Bölüm 8 – Heybetin Gölgesi

857 Words
Projenin başlamasından iki hafta geçmişti. Bu süre boyunca Müge, kliniği ve saha işleri nedeniyle şirkete düzenli gidememiş, ancak bazı kritik toplantılara katılmak zorunda kalmıştı. Ne zaman şirkete adım atsa, Derya’nın bakışlarını üzerinde hissediyordu. O bakışlar, içinde kıskançlıkla karışık bir sorgu taşıyordu. Derya, Mert’in amca kızıydı. Aralarındaki 15 yaş farkı ne kadar belirgin olsa da, Derya 16 yaşından beri Mert’e karşı ilgisini saklamamıştı. Mert ise hem akraba olmaları hem de yaş farkı yüzünden bu ilgiyi hiçbir zaman karşılamamış, hatta aralarına mesafe koymaya çalışmıştı. Ancak Derya, bu ilgiden hiç vazgeçmemiş, hatta Mert’in önceki evliliğinde bile aralarına girip huzursuzluk çıkaracak kadar ileri gitmişti. Ve işte bugün… projenin taslak halinin sunumu vardı. Derya, salona adım atarken yüzünde sinsice saklanmaya çalışan bir kararlılık vardı: Bugün onu rezil edeceğim. Toplantı salonu, kentin en yüksek binasının 23. katındaydı. Tavandan yere kadar uzanan camlardan süzülen gün ışığı, şehri altın tonlarına boyuyor, masanın üzerindeki belgelerin kenarlarında yansıyordu. Müge, sunum sırası kendisine geldiğinde, veteriner hekim olarak hayvan dostu peyzaj tasarımı konusundaki önerilerini aktarmaya başladı. Sesi net, sakin ve güven vericiydi. Mert, masanın diğer ucundan onu izliyordu. Arada hafifçe kaşlarını kaldırarak, sanki “Biraz daha iddialı söyle,” der gibi bakıyordu. Müge ise gözlerini hafifçe kısarak ona karşılık veriyordu. Tam o sırada Derya, masanın kenarına doğru eğildi, dudaklarında sinsice bir gülümseme belirdi. — “Peki,” dedi, sesi tatlı ama içinde gizli dikenler vardı, “bir veterinerin milyon dolarlık bir inşaat projesinde ne kadar söz hakkı olabilir?” Salonda aniden bir sessizlik oldu. Bazı bakışlar Müge’ye, bazıları Mert’e çevrildi. Müge, Derya’nın bu tarz çıkışlarına yabancı değildi. Ancak bu defa, onun Mert’e olan eski takıntısını bilmeden önceki kadar umursamaz kalamıyordu. Tam cevap verecekken, Mert söz aldı: — “Bu projede herkesin uzmanlığı kadar söz hakkı var, Derya,” dedi, sesi net ve sertti. “Müge Hanım’ın katkıları bizim için değerli. Nokta.” Müge, kaşlarını hafifçe kaldırıp ona baktı. — “Savunmaya gerek yoktu aslında,” dedi, dudaklarında belli belirsiz bir gülümsemeyle. — “Savunmadım,” dedi Mert, gözlerini ondan ayırmadan. “Gerçeği söyledim.” — “Gerçekler konusunda bu kadar emin olmanız ilginç,” diye karşılık verdi Müge. — “Bazen bakmak yetmez, görmek gerekir,” dedi Mert, hafif bir tebessümle. Derya, ikisi arasındaki bu atışmaya bakarken dişlerini sıkıyordu. Yıllardır Mert’in hayatında bir “yer” kaplamaya çalışırken, şimdi bu yabancı kadının onun karşısında bu kadar rahat olması sinirlerini iyice geriyordu. Tam o anda kapı yavaşça açıldı. İçeri, uzun boylu, heybetli, bastonuna hafifçe yaslanarak yürüyen bir adam girdi. O an odadaki hava değişti. Baran Ağa. Yüzündeki sert ifade, yılların getirdiği otoriteyi taşıyordu. Herkesin bakışı ona çevrildi. Bu, Mert’in babasıydı — şirketin kurucusu. Odanın ortasına geldiğinde bastonunu yere hafifçe vurdu. — “Selamünaleyküm.” Bir anda herkes ayağa kalktı. Adam, Mert’in yanındaki sandalyeye oturdu. — “Devam edin, ben yokmuşum gibi,” dedi, tok ve buyurgan sesiyle. Mert, babasını bu kadar güçlü görmenin rahatlığını yaşarken, birkaç gün önceki hastane görüntüsünü hatırladı. İşte benim tanıdığım adam bu, diye düşündü. Baran Ağa, masadakileri tek tek süzüyordu. Bu bakış, sıradan bir merak değil, insanı tartan bir bakıştı. Bir noktada gözleri Müge’de durdu. Bastonunu dizine yaslayıp hafifçe öne eğildi. — “Siz kimsiniz?” Müge, başını hafifçe eğerek kendinden emin bir tonla konuştu: — “Müge Yalçın. Veteriner hekimim. Projede, sahadaki hayvan yaşamını korumaya yönelik düzenlemeler için çalışıyorum.” Odadaki hava, adamın vereceği tepkiyi bekliyordu. Baran Ağa kısa bir sessizlikten sonra başını yavaşça salladı. — “Veteriner… Demek doğanın dilini biliyorsunuz. Bu işte doğayı anlamayan çok insan var.” Müge gülümsedi: — “Doğanın dilini bilmek yetmez; ona kulak verecek yürek de lazım.” Baran Ağa, dudaklarının kenarında belli belirsiz bir gülümseme ile geriye yaslandı. — “Devam edin,” dedi, bakışlarını Mert’e çevirerek. “Ama bu hanımın sözünü kimse hafife almasın. Doğruyu söyleyen insan, masada her zaman değerlidir.” Derya’nın yüzü gerildi, Mert’in dudak kenarı ise belli belirsiz bir memnuniyetle kıvrıldı. Müge, bu güçlü adamın karşısında beklediğinden çok daha sakin hissediyordu. Ama yine de, Baran Ağa’nın verdiği bu onay, düşündüğünden fazla içini ısıtmıştı. Toplantı sonrası Müge dosyalarını toplarken Derya yanına yaklaştı. Adımlarındaki sertlik, dudaklarındaki yapmacık tebessümle örtülüyordu. — “Güzel bir sunumdu, Müge Hanım,” dedi, sesi ipeksi ama altı diken doluydu. “Sizi böyle sahada görmek… ilginç oluyor.” — “İlginç mi?” diye sordu Müge, göz temasını bozmadan. Derya, saçını arkaya attı. — “Mert’le aranızdaki… iletişim, diyelim, dikkatimi çekiyor. Ama bilirsiniz, bu ailede bazı şeyler kolay kolay dışarıdan gelenlere bırakılmaz.” Müge başını hafifçe yana eğdi, dudaklarında sakin bir gülümseme vardı. — “Aile meseleleriyle iş meselelerini karıştırmak hiç profesyonelce değil, Derya Hanım.” Derya’nın gözleri hafifçe parladı, sesi yarım tonda ama keskinleşti: — “Profesyonellik… Güzel kelime. Ama ben ailemin geleceğini konuşuyorum. Mert… değerli bir adamdır. Onun yanında durabilecek kadının kim olacağını ben iyi bilirim. Hem bu ailede yıllardır kimseye bu kadar yakın olmadı. Yıllardır diyorum, çünkü ben on altı yaşımdan beri onun yanındayım.” Müge, sözlerin arkasındaki mesajı anlamakta zorlanmadı. — “O zaman siz bilmeye devam edin, ben de işimi yapmaya devam edeyim.” Ve yanından geçerken alçak sesle, sadece Derya’nın duyacağı şekilde ekledi: — “Kimi yanında ister, kimi değil… sanırım onu Mert daha iyi bilir.” Derya’nın bakışları, ardında sert bir gölge gibi kaldı.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD