GÜL KOKUSU

806 Words
Şahin Kahretsin! O ağlayacak sandım. Odasına kapanıp hıçkırıklarla boğulacak sandım. Ama hayır! Gelmiş bir de dikleniyor. O diklendikçe de içimdeki o lanet olası dürtü uyanıyor. Sanki kanıma karışmış bir zehir gibi, o konuştukça damarlarımda yayılıyor. İradem kadınlar konusunda her zaman zayıf olmuştur. Hayatımı kadınlara adamak isterken, bu deli saçması evliliği neden yaptım ki? Gördün güzel, nikahı basayım dedin, reis! İç sesim bir kahpe gibi fısıldıyor, kendime küfürler savuruyorum. O gün cenazede gözüme çarpmıştı. Siyah dar bir elbise giymişti. Meryem’in olmalıydı. O yasın matemine inat, o elbise altında göğüslerinin hafifçe belirginleşmesi… Sanki karanlığın içindeki bir ışık huzmesi gibiydi. Gözlerimi ondan alamamıştım. Hatta cenazeye gelen o heriflerden birinin de ona baktığını görmüştüm. O an içimde bir öfke kıvılcımı çakmıştı. Benim olanı, benim toprağımda bir başkasının süzmesine tahammül edemezdim. Hızla yanına gitmiştim. Kolundan sertçe kavrayıp onu kalabalığın arasından çekiştirerek odaya soktum. Kapıyı arkamızdan sertçe kapattım. Odanın loş ışığı, sanki yasın ağırlığını taşıyordu. Ama tam o anda, pencereden sızan bir güneş ışını, genç kadının saçlarında altın ışıltılar yarattı. Sanki matemin ortasında inatçı bir yaşam belirtisi gibiydi. Ve o an, o ışıltıyla birlikte burnuma dolan hafif bir gül kokusu… Bu koku nereden geliyordu? Hava mı taşıyordu yoksa teninden mi yayılan gizemli bir esans mıydı? “Ne halt ediyorsun sen?” diye tısladım, öfkem sesime zehir gibi yansıyordu. Şaşkınlıkla yüzüme baktı. O an, gözlerindeki o yeşil tonların bal rengine dönüştüğünü fark ettim. Kirpiklerinin uzun gölgeleri yanaklarında dans ediyordu. “Ne oldu? Bir şey mi yaptım?” “O üzerindeki ne?” diye sordum, sesimdeki kıskançlığı bastırmaya çalışarak. O elbisenin kumaşı tenine yapışmış gibiydi ve her hafif kıpırtısında altındaki kıvrımları ele veriyordu. “Elbise… Meryem verdi.” “Çıkart onu!” “Neden?” Kaşları çatılmıştı. O masum gibi görünen yüzünün altında ne fesatlar yatıyordu kim bilir. Belki de o gül kokusu da bir oyundu. “Çıkart dedim sana! Benim karımsın sen. O heriflerin seni o gözle süzmesine izin vermem!” “Kimmiş o herifler? Hem sana ne? İstediğimi giyerim!” Sesi titriyordu ama içinde yanan bir kor da vardı sanki. “İstemediğin bir şey yaparım o zaman!” diye kükredim. Ona doğru bir adım attım. O da geri adım attı. Gözlerinde korkuyla karışık bir meydan okuma vardı. O geri çekildikçe, o gül kokusu daha da yoğunlaşıyordu sanki. “Sen benim sahibim değilsin Şahin!” “Öyleyim! Bu konağın erkeği benim! Benim karım da benim malımdır!” O an ağzımdan çıkan o iğrenç kelimeden tiksindim. Ama öfkem beni kör etmişti. O an, aramızdaki mesafe kapanırken nefeslerimiz birbirine karıştı. O gül kokusu artık dayanılmaz bir hal almıştı. Sanki içimdeki bütün mantığı buharlaştırıyordu. Gözleri dolu dolu olmuştu. “Sen… sen iğrenç bir adamsın!” “Belki öyleyim,” dedim umursamazca. Ama içimde bir burukluk hissetmiştim. “Ama sen de aklını başına alacaksın. Bir daha o kıyafetlerle o cenazelerde salınmayacaksın!” “Sana ne!” diye bağırdı. Sesi titriyordu ama kararlıydı. “Ben senin hiçbir şeyin olmayacağım!” İşte o an, dudakları aralandığında o gül kokusu sanki bir fırtına gibi içime doldu. Bütün direncim kırıldı. O an tek düşündüğüm o dudaklara dokunmaktı. “Olacaksın! Mecbursun! Babanın kanının bedeli bu!” O an yüzündeki o öfke yerini çaresizliğe bıraktı. Gözlerinden yaşlar süzülmeye başladı. O ağladıkça da içimdeki o lanet olası dürtü daha da güçleniyordu. Kahretsin! Hem ona acı çektirmek istiyordum hem de o gözyaşlarını silmek… O gözyaşları yanaklarından süzülürken, ben de sanki içimde bir şeylerin eridiğini hissediyordum. O gül kokusu ve gözlerindeki çaresizlik… Kendimden nefret ettim. “Git şimdi,” dedim, sesimdeki öfke yerini yorgunluğa bırakmıştı. “Git ve o iğrenç elbiseni çıkart.” O hıçkırarak odadan çıktı. Ben ise olduğum yerde kalakaldım. İçimde tarifsiz bir karmaşa vardı. Hem yası tutuyordum hem de bu kızın o yasın içindeki yasak güzelliğinden etkileniyordum. Aşk değildi bu. Sadece… tutku. Ve lanet olası bir cinsellik. Kendime lanet ettim. Ben ne biçim bir adamdım böyle? Hiçbir masuma zarar vermezdim ama o kızı gördükçe içimdeki canavar ortaya çıkıyordu. Kafamı eğip kalkmış erkekliğime baktım. "Siktir. Bir içimdeki canavar bir de sen. Elinizde kaldım artık yaa." Sinirle bir tane erkekliğime geçirmek istedim sonra kendimi sakinleştirdim. Sakin ol reis. Performansın düşer diyen iç sesim ise ayrı bir belaydı. Sakin ol Şahin. Önce şu taziye bitsin. Sonra babanın neden öldürüldüğünü çöz. Her şeyi halledeceksin. Bu kızın da etkisinden çıkıp çocuğunu doğurduktan sonra yine kadınlara adarsın hayatını, dedim kendi kendime yoksa kafayı yiyecektim. O güneşin saçlarında bıraktığı ışıltıyı düşündükçe, o gül kokusu burnuma geldikçe iyi hissetmiyordum. Sanki içimde bir şeyler kopuyordu. "Ben iyiyim reis sorun sende." "Kes kesini!" dedim tıslarcasına. "Ben senim ama yine de sen bilirsin reis." "Gavat." "Biziz." dedi iç sesim gülerek. Kafayı yememek için odadan çıktım. Yoksa gidip o kızın darlığını paramparça edecektim. Ben bir kere başladım mı da kendimi durduramaz bu taziye günü kendimi rezil ederdim. Şahin Beyoğlu rezil olmaz ederdi. Aynen böyle devam Şahin düşünme gül kokusunu. Şimdi sıra benim evimde benim karıma bakan o puşttaydı. Öfkemi çıkaracak kişiyi bulmuştum. Yandın sen oğlum.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD