Geçidin karanlık yolu, Elara’nın etrafında bir anda değişmeye başladı. Gri ışık yerini siyaha bıraktı. Artık boşluk değil, gerçek bir mekânın gölgesi vardı burada. Devasa sütunlarla çevrili bir alan, göğe kadar uzanan kubbeler, etrafa saçılmış pırıltılar… Elara, farkına vardığında gözleri büyüdü.
“Burası…” diye fısıldadı.
Raphien’in sesi yankılandı, fakat bu kez onun yanında değil, görüntünün içinden geliyordu.
“Burası, düşmeden önce yaşadığım yer. Yücelerin şehri.”
Elara’nın gözleri önünde bir sahne açıldı. Genç bir melek, beyaz kanatları omuzlarından ışık gibi taşan bir figür, diğer meleklerin arasında yürüyordu. Yüzü tanıdıktı: Raphien. Ama şimdi gözleri daha parlak, bakışı daha masumdu. Omzunda bir mühür vardı; gökyüzünün işareti.
Yanında başka melekler de vardı. Bazılarının yüzleri silik, bazılarının ise berrak. Ama içlerinden biri öne çıkıyordu: siyah saçlı, uzun boylu bir erkek melek. Gözleri griydi, yüzünde gururlu bir gülümseme vardı. Elara’nın kalbi aniden hızlandı. Çünkü onu tanıyordu.
“Lucien…” diye fısıldadı.
Raphien’in sesi hüzünle devam etti.
“Evet. O benim en yakın dostumdu.”
Sahne değişti. İki melek yan yana oturuyordu. Lucien bir haritanın üzerine işaretler düşüyordu.
“Dünya, avcıların yeniden yükseldiği haberini alıyor. Eğer bir şey yapmazsak dengeler bozulacak.”
Raphien’in genç sesi kararlıydı.
“Onlar da bizim kadar haklı. Kanları, bizim düşüşümüzü engelleyecek tek bağ olabilir. Belki…”
Lucien’in sesi keskinleşti.
“Hayır, Raphien. Onların kanı lanettir. Bizim saflığımızı kirletecek. Sen hâlâ anlamıyorsun. Eğer izin verirsek, cennet de cehennem de onların varlığıyla karışacak.”
Elara bu sözleri duyduğunda ürperdi. İçinde bir kıvılcım patladı. Demek ki avcı soyu, melekler arasında da tartışmalara neden olmuştu.
Görüntü yeniden değişti. Bu kez bir savaş meydanı. Alevlerle dolu gökyüzü. Raphien, kanatlarını açmış, Lucien’in yanında düşen meleklerle savaşıyordu. Ama yüzünde çelişki vardı. Karşısında bir grup insan vardı, ellerinde mühürlü silahlarla savunma yapıyorlardı. Avcı soyunun eski atalarıydı bunlar.
Lucien bağırdı:
“Onları yok et!”
Ama Raphien kılıcını indirmedi. Tam o sırada avcılardan biri, kanlar içinde yerde yatıyordu. Genç bir kadın… saçları Elara’nınkine benziyordu. Yüzünde korku yoktu. Gözlerinde kararlılık vardı.
Elara’nın nefesi kesildi. “O… annem mi?”
Raphien’in sesi kırıldı.
“Hayır. Ama annenin atalarından biriydi. O gün, kanını korumak için kendini feda eden bir avcı.”
Elara’nın gözleri doldu. Görüntüdeki kadının kalbine kılıç saplanırken Raphien çığlık atıyordu. O an, kanatlarının ışığı söndü. Göğsünde yanmaya başlayan siyah mühür, düşüşün işaretiydi.
Lucien’in yüzü öfkeyle kaplandı.
“Sen onları korudun. Kendi soyumuzu onlara feda ettin. Sen artık bizimle değilsin, Raphien!”
Raphien yere düşerken kanatları karardı. Göklerden süzülen ışık, onun bedenini terk etti. Ve Elara, o anı bütün acısıyla hissetti. Raphien’in kalbi, insanlığı seçtiği için kırılmıştı.
Geçidin uğultusu geri döndü. Görüntü soldu. Raphien, Elara’nın yanında yeniden belirdi. Ama bu kez yüzünde derin bir yorgunluk vardı.
“İşte böyle düştüm. Benim suçum, insanı seçmekti. Senin soyunu.”
Elara’nın gözlerinden yaş süzüldü.
“Beni… neden bana anlattın?”
Raphien’in gözleri ona kilitlendi. İçinde binlerce yılın pişmanlığı, ama aynı zamanda kararlılık vardı.
“Çünkü bilmelisin, Elara. Benim düşüşümün nedeni senin kanındı. Ve şimdi kaderim yine senin ellerinde.”
Elara’nın kalbi, o an paramparça oldu. Aralarındaki bağın imkânsızlığını ilk kez bu kadar net hissetti. Ama aynı anda vazgeçemeyecek kadar güçlü olduğunu da.
Elara, gözlerini kaçırmak istedi ama yapamadı. Raphien’in sözleri kulaklarında yankılanıyordu: “Benim düşüşümün nedeni senin kanındı.” Bu cümle, kalbinin üzerine ağır bir mühür gibi oturmuştu.
“Bu doğru olamaz.” dedi Elara, sesi titreyerek. “Ben… sadece biriyim. Neden bütün kaderin bana bağlanmış olsun ki?”
Raphien ona bir adım yaklaştı, yüzü gölgelerin arasında bile belirgin bir şekilde parlıyordu.
“Çünkü sen sıradan değilsin, Elara. Senin damarlarında taşıdığın kan, benim düşüşümün sebebi olan soyun yankısı. Ne yaparsam yapayım, senden kaçamadım. Ve şimdi, geçit açıldığında ilk kez bir şey fark ettim…”
Elara başını kaldırdı, gözleri onun gözlerine saplandı.
“Ne fark ettin?”
Raphien’in bakışı derindi, sesi fısıltı gibiydi.
“Kalbin, avcılığından daha güçlü. O yüzden ben hâlâ buradayım. Çünkü kalbim, bana yasak olanı seçti.”
Elara’nın nefesi boğazında düğümlendi. Bir an için aralarındaki mesafe yok oldu. Raphien’in varlığı, tenine dokunmadan bile ona yaklaşmış gibiydi. Elara’nın kalbi deli gibi çarpıyordu. Bir yanıyla ondan uzak durması gerektiğini biliyordu. Ama diğer yanıyla, bütün yasaklara rağmen kalbinin ritmini değiştiremiyordu.
“Bunu söylememelisin.” dedi kısık bir sesle. “Beni bu hislerle lanetleme.”
Raphien başını eğdi.
“Lanet değil bu. Benim için tek gerçek bu.”
Elara geri çekildi, sırtı geçidin taş duvarına çarptı. Onun nefesi hızlıydı, elleri titriyordu. “Ama biz… asla olamayız. Ben avcıyım. Sen düşmüşsün. Bu yol imkânsız.”
Raphien’in gözlerinde acı kıvılcımlandı ama dudaklarında silik bir gülümseme belirdi.
“Biliyorum. Ama kaderin çizdiği imkânsızlık, kalbime hükmedemiyor. Benim düşüşüm seninle başladı, belki sonum da seninle bitecek.”
Elara gözlerini kapadı. Bu sözler kalbinin en derin yerine işliyordu. Ama açtığında, gözlerinde kararlı bir parıltı vardı.
“Benim yolum seçimlerle dolu, Raphien. Eğer seni seçersem, bütün soyumun yükünü inkâr etmiş olurum. Eğer avcılığımı seçersem… kalbimi öldürmüş olurum. İkisini birden taşıyamam.”
Raphien elini uzattı ama dokunmadı, yalnızca parmaklarının gölgesi Elara’nın yüzüne düştü.
“Bunu senden istemiyorum. Tek istediğim… ne olursa olsun, gerçeği bilmen.”
Geçit yeniden titremeye başladı. Sütunlar çatırdadı, duvarlarda ışık çizgileri belirdi. Elara’nın mühürü sıcakla yanarken Raphien’in gölgesi ağırlaştı.
“Elara!” Lucien’in sesi birdenbire yankılandı. Geçidin öteki ucunda silik bir siluet belirmişti. Gözlerinde öfke, sesinde kesinlik vardı.
“Oradan çık! Onun sözlerine kanma!”
Elara’nın kalbi ikiye ayrılıyordu. Lucien’in sert sesi, soyunun çağrısıydı. Raphien’in kırık ama tutkulu bakışı ise kalbinin yankısıydı.
Geçidin uğultusu büyüdü, sanki ikisini birbirinden ayırmaya hazırlanıyordu. Elara o an anladı ki, artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı.
Çünkü seçim ne olursa olsun, bir taraf yanacaktı.