Elara sabaha karşı uyandığında odası hâlâ karanlıktı, ama içi geceden daha ağırdı. Gördüğü şeyleri zihninden atamıyordu. Raphien’in düşüşü, kanatlarının koparılışı, gökyüzünden yere savruluşu… ve en çok da söylediği o söz: “Benim düşüşüm bir günah değil, bir seçimdi.”
Parmaklarını mühür üzerinde gezdirdi. Kalbi sıkışıyordu. Bir avcı soyunun son halkası olduğunu öğrenmek zaten yeterince ağırdı. Şimdi buna Raphien’in sırrı eklenmişti. Onu gökyüzünden koparan şey, aslında yasak bir sevgi olmuştu. Ve Elara biliyordu ki bu yasak, şimdi onun hayatında yeniden şekilleniyordu.
Kapının gıcırtısıyla başını çevirdi. Lucien içeri girdi, yüzü uykusuz ve sertti. Gözleri, Elara’nın üzerinde bir an durdu. “Yine geçidi gördün değil mi?” dedi alçak bir sesle.
Elara başını salladı. “Ama bu kez farklıydı. Onun geçmişini gördüm.”
Lucien’in adımları bir an sendeledi, sonra hızla toparlandı. “Raphien’in geçmişi seni ilgilendirmiyor.”
Elara gözlerini kıstı. “Beni ilgilendirmiyor mu? Onun neden düştüğünü, neden hâlâ burada olduğunu öğrendim. O birini koruduğu için düşmüş. Bir insanı.”
Lucien’in yüzü gölgelendi. “Korumak da olsa, yasak olanı seçti. Ve sen… onun izinden gidemeyeceksin. Çünkü senin kanın avcı kanı. Senin yolun düşmüşlerin yanında değil, onların karşısında.”
Elara’nın sesi titredi ama gözleri kararlıydı. “Ya kalbim yolumu değiştirse? Ya içimdeki kanı susturabilecek tek şey kalbimse?”
Lucien birkaç adımda ona yaklaştı, ellerini Elara’nın omuzlarına koydu. Sesi sertti ama gözleri acıyla parlıyordu. “Kalbin sana ihanet eder, Elara. Kanın asla. Bunu bil. Ben anneni korumak için düştüm, senin kanını saklamak için. Ama sen onun mirasını taşırken kalbini yanlış birine verirsen… bu seni bitirir.”
Elara tam karşılık verecekken bir gölge pencereden süzüldü. Raphien. Yüzü gecenin içinde parlıyordu, gözleri derin bir hüzün taşıyordu.
“Bitirmez” dedi sessizce. “Onu daha güçlü kılar.”
Lucien’in yüzü kasıldı. “Yeter artık! Onun zihnini karıştırıyorsun.”
Raphien pencerenin kenarına yaslandı, bakışlarını Elara’ya sabitledi. “Ben onun zihnini değil, kalbini dinliyorum. Sen susturmak istiyorsun ama kalbinin sesi her geçen gün daha da yüksek çıkıyor.”
Elara’nın kalbi çılgınca atıyordu. İki farklı ses, iki farklı gerçek. Lucien’in sözleri ona mirasını, avcı kanının yolunu hatırlatıyordu. Raphien’in sözleri ise kalbinin çırpınışını yankılıyordu.
O an mühür sıcaklaştı, boğazında alev gibi yanmaya başladı. Elara ellerini mühüre götürdü, nefesini zor tuttu. İki tarafın gücü sanki mühürden ona yükleniyordu.
Lucien bir adım daha attı. “Elara, seçim yapmak zorundasın. Avcı soyunun yolunu mu seçeceksin, yoksa düşmüşlerin karanlığına mı kapılacaksın?”
Raphien’in sesi yumuşak ama kararlıydı. “Onun seçimine saygı duyman gerek, Lucien. Çünkü seçimler kaderi belirler. Ve Elara’nın kaderini sen yazamazsın.”
Elara gözlerini kapadı. İçinde fırtınalar dönüyordu. Avcı kanı mı, kalbinin çığlığı mı? Bir taraf annesinden kalan mirastı, diğer taraf ise Raphien’in yaralı ama gerçek kalbiydi.
Ama bildiği tek şey vardı: Seçim zamanı yaklaşmıştı.
Mührün sıcaklığı Elara’nın tenine işlediğinde, odanın havası bir anda değişti. Duvarlar sanki nefes alıyor, tavan gökyüzüne açılıyormuş gibi titriyordu. Elara boğazındaki zincirin ağırlaştığını hissetti; mühür sanki onu yere bastırıyor, aynı zamanda çekip yukarı kaldırıyordu.
Lucien hemen yanı başına gelerek kolunu tuttu. “Geçit açılıyor.” dedi, sesi endişeyle karışmış bir kararlılık taşıyordu.
Raphien ise geri çekilmedi. Gözleri mühürdeydi, bakışları sanki yüzyılların ağırlığını taşıyordu. “Hayır… bu kez sadece açılmıyor. Onu çağırıyor.”
Elara’nın nefesi kesildi. Mührün parıltısı odanın içini doldururken zihninde bir ses yankılandı. Daha önce duyduğu o fısıltı şimdi çok daha güçlüydü:
“Seçilmiş kan… kapı sana hazırlanıyor. Gir ya da kaybol.”
Elara dizlerinin bağı çözülmüş gibi sendeledi. Lucien kolunu daha sıkı kavradı. “Hazır değilsin.” dedi sertçe. “Bu kapı, senin gücünü parçalar.”
Raphien hemen öne çıktı. “Onu tutamazsın, Lucien. Bu çağrı onun için. Senin annenin mirası artık tamamlandı. Eğer geçidi aşmazsa mühür onu içten içe yakar.”
Lucien’in bakışları öfke ile korku arasında gidip geldi. “Ve sen onu bu ateşe atmak için mi buradasın?”
“Hayır.” dedi Raphien, sesi bu kez neredeyse kırılgandı. “Ben onun yanındayım çünkü tek başına bu yükün altında ezilmemesi gerekiyor.”
Elara gözlerini açtığında odanın içinde ışık ve gölgeler birbirine karışmıştı. Sanki iki dünya aynı noktada çarpışıyordu. Bir tarafta Lucien’in soğuk, koruyucu eli… diğer tarafta Raphien’in sıcak ama yasaklı bakışları.
Kalbi göğsünde bir davul gibi çarparken, kendi sesini duydu. Fısıltı gibi ama kesindi. “İkiniz de benimle gelin.”
Lucien irkildi. “Hayır. Bu benim görevim, onun değil.”
Raphien, Lucien’e meydan okuyan gözlerle yaklaştı. “Onu durduramayacaksın. Eğer yanında olmazsan, onu kaybedersin.”
Elara, mühürden yükselen ışığın bedenini sardığını hissetti. Artık geri dönüş yoktu. Yere çöktü, gözlerini kapadı ve fısıldadı: “Geçit… açıl.”
Bir anda odanın ortasında siyah beyaz ışıklarla dolu bir yarık belirdi. Sanki gökyüzü yırtılmış, evrenin kalbine giden bir yol açılmıştı. Rüzgâr gibi bir çekim onları içine doğru savurdu.
Elara’nın elleri istemsizce ileriye uzandı. Bir yanında Lucien’in güçlü kavrayışı, diğer yanında Raphien’in sessiz desteği vardı. İkisi de onu bırakmıyordu.
Ve üçü birlikte, göğün ve yerin arasındaki geçide adım attılar.
Ardından odada hiçbir şey kalmadı—sadece mühürün yankısı:
“Her seçim bir iz bırakır… ama bazı izler asla silinmez.”