BÖLÜM 2- GÖRÜLMEYEN SESLER

1376 Words
Esra’nın evi sessizdi. Aleyna zile bastığında, kapı hemen açıldı. Esra’nın yüzü solgundu, elleri titriyordu. Elinde tuttuğu telefonun ekranı simsiyah kalmıştı. Aleyna içeri girerken etrafına kısa bir göz attı. Sıradan bir evdi; ortalık düzenli, ama havada gerilim vardı. "Bir anda kapandı. Kendi kendine... Sanki biri uzaktan müdahale etti." Aleyna telefonu eline aldı. Güç tuşuna bastı, hiçbir tepki yoktu. “Telefon teknik olarak formatlandığında bile ekran açılır. Bu cihaz kilitlenmiş olabilir. İçine özel bir yazılım yüklenmiş olması olası.” "Yani biri telefona dışarıdan erişti mi?" Aleyna başını yavaşça salladı. "Evet. Ve bu, sıradan bir takipçi ya da kaçırma vakasından daha fazlası demek." "Ses kaydını dinlemiştim. Bozuktu ama... bir adam sesi vardı. Fısıldıyordu. Ne dediğini anlayamadım ama… çok soğuk bir sesti. Sanki... beni izliyordu der gibiydi." Aleyna çantasından küçük bir ses analiz cihazı çıkardı. "Sen bu kayıtları yedekledin mi?" Esra başını salladı, ardından kitaplığın arkasından küçük bir USB bellek çıkardı. “Kardeşim yedek almayı severdi. Onun dizüstü bilgisayarına da aktarmıştım. Oradan kopyaladım.” Aleyna, USB’yi aldı. “Bu iyi. Emniyetin dijital suçlar biriminde analiz ettireceğim. Belki sesi netleştirebiliriz. Ama bu arada sen dikkatli ol. Gerekirse seni geçici korumaya aldırırım.” Esra başını iki yana salladı. “Ablamı bulmadan hiçbir yere gitmem.” Aleyna çıkmadan önce gözleri kitaplığın üzerindeki bir fotoğrafa takıldı. İlayda, bir deniz kıyısında poz vermişti. Gülümsüyordu. Ama gözlerinde, daha dikkatli bakıldığında, donuk bir boşluk vardı. Sanki bir şey onu çoktan içine çekmişti. ** Beşiktaş Emniyet Müdürlüğü’nün siber suçlar birimi, Aleyna'nın en sık uğradığı yerlerden biriydi. Şube müdürü Erdem, Aleyna’nın elindeki USB’yi alıp bilgisayarına taktı. Birkaç dakika boyunca sessizce analiz etti. "Dosya zarar görmüş ama tamamen silinmemiş. Sesin büyük kısmı bozuk ama bazı bölümler kurtarılabilir." Bir düğmeye bastı. Hoparlörden cızırtılar geldi. Ardından bir erkek sesi belirdi; boğuk, bastırılmış ve karanlık: "…beni görmüyorsun ama ben seni görüyorum… adını fısıldıyorum her gece… adım bile yok… ama seni… seni biliyorum…" Aleyna’nın boğazı düğümlendi. O an odadaki hava değişti. Sanki ses hoparlörden değil, duvarların içinden gelmişti. Erdem bir an duraksadı. "Bu bir tehdit değil. Bu bir oyun. Biri onunla oynuyormuş. Psikolojik manipülasyon. Ses de filtrelenmiş, tanınmasın diye bastırılmış. Üzerine yapay yankılar eklenmiş." “Bir profesyonel mi yapmış olabilir?” Erdem başını salladı. “Ya profesyonel ya da profesyonelce davranan biri. Bu artık sıradan bir vaka değil.” Aleyna cebinden defteri çıkardı. Bir not yazdı: - Ses kaydı yapay yankılı. - İzleyen kişi görünmüyor ama sürekli yakın. - Korku sistematik işlenmiş. Gözlerini kapattı. İlayda’nın son günlerini hayal etti. Her gün köşede duran bir adam. Ofiste baskı. Telefonlar. Gece gelen mesajlar. Ve en sonunda… sessizlik. ** O günün ilerleyen saatlerinde Aleyna, Karaköy’deki apartmana tekrar döndü. Bu kez yanında olay yeri incelemeden bir uzman ekip vardı. Sokağın girişine şerit çekildi. Komşular camlara toplandı, fısıltılar yayıldı. Apartmanın bodrum katına inildiğinde küf kokusu burun yaktı. Loş bir ışık altında, duvarlara karalanmış eski yazılar göze çarptı. Biri duvara parmakla "SUS" yazmıştı. Altına, kırmızı kalemle tarih atılmıştı: 13.07.2025 “İlayda'nın kaybolduğu gün,” dedi Aleyna. Bodrumun en dip köşesinde paslı bir soba duruyordu. Onun arkasında tozla kaplı siyah bir kutu vardı. Açıldığında içinden eski bir cep telefonu çıktı. Bataryası çıkarılmıştı ama ekran çatlağına rağmen bozulmamıştı. Bu, İlayda’nın kendi telefonundan farklıydı. “Belki yedek bir cihazdı,” dedi olay yeri uzmanı. “Biriyle buradan mesajlaşıyordu olabilir.” “Veya buraya kaçtı. Saklandı. Ve bu telefonu iz bırakmadan iletişim kurmak için kullandı.” Aleyna kutuyu dikkatle aldı. Üzerinde parmak izi yoktu ama cihazı dijital birime teslim etmeden önce gözleri tekrar duvara döndü. "SUS" kelimesi, sadece bir uyarı değildi. Belki de çaresizliğin en yalın haliydi. ** Aynı gece geç saatlerde, Aleyna kendi evine döndü. Ceketini çıkarıp sandalyeye bıraktı, çayını demledi, sonra pencereden dışarı baktı. Şehir yine karanlığa bürünmüştü. Ama bu kez o karanlık, sadece geceden ibaret değildi. Cep telefonuna gelen bir mesaj ekranını aydınlattı. Bilinmeyen numara: "Ne kadar yaklaşırsan, o kadar uzağa düşersin. Geri dön, Kara." Aleyna, telefonu avucunun içinde sıktı. İsminin kullanılması demek, artık sadece dosyaya değil, kendisine de ulaşıldığı anlamına geliyordu. Ve o anda fark etti ki, bu dava yalnızca İlayda’nın kaybolmasıyla ilgili değildi. Bu dosya onunla ilgiliydi. Onun geçmişi, onun gölgeleri ve onun karanlığıyla. Aleyna Kara, sabaha karşı saat dörtte tekrar emniyetteydi. Yüzü yorgundu, ama gözlerinde uykunun izi yoktu. Bilgisayar ekranında açtığı dijital ses analiz raporuna bakarken bir elinde soğumuş kahvesi, diğerinde parmaklarıyla çevirdiği kalem vardı. USB’den kurtarılan ses kaydı, yeniden analiz edilerek kelime frekansına göre çözümlenmişti. Yapay yankının altında bastırılmış kelimeler filtrelenmiş, belli ifadeler netleştirilmişti: "Adım yok... ama seni izliyorum... beni göremezsin... karanlıkta kalacaksın... Karaköy... otuz yedi numara... gece üç..." Aleyna kalemi masaya bıraktı. Karaköy’deki apartmanın numarası otuz yedi değildi. Peki bu “otuz yedi numara” neydi? Sokak ismi mi, başka bir adres mi, bir daire mi, yoksa şifreli bir referans mı? Hemen harita sistemini açtı. İstanbul genelinde “37 numara” olarak geçen mekânları, iş yerlerini ve binaları taradı. Çıkan listeyi daralttığında ilginç bir sonuç ortaya çıktı: Karaköy Sahil'de, terk edilmiş bir depo binası, eski adıyla "İşlem Merkezi 37". Binanın yasal durumu belirsizdi. Mülkiyet kaydı 2014 yılında durmuş, sonrasında ise hiçbir işlem yapılmamıştı. Güvenlik kameraları yoktu, kayıtlarda elektrik bağlantısı görünmüyordu. Terk edilmiş, karanlık bir yapı. Dosyayı aldı, telsizine uzandı. “Merkez, burası 41-05. Destek birimi istemiyorum. Tek başıma gidiyorum. Rapor edilmeden bırakın.” “Anlaşıldı, 41-05.” Aleyna montunu alıp çıktı. Gece yağmuru yeniden başlamıştı. İstanbul, sabaha beş kala tedirgin bir sessizliğe bürünmüştü. Karaköy’ün iç sokaklarında ilerlerken her kaldırım taşı geçmişe açılan bir gölge gibiydi. Eski depo binası, Galata’ya bakan köhne bir köşedeydi. Deniz kenarında, beton zemini çatlamış, paslı demir kapısı hafif aralıktı. Fenerini çıkardı, tabancasını hazırladı. İçeri girdiğinde ayak sesleri betonun üzerinde yankılandı. Binanın içi karanlıktı, nem ve pas kokusu havaya sinmişti. Fener ışığıyla ilerlerken gözleri çevreyi tarıyordu. İçerisi boştu… neredeyse. Duvara asılmış kırık bir ayna vardı. Üzerine siyah sprey boyayla yazılmış tek kelime: "KALAN." Aleyna’nın kalbi hızlandı. Bu kelime, dosyanın adını taşıyordu. Bu, bir tesadüf olamazdı. Yanında getirdiği fotoğrafı çıkardı: İlayda’nın son görüntüsü. Aynı binanın arka kapısından çıkarken kameralara yakalanmıştı, ama yüzü flu'ydu. Net olmayan görüntüdeki kıyafet, burada bulunan duvardaki kan lekesiyle örtüşüyordu. Taze değildi, ama insan kanıydı. Aniden bir ses duydu. Yukarıdan gelen metalin gıcırdaması. Fenerini tavana çevirdi. Binanın ikinci katındaki paslanmış platformda biri vardı. Silüeti hareketsizdi. Aleyna anında refleks gösterip silahını kaldırdı. "İstanbul Emniyeti! Kim var orada?" Silüet kıpırdamadı. Bir an sessizlik oldu. Sonra ani bir gölge kaymasıyla figür platformdan kayboldu. Aleyna hemen koştu, merdivenlere yöneldi. Her adımı, binanın metal iskeletinde yankılanıyordu. Üst kata çıktığında kimse yoktu. Sadece yere düşmüş bir nesne vardı: küçük bir anahtar. Aleyna eline aldı. Üzerinde sayı yazılıydı: 17-B. Derin bir nefes aldı. Bu bir oyun değildi. Bu, bir iz bırakma biçimiydi. Katilin varlığı artık kesinleşmişti. İz bırakıyordu çünkü istiyordu. Onu buraya çekmek istiyordu. ** Olaydan sonraki sabah Aleyna, laboratuvardan gelen sonuçları aldı. Deponun içinde bulunan kan İlayda’ya aitti. Bu, onun orada bulunduğunu kanıtlıyordu ama hâlâ hayatta olup olmadığına dair bir veri yoktu. Ayrıca anahtar incelendiğinde özel bir arşiv sistemine ait olduğu ortaya çıktı. 17-B, İstanbul Üniversitesi’nin eski arşiv sistemlerinde kullanılan bir koddu. Burası hâlâ aktif olmasa da bina hâlâ duruyordu. Bir dönem adli belgeler de burada depolanmıştı. Aleyna, üniversitenin arşiv binasına gitti. Görevliye kimliğini gösterdi ve özel izinle içeri alındı. Binanın içi tozlu, raflar eskiydi. Yüzlerce klasör, eski kamu belgeleri, haritalar ve inceleme dosyalarıyla doluydu. Görevli şaşkındı: “Burada kimse uzun zamandır bir şey aramadı. En son gelen yıllar önceydi. 2017’de bir gazeteci birkaç dosya istemişti, ama sonra geri gelmedi.” Aleyna, 17 numaralı rafa yöneldi. Rafın sonuna geldiğinde küçük, gri metal bir kutu dikkatini çekti. Üzerinde “B” işareti vardı. Kutuyu açtığında, içinden eski bir dosya çıktı. Dış kapağında şu ibare vardı: "Kurban 01 – Gözetim Altı. 2008" Sayfaları karıştırdı. İçerideki belgeler, bir kadının psikolojik takibe uğradığını, uzun süre izlendiğini ve sonunda kaybolduğunu belirtiyordu. Kayıt altına alınmış günce notları, çizimler, takvim işaretleri… hepsi birebir İlayda’nın defterindeki izlerle örtüşüyordu. Aleyna’nın midesi bulandı. Bu dosya, İlayda’dan önce aynı sistematik takibin başka bir kadına daha uygulandığını kanıtlıyordu. Ve şimdi bu “kurbanlar”, numaralandırılarak arşivlenmişti. Gözleri dosyanın son sayfasına kaydı. Kurban 02: Dosya Beklemede. Kurban 03: Aktif İzleme. Kurban 04: Takip Planlanıyor. Kurban 05: Aleyna Kara. Dün gece gelen mesaj şimdi anlam kazanıyordu. Adını biliyorlardı. Ve artık o sadece bir dedektif değil, hedefteki biriydi. Aleyna yavaşça dosyayı kapattı. Gözleri titredi. Bu artık bir katil değil, bir sistemdi. Kendi kurbanlarını arşivleyen, onları izleyen ve sırayla yok eden bir karanlık zihin. Ve o zihin artık Aleyna Kara’nın adını ezberlemişti.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD