceğiz” dedi Aleyna. “Eğer yaşıyorsa, oraya dönmüş olabilir. Ya da en azından bize iz bırakmıştır.” --- Ertesi sabah – Çatalca kırsalı Tarlaların içinden geçen dar toprak yolu aştıklarında, önlerinde yıkık dökük, ahşap ağırlıklı küçük bir yapı belirdi. Bahçesi dikenlerle çevrili, camları yarı kırık, zamanla çürümüş bir evdi. Ancak içeride bir yaşam belirtisi vardı: Sobadan çıkan is izi, çamaşır ipinde sararmış örtüler... Aleyna ve Selim, silahlarını temkinli biçimde ceplerinde tutarak kapıyı çaldı. Yanıt yoktu. İkinci kez denediklerinde kapı hafifçe aralandı. Karşılarında, saçları tamamen beyazlamış, gözlüklerinin arkasında yorgun ama zeki bakışlı bir kadın duruyordu. “Gülseren Akay mı?” diye sordu Aleyna. Kadın gözlerini kısmıştı. “Siz... neden?” “1998’deki yangından sonra bakımınıza verilen bir çocuk hakkında konuşmak istiyoruz.” Gülseren’in elleri titremeye başladı. “Oğlan... hâlâ yaşıyor mu?” dedi sessizce. “Yaşıyor mu?” diye yineledi Selim. “Yani siz hayattaysa bileceğinizi düşünüyorsunuz.” Kadın kapıyı biraz daha açtı. “İçeri gelin. Bu, sokakta anlatılacak bir hikâye değil.” --- Ahşap evin içi sadeydi. Duvarlarda çerçevesiz, eski fotoğraflar, bir köşede yanan soba, raflarda birkaç tıbbi kitap… Gülseren, sobaya bir odun daha atarken konuşmaya başladı. “O çocuk... bana teslim edildiğinde bilincini kaybetmişti. Yarası enfekteydi. Sığınacak yeri yoktu. Onu hastaneye götürsem kayıtlara girerdi. Oysa adamlar peşindeydi. Emniyetin içinden birileri.” Aleyna araya girdi. “Bahsettiğiniz adamlar… Arif’in adamları mıydı?” Gülseren başını salladı. “Evet. Arif, onu susturmak istiyordu. Çünkü çocuk, o gece olanları görmüştü. Biriyle kavga edildikten sonra çıkan yangını. Oradaydı.” “Peki sonra?” dedi Selim. “İyileşinceye kadar evde sakladım. Adını bile söylemiyordu, sadece bir takma ad kullanıyordu: Yusuf. Gözleri hep korkuyla doluydu. Ama zeki bir çocuktu. Bir gece, beni tehlikeye atmamak için çekip gitti. Not bıraktı: ‘Bir gün geri döneceğim. Söz veriyorum.’” Aleyna dudaklarını ısırdı. “Bir daha hiç haber almadınız mı?” “Hayır. Ama bir kere... 2006’da posta kutuma bir zarf geldi. İçinde tek bir fotoğraf: Orta yaşlı bir adam, yüzü yarı gizlenmiş, arkasında bir duvar yazısı: ‘Küller yeniden canlanabilir.’ Altında sadece bir isim vardı: Yusuf.” Selim ayağa kalktı. “Bu bir iz olabilir. Belki hâlâ İstanbul’dadır.” Gülseren, eski bir kutunun içinden o zarfı çıkardı. Aleyna fotoğrafı dikkatle inceledi. Duvar yazısı… Tanıdıktı. İstanbul’un kenar semtlerinden birinde terk edilmiş bir depo binasının duvarında aynısı vardı. Aleyna gözlerini kaldırdı. “O yazı... Balat’ın eski depolarında bir duvarda hâlâ duruyor. Bu bir çağrı olabilir. Oraya gideceğiz.” Gülseren hafifçe gülümsedi. “O çocuk, korkuyla büyüdü ama gerçeği asla unutmamıştı. Eğer geri döndüyse, bir nedeni vardır.” Aleyna çantasını aldı. “Ve biz o nedeni öğreneceğiz. O çocuk bu hikâyenin anahtarı. Herkesin peşinde olduğu kişi o. Belki de bu şehirde hâlâ adaletin umudu olan tek insan.” Dışarı çıktıklarında gökyüzü açılmış, gri sis yerini açık maviye bırakmıştı. Aleyna, içindeki baskıyı ilk defa bir nebze olsun hafiflemiş hissediyordu. Ama aynı zamanda biliyordu: Gerçek Yusuf’a ulaşmak, her şeyin son perdesini açmak demekti. Ve o perde açıldığında, sadece yangının değil, şehirdeki düzenin de kökünden sarsılacağı kesindi.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD