Elara’nın ciğerleri yırtılırcasına nefes alıyordu. Nemoris’in ormanında dizlerinin üzerine çökmüş, göğsünü kavrayan bir el gibi mühür yanmaya devam ediyordu. Parmaklarını boğazındaki sembolün üzerine bastırdı, ama ateşi söndüremedi. Ormanın sessizliği, içindeki yankıların uğultusunu daha da derinleştiriyordu.
Bir anda dallar gıcırdadı, sert ayak sesleri yaklaşmaya başladı. Elara başını kaldırdığında Lucien’i gördü. Yüzü, gökyüzünden düşen bir taş gibi sertti. Gözlerinde hem korku hem de öfke vardı.
“Elara.” dedi, sesi keskin bir kırbaç gibi. “Bana söyle. Orada ne gördün?”
Elara’nın dudakları aralandı ama sesi çıkmadı. Mühür, hâlâ fısıldıyordu. Onu susturan şey sadece Lucien’in bakışları değil, Raphien’in gölgelerden gelen varlığıydı.
Çünkü Lucien’in arkasında, karanlıkla örülmüş bir figür belirdi. Raphien. Yüzünde tanıdık bir gülümseme vardı, ama gözleri gölgeyle kaplıydı. “O, kendi yolunu seçti Lucien.” dedi, sesi ormanı doldurdu. “Ve senin zincirlerin artık onu tutamayacak.”
Lucien öfkeyle kılıcını çekti, bıçağın kenarı ay ışığında parladı. “Sen onun zihnine girdin. Onu kandırdın.”
Raphien, bir adım attı. Gölgeler onunla birlikte kıpırdadı, dallar karardı. “Hayır. Ben sadece aynayı gösterdim. O gördüklerini kabul etti.”
Elara aralarına girmeye çalıştı, ama dizleri hâlâ titriyordu. “Yeter!” diye bağırdı. “İkiniz de bana seçimden bahsediyorsunuz, ama seçimimi duyacak cesaretiniz yok. Ben size ait değilim!”
Lucien’in nefesi sertleşti, ama bakışları Elara’nın yüzünde takılı kaldı. Onu kaybetmekten korkuyordu, bunu gizleyemiyordu. “Eğer onunla gidersen, avcı kanın sönüp gidecek.”
Raphien ise gülümsemeye devam etti. Elini Elara’ya doğru uzattı. “Eğer benimle gelirsen, avcı zincirlerinden kurtulacaksın. Kendi varlığını yazacaksın.”
Elara’nın kalbi göğsünden fırlayacak gibi çarpıyordu. İki el… iki kader. Fakat bu kez, mühür onun yerine karar vermedi. İçinden bir ses yükseldi, kararlı ve sert: “Seçim benim.”
Elara ayağa kalktı. Boğazındaki sembol kırmızıdan altın sarısına döndü, ışığı tüm ormanı doldurdu. Hem Lucien hem de Raphien geri çekilmek zorunda kaldı. Elara’nın sesi titrese de yankısı güçlüydü:
“Benim yolum sizin yolunuz değil. Ne avcı zinciri, ne düşmüşlerin laneti. Bundan sonra ne olursa olsun, kararları ben vereceğim.”
Orman gürledi. Dallar çatırdadı, gökyüzünden bir işaret gibi siyah kuşlar sürü halinde uçtu. Raphien’in yüzündeki gülümseme yavaşça silindi, yerini dikkatli bir bakış aldı. Lucien’in ise gözlerinde derin bir kırılma vardı, öfkesinin altında saklı olan tek şey: korkuydu.
Elara ilk kez ikisinin de karşısında kendi gölgesinden daha büyük görünüyordu.
Elara’nın “kararım benim” deyişiyle ormanda yayılan ışık yavaş yavaş söndü. Altın sarısı parıltı dallardan çekilirken geriye yalnızca ağır bir sessizlik kaldı. Ne rüzgâr vardı, ne de kuşların sesi. Sanki bütün dünya, onun bu ilanını duymuş ve nefesini tutmuştu.
Lucien’in bakışları karanlıkta sabitlendi. Elara’nın yüzüne bakıyordu ama gözlerinin ardında geçmişin hayaletleri canlanıyordu. Dudaklarının kenarı titredi. Ona doğru bir adım attı, ama sanki görünmez bir engel önünde dikilmiş gibi geri durdu. “Bilmiyorsun.” dedi, sesi bu kez yumuşamıştı. “Bu kararın seni neye dönüştüreceğini bilmiyorsun.”
Elara’nın gözlerinde kararlılıkla karışık bir öfke vardı. “Bilmiyorsam, öğreneceğim. Beni susturmakla koruduğunu sandın ama aslında beni zincire vurdun.”
Lucien başını iki yana salladı. Yorgun bir adam gibiydi artık. Yalnızca savaşlardan değil, taşıdığı sırların ağırlığından yorulmuştu. Elini kalbinin üzerine bastı, ardından yavaşça arkasını döndü. “Annen de senin gibi dik başlıydı.” diye fısıldadı. “Ve ben… onun için her şeyi yaktım.”
Bu sözler Elara’nın içini paramparça etti. Bir an için annesini, yüzünü tam hatırlayamadığı ama sıcaklığını hâlâ hissettiği kadını düşündü. Lucien’in o uğursuz cümlesi havada asılı kaldı. “Onun için düştüm.”
Elara bir şey söylemek üzereydi ki gölgeler yeniden kıpırdadı. Raphien ormanın karanlığından çıkarak öne adım attı. Yüzünde bir gülümseme vardı ama gözleri buz gibiydi. “Onun için mi düştün, Lucien? Yoksa onun kanını, mirasını korumak için mi?”
Lucien’in çenesindeki kaslar gerildi. “Sen sus.” dedi, ama sesi Raphien’in gülüşüyle boğuldu.
“Elara bilmeyecek sanıyorsun ama ben anlatırım. Çünkü gerçeklerden kaçamazsınız. Onun soyu, avcıların zincirine bağlı. Sen de yıllarca bu soyun yanında bir köle gibi nöbet tuttun.” Raphien’in sesi karanlığın derinliğinden gelen bir yankı gibiydi. “Ama bana söyle, Lucien. Onu gerçekten korumak mı istedin, yoksa annenin yüzünü onda görmek mi? Bir düşmüşün utançla taşıdığı tek umut…”
Lucien’in yüzü taş kesildi. Ellerindeki damarlar belirginleşti. “Yeter!” diye haykırdı, ormandaki ağaçların gövdeleri titreyecek kadar sert bir yankıyla.
Elara aralarına girmek istedi ama gövdesi ağır hissediyordu. Sanki mühür, her kelimeyle biraz daha içine gömülüyordu. Kalbi hızla çarpıyor, hem Lucien’in sözleri hem de Raphien’in iğne gibi doğruları zihninde çarpışıyordu.
“Bana gerçeği söyleyin!” diye bağırdı sonunda. “Annem neden öldü? Neden ben bu mühürle yaşıyorum? Ve neden ikiniz de beni kendi tarafınıza çekmek için parçalıyorsunuz?”
Lucien’in dudakları aralandı ama kelimeler boğazında kaldı. Gözlerinde yüzyıllık bir yük, bir pişmanlık. Elara’ya bakıyordu ama sanki başka birini görüyordu. Annesini.
Raphien ise sessizce gülümsemeye devam etti. Yavaş adımlarla Elara’ya yaklaştı. Onun gölgesi Elara’nın üzerine düştüğünde genç kız ürperdi ama geri çekilmedi. “Çünkü.” dedi Raphien, sesi buzdan yapılmış bir bıçak gibiydi. “Sen onların hatasının mirasısın. Cennetin laneti, avcıların son umudu, düşmüşlerin cezbedici ışığı. Sen, Elara, hepsinin çatıştığı yersin. Ve hiçbir taraf sana özgürlük vermez.”
Elara’nın gözlerinden yaşlar süzüldü ama öfkeyle parladı. “Yanılıyorsun.” dedi, dişlerini sıkarak. “Ben onların hatası değilim. Ben kendi yolumum.”
Raphien bir an durdu. Onun gözlerindeki o alevi gördü. İşte bu yüzden… işte bu yüzden Elara tehlikeliydi. Sadece Lucien için değil, tüm gökyüzü ve cehennem için.
Lucien kılıcını yere sapladı, dizlerinin üzerine çöktü. Bu görüntü Elara’nın aklını allak bullak etti. Onun gibi gururlu, güçlü birinin diz çöktüğünü görmek… bir itiraf gibiydi. “Affet beni.” dedi Lucien, sesi çatallıydı. “Sana gerçeği sakladım çünkü onu kaybettiğim gibi seni de kaybetmekten korktum.”
Elara’nın boğazı düğümlendi. Kendi içinde iki farklı acı çarpışıyordu: annesine duyduğu özlem ve şimdi öğrendiği bu yaralı gerçek.
Ama daha ağır olan şey Raphien’in bakışlarıydı. Çünkü Raphien geri çekilmiyordu. Gölgeler onun etrafında kıvrılırken fısıldadı: “Kaçınılmaz olanı saklamak istiyorlar. Ama ben sana gerçeğin tamamını göstereceğim, Elara. Yeter ki bana izin ver.”
Elara nefesini tuttu. Bir yanda diz çöken Lucien, diğer yanda karanlığıyla sarmalanmış Raphien. Ve ortada, kendi kalbi.
Orman sessizdi. Ama gökyüzünde, sanki bir şey yaklaşmak üzereydi.