BÖLÜM 25

1036 Words
Ormanın sessizliği, sanki bir an için dünya nefesini tutmuş gibi sürüyordu. Elara, Lucien’in diz çökmüş hâlini ve Raphien’in gölgeler arasında dimdik duruşunu aynı anda görüyordu. Bir yanıyla bu iki varlığın ağırlığı altında eziliyordu ama boynunda parlayan mühür, başka bir şeyin yaklaştığını haber veriyordu. Gökyüzü aniden dalgalandı. Ayın etrafında, ince kırmızı bir halka belirdi. Normal bir göz için belki sıradan bir ay tutulması gibi görünebilirdi, ama Elara’nın damarlarında yankılanan kan, bunun başka bir şey olduğunu söylüyordu. Avcı soyunun içgüdüsü, ona fısıldıyordu: “Alamet.” Lucien başını hızla gökyüzüne kaldırdı. Dudakları kısık bir dua fısıldar gibi kıpırdadı. Raphien ise gözlerini kısmış, hafif bir gülümsemeyle göğe bakıyordu. “Başlıyor.” dedi, sesi çürüyen bir melodiyi andırıyordu. Kırmızı halkanın içinden, sanki yırtılan bir perde gibi karanlık bir çatlak belirdi. Çatlağın içinden gri ışık sızıyor, ormanı aydınlatıyordu ama bu ışığın altında her şey daha tehditkâr görünüyordu. Ağaçların gövdeleri kanla yıkanmış gibi kızardı, dallar çarpık gölgeler halinde yere uzandı. Elara’nın kalbi göğsünden fırlayacak gibi atıyordu. Mühür yanıyor, sanki derisinin altından ruhuna kadar işliyordu. Dizleri titredi ama geri adım atmadı. “Bu… nedir?” diye fısıldadı. Lucien, kılıcını sıkıca kavrayarak ayağa kalktı. Gözleri, geçmişten gelen bir korkuyla donmuştu. “Bu, avcıların kadim alameti. Zincirin kırılacağına dair işaret.” Raphien, başını yana eğip Elara’ya baktı. Gözlerinde alışılmadık bir parıltı vardı. “Hayır, Lucien. Bu, onların zincirini kıracak olanın doğduğuna dair işaret.” Gökyüzündeki çatlak genişledi. İçinden, siyah dumanlar süzülerek yere indi. Dumanların arasında, sanki taşlardan yapılmış kanatlar taşıyan dev bir figür belirdi. Yüzü seçilemiyordu, ama varlığı bile ormanın bütün köklerini titretiyordu. Elara, gözlerini kısarak göğe baktı. O an, mühürden yükselen yankıyı bir kez daha duydu: “Her soy, kendi sonunu doğurur. Sen, Elara, ya zincirin anahtarı olacaksın ya da onun mezarı.” Lucien kılıcını kaldırdı, gözlerinde çaresiz bir öfke vardı. “Onu korumam gerek!” diye haykırdı. Raphien ise geriye bir adım attı, gölgelerle bütünleşti ve Elara’nın kulağına fısıldadı: “Ve ben sana gerçeği göstereceğim… ama bunun bedelini ödemeye hazır olmalısın.” Elara’nın gözleri karardı. Gökyüzünden inen figür yere adımını attığında, toprak çatladı. Ve Elara biliyordu ki bu sadece başlangıçtı. Gökyüzünden inen figür, ay ışığının kırmızı halkası altında ağır adımlarla yere indiğinde, ormanın derinlikleri sarsıldı. Toprağın çatlaklarından ince dumanlar yükseldi, kökler bir canlının damarları gibi kıvrıldı. Elara nefesini tutmuş, gözlerini o heybetli gölgeye dikmişti. Onun varlığı, ölümle yaşam arasındaki ince çizgiyi titretiyordu. Figürün kanatları taştan yapılmış gibi görünüyordu, ama her hareketinde çatırdıyor, ufak parçalar düşüp yeniden bütünleniyordu. Yüzü karanlıkla gizlenmişti, yalnızca gözlerinde yanıp sönen kırmızı bir parıltı vardı. Elara’nın boynundaki mühür, sanki kalbiyle aynı ritimde atmaya başladı. Her vuruşta kanı kaynıyor, damarlarında ateş dolaşıyordu. Lucien kılıcını kaldırdı, sesi gök gürültüsü gibi yankılandı. “Geri çekil, mühür onun ellerine geçmeyecek!” Figür, dev bir uğultuyla konuştu. Sesi, insan kulağının duymaması gereken derinliklerden geliyordu. “Avcı kanı… sonunda uyanmış. Zincir tamamlandı.” Elara’nın dizlerinin bağı çözüldü. Anlamını tam kavrayamasa da içgüdüsel olarak bu varlığın onun soyuyla bağlantılı olduğunu biliyordu. Çocukluğundan beri duyduğu tuhaf yankılar, rüyalarında gördüğü kırık aynalar… hepsi bu an için hazırlanmış gibiydi. Raphien gölgelerden sıyrıldı. Dudaklarında keskin bir gülümseme vardı, ama gözlerinde garip bir hüzün parlıyordu. “Onu almasına izin verirsen, senin soyunun zinciri kapanacak. Ve bir daha hiçbir avcı doğmayacak.” Lucien öfkeyle başını çevirdi. “Sana mı güvenelim? Senin yolun sadece yıkım!” Elara, iki adamın arasında nefes nefese kaldı. Gözlerini figüre dikti. “Benden ne istiyorsun?” Figür, kanatlarını açtı. Her kanat darbesiyle ormanın dalları kırıldı, yapraklar savruldu. “Sen, soyunun son halkasısın. Ya zinciri benimle mühürleyerek kanını sonsuza dek bağlayacaksın… ya da kanını reddedip karanlığın tarafına geçeceksin. İki yol da dünyayı değiştirecek.” Elara’nın kalbi çarpıyordu. “Ya ben… hiçbirini seçmezsem?” Figürün sesi, bu defa gökleri parçalayan bir haykırışa dönüştü. “O zaman dünya ikiye yarılacak. Ve herkes bedel ödeyecek.” Lucien öne atıldı, kılıcının ucunu figüre doğrulttu. “Onu asla alamayacaksın!” Raphien sessizce Elara’nın arkasında belirdi, kulağına fısıldadı: “Eğer zinciri onunla mühürlersen, senin hayatın bitecek. Ama eğer bana güvenmeyi seçersen, bu kaderi kırabilirsin. Bir bedel ödersin… ama kendi yolunu açarsın.” Elara’nın zihninde mühürden bir kez daha yankı yükseldi: “Seçim zamanı yaklaşıyor. Her yol bir iz, her iz bir yük.” Ayın kırmızı ışığı Elara’nın yüzünü aydınlatırken, o an biliyordu ki artık kaçış yoktu. Onun kanı, zincirin kaderini belirleyecekti. Elara’nın dizlerinin titremesine rağmen gözleri parladı. İçinde hem korkunun hem de öfkenin kıvılcımları dolaşıyordu. Çocukluğundan beri bilmediği ama hep varlığını hissettiği yük, artık bütün ağırlığıyla omuzlarına çökmüştü. Figür, ağır adımlarla ona doğru ilerledi. Her adımında toprağın çatladığını, köklerin inleyerek geriye çekildiğini duydu. Kanatlarının gölgesi Elara’nın üzerine düştüğünde, kız ürperdi ama geri çekilmedi. Lucien kılıcını daha sıkı kavradı. “Bir adım daha atarsan seni paramparça ederim.” Figürün gözlerindeki kırmızı alev Lucien’e çevrildi. “Sen çoktan düşmüşsün. Kendi kanatlarını bıraktın, koruduğun zinciri zayıflattın. Senin sözcüklerin bu kızı kurtaramaz.” Lucien’in yüzünde acı bir gölge belirdi, ama kararlılığı bozulmadı. “Ben düşmedim. Ben, onu korumak için seçtim. Ve tekrar seçerim.” Raphien hafifçe güldü, sesi neredeyse alaycıydı ama derinlerinde acı taşıyordu. “İşte farkımız burada. O düşmediğini söyler… ama ben gerçekleri söylüyorum. Kızın kaderi kanla değil, kalple şekillenecek.” Elara, ikisinin sözlerini dinlerken mühürden yükselen sıcaklık göğsüne yayıldı. Ellerini yumruk yaptı. “Ben kimsenin oyuncağı değilim. Ne zincir ne de lanet… kendi yolumu kendim seçeceğim.” Figürün adımları durdu. Bir anlık sessizlik, bütün ormanı sardı. Sonra gökyüzü yarıldı. Kara bulutların arasından ışıkla örülmüş bir kapı belirdi. Kapının kenarlarından ince, keskin bir çığlık yükseliyordu; sanki başka bir dünyanın kapısı açılıyordu. “Elara Valen,” dedi figür, sesi hem tehdit hem davet taşıyordu. “Eğer cesaretin varsa, buraya adım at. O zaman gerçek seçimini yapabilirsin.” Raphien hızla öne çıktı, kolunu Elara’nın önüne uzattı. “Sakın dokunma. Orası seni geri dönülmez bir sınava sokar. Daha hazır değilsin.” Lucien dişlerini sıktı. “Ama gitmek zorunda. O kapı açıldıysa, seçimden kaçamaz.” Elara gökyüzünde parlayan kapıya baktı. İçinden yükselen ışık, hem acı verici hem de çekici bir sıcaklıkla onu çağırıyordu. Kalbi hızla atıyordu, gözleri yanıyordu. Sanki tüm kaderi o tek adımın ucundaydı. Bir an için Raphien’in eline baktı. Güçlü ama titrek bir dokunuş. Sonra Lucien’in gözlerindeki inatçı parıltıya. Ve gökyüzünde yankılanan o kırık ses ona bir kez daha fısıldadı: “Her seçim bir iz bırakır… bazıları ise sonsuza kadar kalır.” Elara derin bir nefes aldı. Ve adımını kapıya doğru attı.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD